16 Aralık 2010 Perşembe
İçindekiler
17. Sayıya “Önsöz”
Avrupa'da Kitlesel Öğrenci Hareketleri Üzerine
“Türban Sorunsalı” ve Çözümsüzlük Arayışları
Egemenlerin Adaleti ve 19 Aralık Katliamı
Eğitim Şurası Toplandı Eğitimde Sünni- İslami Eksen
Üniversiteli Olmak
Üniversitelerde Özgürlüğün Sefaleti
Fetiş
Vardiyada
en son sevdiğim kızı
-yine bir hayaldi hayal meyal hatırlarım-
bu ritmik gürültünün karanlığında yitirdim
Benim Şairlerim Dize Dize-1 "Duvar"
Yeni Dünya'ya Açılan Kapı: Ekim Devrimi
Öğrenci Gençliğin Sendikası Olmalı mı?
Haiti’de Kapitalizm Afeti
'Yeni CHP' ile Yeni Dönem
Arif Damar'ın Ardından
DİSK Bürokratı Çelebi İstanbul Üniversitesi'ndeydi
14 Aralık 2010 Salı
İran'da Müziğe Getirilen Yasaklar
1 Kasım 2010 Pazartesi
İstanbul Üniversitesi'nde Özel Güvenlik Saldırısı
ÖGB tarafından fiilen gözaltına alınan öğrenciler, Merkez kapı girişindeki odaya çekilerek darp edildiler, diğer devrimci öğrencilerin onlara yardım etmesini önlemek için Merkez giriş kapısı kapatıldı ve öğrenciler içeri alınmadı. ÖGB'nin işkencesinin ardından devreye polis girdi ve iki öğrenci yine darp edilerek karakola götürüldüler. Yalnızca bu durum bile, üniversitelerdeki sivil polislerin ve güvenliklerin neyin güvenliğini sağladığını ve kime karşı olduklarını göstermeye yetiyor. Faşistlerin okul içine çeşitli delici, kesici aletlerle ve hatta yeri geldiğinde tabancayla (Akdeniz Üniversitesi'ni hatırlayın) girmesine göz yuman yine aynı bu devletin güvenlik birimleridir.
Olayın duyulmasının ardından saat 13'te biraraya gelen çeşitli gruplardan devrimci öğrenciler, hem gerçekleştirilen saldırıyı hem de öğrencilerin üstlerinin aranmasını protesto etmek için toplu olarak araç kapısından üniversite içerisine giriş yaptılar. ÖGB'nin bu eylemi araç kapısını kapatarak önlemeye çalışmasına rağmen öğrenciler kapıların kapatılmasına izin vermediler ve sloganlarla okul içerisinde yürüyüşe geçtiler. Havuzlu bahçede ve yemekhanede öğrencilere bugün yaşananlar anlatıldı ve bu saldırılara karşı hep beraber karşı durulması gerektiği ifade edildi. Öyle ki, üst ve çanta araması yalnızca devrimci öğrencilerin siyasi faaliyetlerini engellemek amacıyla yapılmıyor, tüm öğrenciler keyfi olarak aranıyorlar. Bu durum, devletin tüm topluma yaptığı, öğrencilerin de denetim altında yaşamaya alıştırılması ve en basit haklarının dahi ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Sermayenin YÖK eliyle üniversitelerdeki bütünlüklü saldırısının bir parçası olan bu uygulamayla beraber tüm saldırıyı püskürtmenin yolu, devrimci öğrencilerin mücadeleyi öğrenci kitleleri içerisinde yayması ile birleşik ve kitlesel mücadelenin örgütlenmesinden geçiyor.
27 Ekim 2010 Çarşamba
11 Ekim 2010 Pazartesi
6 Ekim 2010 Çarşamba
İçindekiler
Yeni Bir Döneme Başlarken
12 Eylül Bitti mi? “İleri Demokrasi”ye Geçtik mi?
Sermayenin Kültür ve Sanata Yeni Saldırısı: ÖKM Tasfiye Ediliyor
Sorun KPSS Değil Eğitim Sistemi
Kasım
Anadilde Eğitim İçin Okul Boykotu Üzerine
Hrant
Jamendo
Avrupa'da Barbarları Beklerken
Binbir Gece ya da Yeni Burjuva Masalları
Pakistan'da Sel -Doğal Değil Kapitalist Afet-
Küba'da Kapitalist Restorasyon Hızlanıyor
Ortadoğu'da Son Durum
Şilili Madenciler Üzerine
E- Öğrenim ve Özelleşen Devlet Üniversiteleri
Akşamüstü
Sınırları Ortadan Kaldırma Hakkı
Yeni Bir Döneme Başlarken
İktisat-Siyaset'in 16. sayısıyla beraber, üç aylık bir aranın ardından yayın hayatımıza devam ediyoruz. Yaz döneminde okulların kapanmasıyla birlikte bizler de yayınımızı İ-S'nin internet sayfası üzerinden sürdürmüş ve yeni sayı için hazırlıklara başlamıştık.
