31 Mart 2010 Çarşamba

Eşcinsellik Değil, Homofobi Hastalıktır!

Türkiye'de 60. hükümetin 1 Mayıs 2009 tarihinden beri Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakan'ı olan Selma Aliye Kavaf, hatırlanacağı üzere Mart Ayı'nın ilk haftasında Hürriyet Gazetesi'ne verdiği demeçte eşcinsellik hakkındaki görüşlerini açıklamıştı. Kavaf'a göre eşcinsellik; bir hastalıktı, tedavi edilmesi gereken bir süreçti. Türkiye'de eşcinsellerin varlığını reddetmeyen Kavaf aynı demecinde Türkiye'de yaşayan eşcinseller için 'vaka' kelimesini kullanmıştı.

Kavaf'ın açıklamasının ardından uluslararası kuruluşlardan ve Türkiye'de bulunan Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti ve Traseksüel örgütlülüklerin (LGBTT örgütlülükleri), feminist grupların ve bazı sivil toplum kuruluşlarının konuya ilişkin tepkisi gecikmedi. LGBTT 12 Mart günü bir kez daha 1973 yılında bilim insanlarının yıllar süren çalışmaları sonucunda elde ettigi eşcinselliğin bir hastalık değil yönelim farklılığı olduğunu belirttiler ve tüm dünyada eşcinselligin bir hastalık olarak görülmediğini, eşcinsellerin tıp dünyasında vaka olarak algılanmadığını ifade ettiler. Aynı gün, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, Bakan Kavaf hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 216 ve 218. maddelerini esas alarak, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve aşağılama” suçlarından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Kavaf henüz verdiği demeçten ötürü özür dilemedi ve açıklamalarıyla ilgili bir yaptırımla karşılaşmadı.
Ancak tepkilerin büyümesi üzerine Sağlık Bakanı Recep Akdağ 'en sağlıklı ilişkinin kadın ve erkeğin arasında yaşandığını, ancak Türkiye'de eşcinsel olmanın zor olduğunu ve bunun bir ayrımcılık sebebi olarak algılanabileceğini' belirtti. Bu sebeple toplumdan; eşcinseller için hoşgörü ve insaf beklediğini açık bir şekilde ifade etti. Utangaç bir şekilde eşcinselliği hastalık olarak belirtmeyen Recep Akdağ aynı konuşmasında çocukların cinsel eğilimlerinin 'doğru' bir şekilde gerçekleşmesi için çalışmaktan ve eşcinsel ilişkinin normal ilişki olan kadın-erkek arasındaki ilişkiden farklı olduğunu belirterek bir kez daha normal ilişki-anormal ilişki kavramlarını dile getirmekten de bir sakınca duymadı.

Basın Açıklamalarında Eşcinsellik Tartışması
10 Mart tarihinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) ve Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) yaptıkları basın açıklamasında eşcinsellik, biseksüellik ve heteroseksüelliğin insanda tanımlanan yönelim olduğu gerçeğinden hareketle eşcinselliğin bir hastalık olmadığını ifade ettiler. Eşcinselliğin kişinin iradesinden bağımsız olduğu ve genellikle bireyde ergenlik döneminde anlaşıldığı ve biyolojik ya da sosyal belirleyicisi ne olursa olsun kişi tarafından degiştirilecek ya da tedavi edilecek herhangi bir durum olmadığı basın açıklamasında belirtilmiştir. TPD ve CETAD, Kavaf'ın açıklamasında yapılan ve sonuçları toplumsal boyutta çok ağır olabilecek bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekliliğine bir defa da bilimsel açıklamalarla vurgu yapmışlardır.
TPD ve CETAD'ın bu açıklamalarının ardından aynı hafta içinde İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Vakıf adına karşıt bir basın açıklamasını kamuya sundu. Vakfın sözcülügünde Tarhan, eşcinselliğin doğaya uymayan bir sapma olduğunu ve eşcinsellerin tıpkı hayvanlara cinsel sevi (zoofili), eşyaya cinsel sevi (fetişizm) gibi koruyucu ruh sağlığı sınırlarında sosyal bir problem olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Eşcinsellere karşı nasıl davranılması gerektigini ise, saygı gösterilmesi ancak yeri geldiğinde onaylanmadığının beyan edilmesi olarak açıklayan Vakıf, düzenlenecek eğitim ve sağlık politikalarıyla eşcinselliğin önüne geçilebileceğinin müjdesini (!) vermiştir.

Türkiyeli Eşcinseller ve Gerçekler
Bilgi kirliliğinin oldukça yoğun yaşandığı, Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan'ın tüm dünya bilim insanlarının yıllar önce kabul ettiği bir gerçekliği reddetmesi, içerisinde doktorların, bilim insanlarının bulunduğu bir Vakfın, bakanın verdiği homofobik demeçe yaptığı basın açıklamasıyla destek çıkması Türkiye'de zaten oldukça yaygın bir kanı olan eşcinselliğin hastalık olduğu söylentisini kitleler tarafından bir kez daha inandırıcı hale getiriyor. Bunun yanında Türkiye'de yaşayan eşcinsellerin yaşamlarını tehdit edici boyutta olan uygulamaları ve yaşananaları gözardı ediyor.
Resmi ağızlardan yapılan normal ilişki - anormal ilişki tanımlarının, eşcinsellerin tıbbi bir vaka olduğu ve eşcinselliğin hastalık olduğu açıklamalarının yaratacağı sonuçlar oldukça tehlikelidir. 'Bir 8 Mart Yazısı' başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere, genel kabuller ve kişisel inançlardan ötürü her yıl yaklaşık 40 eşcinsel, trans ve biseksüel, cinsel yönelimlerinden dolayı öldürülüyorlar. Nefret cinayetleri olarak ifade ettiğimiz bu cinayetlerin temelinde ataerkil toplumda yetişen kişideki homofobi yer alıyor. Homofobi ve cinsiyetçilik, bugün kadınlar, eşcinseller, translar ve biseksüeller için yaşamsal bir tehdit unsurudur. Cinsel yönelimlerinden dolayı devamlı taciz ve tecavüze uğrayanlar, sokakta yürüdükleri için emniyet tarafından kendilerine kesilen trafik cezaları sebebiyle evlerinden dışarı adım atamayanlar, cinsel yönelimleri sebebiyle hiçbir işe kabul edilemeyenler... Bu saydıklarımız Türkiyeli bir eşcinselin sıklıkla karşılaştığı sorunlardır. Heteroseksüel bir insandan hiçbir farkı olmadığı halde, toplumun her alanında dışlanan eşcinsel, biseksüel ve translar, aslında kapitalizmin muhtaç olduğu biricik 'heteroseksüel eril aile yapısı' sebebiyle kendilerine yer bulamamaktalar. Klasik aile yapısındaki tüm rollerin paramparça edildiği eşcinsel evlilikler ya da eşcinsel yaşantılar Recep Akdağ'ında belirttiği üzere “Türkiye toplumuna göre değil”dir.


Sanatta Homofobi ve Cinsiyetçilik
Sadece fiziksel anlamda bir şiddet değil, kültürel olarak da homofobi kendisini iyiden iyiye hissettirmekte. Geçtiğimiz ay Kaos GL'nin düzenlediği 'Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda seçilen öykülerce oluşan 'Aşkın L Hali' isimli kitaba İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldı. Savcılık, soruşturmanın sebebini 'lezbiyenliğin doğal olmayan cinsel ilişki' olması olarak ifade etti. Ayrıca lezbiyenlik kelimesi müstehcen bir kelime olarak ifade edildi