12 Eylül Bitti mi? “İleri Demokrasi”ye Geçtik mi?
Aylarca ülke gündeminin en sıcak maddesi olarak izlediğimiz; coğrafyamızda ve dünyanın geri kalanında yaşanan birçok önemli gelişmeyi perde arkasına iten 12 Eylül referandumunu geride bıraktık. Referanduma götürülen anayasa değişikliği paketi, %42’ye varan “Hayır” oyuna karşılık, %58’lik “Evet” oyu ile kabul edilmiş oldu. AKP, öncülüğünü yaptığı “Evet” cephesi ile birlikte hatırı sayılır bir oy farkıyla siyasi rakiplerine üstünlük sağladı; anayasa değişikliği üzerinden yeni bir zafer kazandı. Bu arada referanduma katılım oranın %74 civarında gerçekleştiğini de hatırlatalım. Referamdum sonrası ortaya çıkan tablo, süreci takip etme şansına sahip olmuş ve burjuva siyasi partiler arsındaki güç dengelerini doğru okuyan hiç kimse için sürpriz sayılmazdı.
Sermayenin Kültür ve Sanata Yeni Saldırısı: ÖKM Tasfiye Ediliyor
(ÖKM'nin kapatılmasının ilk gündeme geldiği günlerde aşığıdaki yazı kaleme alınmıştı. Üniversitenin açılmasıyla birlikte, yazıda ifade edilen noktaların doğruluğu da ortaya çıkmış oldu. Bugün ÖKM'ye bağlı kulüpler fakültelere dağıtılmış durumda, ÖKM'ye bağlı olmayan kulüpler de yeni yönetmelikle ona bağlı kılındı ve böylece okuldaki tüm kulüpler kapatılmış oldu; herbirinin yeniden -bu kez yirmi üyeyle- kuruluş başvurusu yapması gerekecek. Fakülteler bünyesine dağıtılan kulüplere de yalnızca o fakültelerin öğrencilerinin üye olabileceği ifade ediliyor. Bu düzenleme ve diğer kulüplerin de kapatılmış olması, öğrencilerin tüm kültürel-sanatsal faaliyetlerinin önüne barikat çekilmek istendiğini çok net bir şekilde gösterdi. Ne yazık ki, bu saldırıya karşı örgütlü bir karşı koyuş da geliştirilebilmiş değil.)
Sorun KPSS Değil Eğitim Sistemi
Yaklaşık 300 bin öğretmen adayı ve toplamda 800 bin kişinin girdiği bu yılki KPSS Lisans sınavında yaşanan olayın ciddiyeti basın tarafından her ne kadar magazinleştirilmeye çalışılsa da bazı gerçekler su yüzüne çıktı ki bunlar başta KPSS'nin varlığını ve bununla birlikte eğitim sistemini sorgulamamıza bir kez daha vesile oldu. KPSS'de yaşanan olayı duymayanımız kalmamıştır, ama yine de özetlemekte yarar var. KPSS Lisans eğitim bilimleri bölümü testinde sorulan 120 soruya 350 kişinin 120'sini doğru olarak cevaplaması ve yine çok sayıda kişinin 117, 118, 119 net çıkarması akıllara ilk olarak kopya çekildiği şüphesini getirmişti. Bu şüpheyi destekleyen açıklamalar Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk'tan geldi. Olayın takipçisi olan Koncuk, sendika genel merkezinde bir basın açıklaması düzenleyerek belgeleriyle birlikte KPSS'de kopya çekildiği iddialarını kamuoyu ile paylaştı ve bu iddialar gündeme damgasını vurdu.
Kasım
susarız beraber
sonra sen gider sürekli sevişirsin
yalnızlığımızla
bir uzak mevsim çizerler
eskimiş kokularıyla gölgende yasemenler
uzar gider bütün çiçekli sokaklarda
özlenmişliğin
sahi onca akşam onca sabah
o kadına neydi benzediğin
Anadilde Eğitim İçin Okul Boykotu Üzerine
Bu yılki ilk ve ortaöğretimde yeni eğitim döneminin ilk haftasına TZP Kurdi'nin (Tevgera Ziman û Perwerdehiya Kurdî - Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi) anadilde eğitim için okul boykotu damgasını vurdu. 20-25 Eylül tarihleri arasında yapılacağı açıklanan okul boykotuna BDP'den de destek gelmişti. Devletin ve basın-yayın organlarının boykota katılım konusunda ilgisiz görünmeye çalıştığı ama gerçekte kaçınılmaz olarak ciddiye aldığı gözlerden kaçmadı. Daha boykot başlamadan hem hükümet hem de burjuva medya ona karşı yoğun bir karşı propaganda ve karalama kampanyası başlatmıştı. Burjuva düzenin bu bekçilerine göre boykota katılım oldukça sınırlı kalmış, hiçbir şekilde başarıya ulaşmamıştı.
Hrant
“Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre
konumlandırmak hastalıktır. Kimliğini yaşatman
için sana bir düşman gerekiyorsa,
senin kimliğin hastalıklıdır”
Bu aralar bir kez daha sık sık adını duyduğumuz bir isim oldu Hrant. 19 Ocak 2007’de bedeni kurşunlara yenik düştüğünde de herkes onu konuşuyordu. Binlerce insan onun için toplanıyor, köşe yazarlarının kalemlerinden o düşmüyordu. O öldü, zaman işlemeye devam etti ama o unutulmadı. Sürüp giden davası, her 19 Ocak’ta Agos’un önünde toplanan binlerce insan ve son olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hrant lehine verdiği karar. Bir şekilde hatırlatıyordu kendini. Şimdi Hrant cinayetine gelen süreci ve sonrasını bir kez daha hatırlamakta yarar var sanırım.
Jamendo
Avrupa’da Barbarları Beklerken
Demokrasi ve insan hakları denildiğinde burjuva siyasetçilerinin örnek gösterdiği Avrupa uzunca bir süredir ırkçı söylem ve uygulamalarıyla dünya kamuoyunda yer alıyor. Anımsanacağı üzere, Eylül ayı içinde Fransa'da göçmen Roman vatandaşların sınır dışı edilmesi çabaları, peçe yasağının Fransa parlementosunca onaylanması ve Almanya'da Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Sarrozin'in 'Almanya Kendini Yok Ediyor' isimli ırkçı kitabının piyasaya sunulması oldukça konuşuldu. Ancak ne yazık ki Avrupa ülkelerinde milliyetçilik tehditleri bu iki örnekle sınırlı değil. Bu tehdit üzerindeki en önemli kanıt bugün bir çok Avrupa ülkesinin millyetçi iktidarlar tarafından yönetiliyor olması.
4 Ekim 2010 Pazartesi
Binbir Gece ya da Yeni Burjuva Masalları
Pakistan'da Sel:Doğal Değil Kapitalist Afet
Küba'da Kapitalist Restorasyon Hızlanıyor
Ortadoğu'da Son Durum
Şilili Madenciler Üzerine
E- Öğrenim ve Özelleşen Devlet Üniversiteleri
akşamüstü
en ağırıyla tebessümün
gözleriniz
beni asıl teleşlandıran gözleriniz
ne derdi şair süreya sizin için
- bir şeyiniz olmak isterdim sizin
oğlunuz kiracınız sevgiliniz
son martıyı da unuttuk şimdi
kanadında üç mısrayla beraber
siz durup bir bahar düşürdünüz
ne derdi gece sizin için
- şimdi gitmek var sizle
geceden yana maviden yana gözlerinizle
...
Sınırları Ortadan Kaldırma Hakkı
31 Ağustos 2010 Salı
İktisat-Siyaset Öğrenci Manifestosu
20 Ağustos 2010 Cuma
İktisat-Siyaset'ten: 12 Eylül Referandumu'na Katılma!
18 Ağustos 2010 Çarşamba
22 Temmuz 2010 Perşembe
Sosyal-Yurtsever 'Enternasyonalist Gençlik' Marksizmi Nasıl Çarpıtıyor?
Kapitalist Küreselleşme Kıskacındaki Küçük Burjuva Solu, Devlet-Toplum İlişkileri ve Kürt Ulusal Sorunu Üzerine
11 Haziran 2010 Cuma
15-16 Haziran 1970: İşçi Sınıfı Ayakta
3 Haziran 2010 Perşembe
Akdeniz’de Siyonist Katliam
Tarih
Sürüyordu şarkısı
1860'da
1910'da
ve sonrasında
Koca bir ağaç gölgesiydi anıları
Yaşanmamışlığın kırıcı sıcağında saklandığı
Bir cehennem.
Koca gövdesi içinde
Bir ağırlık
Şarkısı, eski sesler bütünü.
Havanın kararsızlığı güzel
Bir anda 4 mevsim!
Her mevsimden diğerine ayrı şarkı...
23 Mayıs 2010 Pazar
No Pasaran!
Son günlerde Yunanistan'da neler olup bittiğini anlatmak zor. Eğer olanların tam doğru bir analizine sahip olmak istersek bu yaşananların yaklaşık 50 yıllık politik kararların bir sonucu olduğunu kabul etmemiz gerekir..
Yunanistan yaklaşık 300 Milyar Euro'luk bir kamu borcuna sahip. Ekim 2009 seçimlerinden önce, şimdiki “sosyalist” hükümet ülkeyi krizlerden kurtaracak ve aşırı kısıtlamalar getirmeyecek bir planı olduğunu vaat etti. Elbette ki kapitalistlerin işçi sınıfına yüklenmeden krizleri atlatması mümkün değildir. Devlet, Yunanistan'da cumhuriyetin restore edildiği 1974 yılından bu yana uygulanan en işçi karşıtı tedbirleri aldı. İşçi ve emekli maaşlarını düşürürlerken, işsizlik önümüzdeki günlerde artacak. Hükümet IMF ve AB'nin maddi yardımına başvurdu. Onlarsa devletin tedbirlerini yetersiz buldular ve daha da sıkı tedbirleri önerdiler.
İşçi sınıfı, resmi diktatörlük zamanlarından bugüne gerçekleştirilen en kitlesel ve en radikal gösterilerle cevap verdi. Bu esnada devlet aynı ölçüde şiddetle ve ayrım yapmaksızın öğrenci ve yaşlıları hedef alan artan polis şiddetiyle bizi sindirmeye çalışıyor. Medyanın işbirliğiyle göstericileri suçlular ve işkenceciler olarak adlandırıyorlar ve onları küçük düşürüyorlar. Radikal kanatları, anarşistleri ve gerçek komünistleri provokatör olarak damgalamaya çalışıyorlar.
5-6 Mayıs günlerinde yaşanan polis şiddeti aşırıydı. Ülke çapında binlerce insan kazanılmış hakları üzerinde ısrar ederek protestolar gerçekleştirdi. Polis ortada bir sebep olmaksızın göstericilere saldırdı, dövdü, korkuttu ve tutukladı. Ardından herhangi bir vekilin izni olmaksızın Atina'da özgürlükçü bir yerleşkeye girdi ve tahliye etti. Ayrıca göçmenlerin sosyal alanına saldırdı, rastgele evlere girdi ve tutuklamadan şiddet uyguladı. Göstericiler parlamento binasını kuşatmaya çalıştı. 5 Mayıs olayları, o gün grev günü olmasına rağmen bankada çalışan üç insanın ölümüne neden oldu. Bizler mücadele ile ve hatta işçi sınıfının kanıyla kazanılmış özgürlüklerimizin ve haklarımızın hiçbir sınırlanmasını kabul etmemeliyiz. Sermayenin ve onun devletinin karşısında durmalıyız. Kendi asıl silahımızı kullanmalıyız: Dayanışma.
Haydi, dünya işçilerinin haykırmasına izin verelim: NO PASARAN! NOSOTROS PASAREMOS!
Nikos
Yunanistan'dan bir öğrenci arkadaşımız
NO PASARAN!
Greece has a public dept of over 300 billion euro. Before the elections of October's 2009 the present "socialistic" government promised that it had a plan that would lead the country out of the crisis and wouldn't take austerity measures. Of course it is not possible for the capitalists to weather their crisis without inflicting the working class. The government adopted the most anti-worker policy since 1974 when the republic was restored in Greece. Unemployment will increase in the next months while they decrease salaries and pensions. The government asked for the International Monetary Fund and EU support. They considered government's measures modest and proposed even harder.
The working class replies with the most massive and radical demonstrations since the official dictatorship. In the meanwhile the state tries to terrify us with the increasing police violence, that hits students and the elderly without separation and with the same brunt. In corporation with the media, they name the social fighters as criminals, imprisons, tortures and humiliates them. They try to mark radical wings, anarchists and real communists as provocateurs.
On 5th and 6th May the virulence of the police violence is significant. Thousands of people demonstrate all over the country insisting on their vested rights. Without real reason police attacks the demonstrators, beats, terrifies and arrests them. Police enters without any procurator's permission and evicts a libertarian squat in Athens, attacks a legal social space of immigrants, enters random civilian houses and beat them without arresting them. Demonstrators try to siege the parliament. The conflicts of 5th led to the death of three people, working in a bank although 5th May was a strike.
We should not accept any limitation of our freedoms and rights that were gained with the struggles, even with the blood of the working class. We must stand against the state and the capital. We must use our real weapon: solidarity. Let the world workers shout: NO PASARAN! NOSOTROS PASAREMOS! *
*They shall not pass! We will pass!
Nikos
10 Mayıs 2010 Pazartesi
İçindekiler
Anayasa Paketine İlişkin Kısa Bir Değerlendirme
Anayaso
Hastayım, Hastasın, Hastayız, Hastalar...
21. Yüzyılın Utanç Abideleri: Üniversiteler
Erol'a...
Herkese Değil İşçi Sınıfına Hürriyet
Başka Dilde Aşk
Emperyalizmin Gölgesi Altında Irak Seçimleri
Beyaz Bant / Ortak Şarkılar Koleksiyonu
Ahmet Türk'e Yapılan Saldırının Perde Arkasındakiler
Yine ve Bir Kez Daha Polis Terörü
Bir Şair: Cemal Süreya
Paydasız
Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Son Durum
Umut İşçileri
Kıskanmak
Direnmek kalırdı...
Denizleri Anlamak ve Aşmak
Kapitalist Militarizmin Gölge Oyunu: Nükleer Güvenlik Zirvesi
Az Veren Candan
Tez Antitez Sentez
Kırgızistan'da Kitlesel Seferberlik ve Hükümet Darbesi
bize yazın: iktisatsiyaset@gmail.com
1 Mayıs'ın Ardından
Anayasa Paketine İlişkin Kısa Bir Son Durum Değerlendirmesi
Anayaso
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov ?
Hastayım, Hastayız, Hastasın, Hastalar…
Sen yoktun
Ben bir masala inandım
sonsuzluğuna
Ama sonunu da yazdım
Hüzünlü biten
Tüm renklerini koydum hayatın
Yeşilden sarıya yapraklarını
Usanmadan doğan güneşin parlaklığını
Sessiz kaldığım her an
Birden bastıran
Karanlığı da aldım yanıma
Ve inandım, dile gelmemiş her sözün
Bir yerlerde duyulduğuna
Bazen haykırdığına
Bazen sustuğuna
almora
21. Yüzyılın Utanç Abideleri: Üniversiteler
Erol'a...
Kısa ve tatlı
Hiç yaşanmamış gibi güzel,
Asla yaşamayacağım kadar
Uzak ve gizemli...
Yoklukta yarttığım
Geç bulduğumi
Ama değer vermediğim her şey
Geleceğimde bir yer araken kendine,
Ben hiç yaşamadığım duyguları yazıyorum
sessizce
Kısa ve tatlı
Hiç duyulmamış gibi yeni,
Asla duymayacağım kadar
Uzak ve gizemli...
almora
Herkese Değil İşçi Sınıfına Hürriyet
Başka Dilde Aşk
Emperyalizmin Gölgesi Altında Irak Seçimleri
Beyaz Bant
Ortak Şarkılar Koleksiyonu
Yokuşu bir sonra ki güne çıkan ev,
anımsıyor musun beni?
Haber bültenlerini izlerken bir savaşın haberini almıştık.
Deliler telefonlara sarılmıştı;
gecenin üstünü örtüp
sessizlikle,
uyumuştuk.
Bugün yaşanan şu:
Kavgalarımızın su geçirmez zırhı,
dilsiz bir tarihin
meçhul şarkısına giydirilmiş.
Çalan şarkıyı hatırlıyor musun?
Hiçbir şeyimiz yok bu dünyada...
Ne sermayemiz
Ne evimiz
Ne de kedimiz.
Ortak şarkımızdan başka...
-marmara-
Ahmet Türk'e Yapılan Saldırının Perde Arkasındakiler
Yine ve Bir Kez Daha Polis Terörü
Bir Şair: Cemal Süreya
Paydasız
bir haber beklerken sevdiğinden
yağmur damlaları dehşetli etkilerken seni
öylesine gökyüzünü seyretmek
genişletilse de birleşmeyen paydalar gibidir
bilir misin
senaryolar kendiliğinden yazılırken kafana
sen gider en karamsarını seçersin
korktuğun afetin nereden geleceğini
hatta ne olduğunu bilmeden
hep bir umut arar gözlerin
olmadık okyanuslara açılır
geri dönmesiz olduğunu bile bile
bir kocaman telefon zili duymaktır
dua diye mırıldandığın dudaklarında
saatlerdir beklediğin sabaha inat
ellerini ısıtmayı denersin
milim milim süzersin apartmanları
öylesine gökyüzünü seyredersin
bilir misin
-ihka..
Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Son Durum
Umut İşçileri
İpini kaçırsalar kayıp gidecek sanırlardı
Bu yüzden ne sevgili eli, ne bir içki kadehi
En çok ipleri kavradı elleri sıkı sıkı
En çok ipleri
Kesti de ellerini ipler, hissetmediler acısını
Çocuksu bir sevinçle taşıdılar umudu
Tüm sokaklar umuda çıkar oldu
Kalktı tüm tabelalar caddelerden
Şimdi hepsinin tek bir adı vardı
Umut sokak, umut caddesi, umut şehri...
En çok haritalar yalancıydı
Kıskanmak
Direnmek kalırdı Kürde çünkü yaşamın bir başka adı direnmekti*
Denizler'i Anlamak ve Aşmak
Kapitalist Militarizmin Gölge Oyunu: Nükleer Güvenlik Zirvesi
Az Veren Candan...
Tez Antitez Sentez
Kırgızistan’da Kitlesel Seferberlik ve Hükümet Darbesi
23 Nisan 2010 Cuma
31 Mart 2010 Çarşamba
İçindekiler
“Ermeni Açılımı”na Şövenist Rötuş
Yunanistan'da Kriz
Pencereler, Duvarlar ve Aralıktan Bakanlar
Mart Savunması
Filistin Sorunu ve Ortadoğu'da Hegemonya Mücadelesi
Nazım Hikmet Portresi
Sınırları Olmayan
Şiir
Küresel Kriz Nereden Nereye
Çingenelerin Vatanı Bütün Dünyadır
Egemenlerin Yeni Açılımı: Göçmen İşçiler Dışarı!
Lars Von Trier ve Dogville
GDO Tartışmaları Üzerine
Eşcinsellik Değil, Homofobi Hastalıktır!
Kaçak Çöp Avcıları ve Katık
İki Dil Bir Bavul
Tekel Destekçilerine Gözdağı
Zamanı Taşıyan Güvercine Çağrı
bize yazın: iktisatsiyaset@gmail.com
İlk Söz Yerine
Diğerleri gibi, İ-S’nin yeni sayısı da egemenlere ve onların çığırtkanlarına karşı yükseltilmiş bir karşı ses olma, “bizim” sesimiz olma işlevini elle tutulur hale getirmeye çabalıyor aslında. Kolektif bilincimizin ve ortak emeğimizin, bir anlamda hepimizin ürünü İ-S’ye, yazıları, öyküleri, şiirleri ve çizgileri ile katkı sunan herkese teşekkür ediyoruz, varoluşlarıyla umudumuzu ve azmimizi arttırdıklarını bir kez daha vurguluyoruz.
…
İ-S’nin ilerleyen sayfalarında daha geniş biçimde yer bulan ya da bu sayıda yer veremediğimiz bir çok gelişme olduğunu söyledik. Eksik de olsa bir özet niteliğinde alınabilecek bu metinde, gündemin bazı satır başlarını vermeye çalışalım. İçeride yaşanan gelişmelere dönmeden önce dışarıda neler olup bittiğini kısaca hatırlatmakta fayda olabilir. Örneğin kapı komşumuz Yunanistan’da, küresel ekonomik krizinin şiddetli etkilerinin yol açtığı alt-üst oluşları yakından izleme şansına sahip olduk. İktidardaki sosyal-demokrat hükümetin başını ağrıtan ekonomik krizin faturası, her yerde olduğu gibi Yunanistan’da da işçi ve emekçilere çıkarılmak isteniyor. Bu durumun önümüzdeki yılları da kapsayan “tasarruf tedbirleri” ile açığa çıkarıldığını görüyoruz. Henüz topyekün bir kalkışmaya evrilmemiş, sendikaların ağırlığı altında kaldıkça da evrilmesi zor görünen grevler, gerçek anlamda bir toplumsal alt-üst oluşun ne denli büyük etki yaratacağının kanıtı olarak görülmeli. İşte tam da buradan hareketle AB’nin, hem Yunanistan’a yönelik tutumu, hem de kendi içindeki ayrışmalar daha anlamlı hale geliyor. Yaşanan gelişmeler neticesinde bir kez daha görüldü ki kapitalizm üzerinde yükselen bir Avrupa’nın gerçek anlamda birliği mümkün değil, kurulan suni birlik de ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda kolayca düşmanlığa ve çatışmaya dönüşüveriyor. Yunanistan konusunda bir değerlendirmeyi ilerleyen sayfalarda bulacaksınız.
Öte yandan ABD’nin dış gündemini Ortadoğu’daki işgaller, Irak’ta seçimler, İran’ın nükleer programı ve Filistin-İsrail meselesi oluştururken, iç gündem ise Sağlık Reformu’na odaklanmıştı. Amerikan rüyasından çok geç uyananların, Obama üzerine kurdukları hayalleri tekrar gözden geçirmek zorunda kaldıkları bir dönemde Sağlık Reformu’nun yasalaşması, yeni bir propaganda aracına sahip olmalarını sağladı. Kimilerinin “sosyalist” ilan ettikleri Obama –ki bu şaka ise bile hiç komik değil- seçim öncesi vaatlerinden biri olan Sağlık Reformu’nu zor da olsa yasalaştırmayı başardı. Sağlık Reformu’nun ABD ekonomisi için nasıl bir zorunluluk haline geldiğini, karşıtlarının kopardığı onca gürültüye rağmen bir miktar törpülenerek de olsa nasıl gündeme alındığını unutmamak gerek. Bu noktada ABD gibi, sermayenin hiçbir yerde olmadığı kadar özgürce hüküm sürdüğü bir ülkede, sağlık sisteminin “sosyal devlet” kavramı ile ilişkilendirilebilecek bir şekilde yeniden düzenlenmesinin altında yatan ekonomik nedenlerin üzerinden atlanmaması gerektiğini söyleyelim. Bu ciddi bir yanılsamaya neden olabilir. ABD bütçe açığını kapatma yönünde, sermayenin uzun erimli çıkarlarının bir ürünü olarak geçirilen bu yasa, aynı zamanda dünya ekonomisindeki karmaşaya hız verecek, diğer ülkelerin de devletçi müdahalelerini artırabilecek ve sonuç olarak büyük kırılmaları hızlandırabilecek dinamikler taşıyor.
Filistin ve İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden alev aldığı son günlerde, siyonist İsrail Devleti’nin eylemlerinin yıkıcı etkilerinin, Filistin’de yeniden ve daha güçlü bir biçimde örgütlenmeye çalışılan direnişin ayrıntılarına, ABD’nin ve Türkiye’nin bu noktada oynayacakları kilit role ilişkin detayları içeren bir değerlendirmeyi de yine ilerleyen sayfalarda bulabileceksiniz.
“İçeriye” döndüğümüzde ise geçtiğimiz ay yaşanan bir çok gelişmeye karşılık, gündemin Anayasa tartışmalarına yoğunlaştığını görüyoruz. Bu tartışmalara değinmeden önce Newroz’a ve açılımlara ilişkin birkaç söz söyleyelim. Newroz bu yıl da, her yıl olduğu gibi çoşkuyla ve geniş katılımla kutlandı. Geçen yıllardan farklı olarak devlet tarafından herhangi bir provokasyona girişilmemiş, tüm illerde Newroz kutlamalarına izin verilmiştir. Bunun hem tıkanmış gibi görünen, fakat burjuvazi için vazgeçilmez olan açılım süreci ile, hem de AKP’nin Anayasa Taslağı’nın meclisten ya da referandumdan geçmesinin BDP’den alacağı desteğe bağlı olması ile doğrudan ilişkilendirmek mümkün. Bu, geçmiş Newroz’larda Kürt halkının üzerinde nasıl bilinçli olarak baskı uygulandığının, çatışma ve ölümlerin kimlerin özel organizasyonlarıyla gerçekleştirildiğinin de kanıtıdır.
Ermeni Açılımı’nda ise egemenlerin geldiği son nokta “Göçmen İşçiler Dışarı!”dır. AKP demokrasisinin; iki yüzlü sermaye demokrasisinin gidebildiği yer anormal tepkisellik ve ilkel milliyetçi şovenizm noktasıdır. Bu konudaki tavrımızı gerek bir bildiri metni ile gerekse daha geniş kapsamlı bir başka değerlendirme metnini yayınlayarak ile ilerleyen sayfalarda okuyucuya sunuyoruz.
Anayasa tartışmalarına dönelim şimdi de; AKP’nin uzun süredir gündeminde olan fakat bir türlü eyleme dönüştüremediği Anayasa değişikliği aslında tam da onun elinin içeride ve dışarıda yaşadığı çelişkiler nedeniyle güçsüzlediği bir zamana denk geldi. Yalnız AKP’nin değil, neredeyse bu topraklarda yaşayan herkesin ortak talebi haline gelen darbe Anayasası’nın değiştirilmesi konusunda egemenler arasında bir uzlaşmazlık yaşandığı ortada. AKP, meclisteki muhalefet başta olmak üzere çeşitli sivil toplum kurumları, sendikalar ve patron örgütleri ile görüşme ve “Anayasa Paketi”ne destek arayışı içinde. Hazırlanan taslakta değişiklik yapabileceklerini ifade eden başbakan ve diğer AKP sözcüleri, bazı maddelerde uzlaşmaz tavırlarını korurlarken, CHP kendi alternatif Anayasa paketini ortaya atıyor ve AKP’nin hazırladığı Anayasa üzerinden bir uzlaşma gerçekleştirmeyeceğini ifade ediyor. Özellikle HSYK’da ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısında meydana gelecek değişikliklere tepki gösteren CHP, zaten mevcut hali ile siyasal olan hukukun, AKP lehine siyasallaşmasından tedirgin. MHP ise Anayasa değişikliğine ihtiyaç olduğunu kabul ediyor fakat bunu yeni hükümete bırakmak gerektiğinde diretiyor. Bu noktada AKP ile uzlaşmaya en yakın parti olan BDP ise seçim barajının düşürülmesi, siyasi partilere hazine yardımı gibi konuların yanı sıra AKP’nin hazırladığı taslakta değinilmeyen ana dilde eğitim ve Anayasal vatandaşlık gibi talepleri ortaya atıyor. Patronlar birliği TÜSİAD’ın da hazırlanan taslaktan tatmin olmadığı anlaşıyor. AKP’nin Anayasa taslağında tartışma konusu olan bir diğer konu ise kamu emekçilerinin çalışma ve sendikalaşma hakları ile ilgili. AKP taslağında komik bir biçimde kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkından bahsediliyor fakat grev hakkı tanımayan bir toplu sözleşme hakkı bu. Dolayısıyla hiçbir bağlayıcılığı olmayan, kağıt üzerinde kalmaya mahkum bir haktan bahsedilebilir ancak.
Burjuva medyadan kolaylıkla takip edilebilecek bu olguları sıraladıktan sonra meselenin özüne dönmekte fayda var. AKP’nin derdi yeni, (burjuva anlamda dahi) demokratik bir Anayasa değil, zaten delik deşik edilmiş darbe Anayasası’nın bazı maddelerinin uluslararası sermayenin ve onun sözcüsü olarak kendisinin çıkarları ile örtüşür biçimde değiştirmektir. Ondan bunun ötesini beklemek de bu koşullarda akılcı değildir. O, adına konuştuğu sınıfın çıkarlarını savunmakla yükümlü, biz ise gerçekleri tüm çıplaklığı ile sergilemekle. Anayasa taslağının meclisten geçip, geçmeyeceğini şimdiden tahmin etmek mümkün görünmüyor fakat eğer meclisten geçmezse referandum gündeme gelecek. İşte o vakit bize sunulacak iki seçenekten birini, yani ya Darbe Anayasası’nı ya da Darbe Anayasası’nın revize edilmiş halini desteklemeyi reddedeceğiz. Bir yanda darbe Anayasası'na sarılan, diğer yanda ise “demokrat” görünümlü, fakat darbenin ürünü olduğunun farkındalığı ölçüsünde o Anayasayı törpüleyerek sürdüren burjuva partilerin sınıfsal yüzlerini ifade edeceğiz. İşçi sınıfının ve tüm ezilenlerin haklarını içerecek bir anayasayı savunacağız; bunun yalnızca işçi sınıfının mücadelesiyle elde edilebileceğinin bilinciyle. Ekonomik tabanı ve bütün üst yapıları ile kapitalizmin insanlığa maliyetini ifade edip, gerçek demokrasinin maddi temellerinin nerede olduğunu anlatacağız.
…
Nisan gündeminin ne derece yoğun
olacağı, Nisan’ın işçi ve emekçiler açından, sistemle hiçbir çıkar ortaklığı olmayan insanlığın ezici çoğunluğu açısından ne derece sancılı geçeceği bu günden görünüyor. Çünkü tarih egemenler tarafından yazılmaya devam ediyor. Ama Nisan aynı zamanda Mayıs’ın ön günüdür. 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birliğinin somutlanması ve üretimden gelen gücü ile işçi ve emekçilerin, üzerinde yaşadığımız gezegenin gerçek yaratıcısı olduklarının bilincine varıldığı gündür.
Yeni bir dünya özlemiyle uyanılan sabahların, yeni bir dünya gerekliliğine dair inancın bilince çıktığı akşamların sonsuza kadar sabretmeyeceğini biliyoruz. Egemenlerin yazdığı tarihi değiştirme ümidinin kabaracağı bir 1 Mayıs’ta, alanlarda buluşmak üzere…
İ-S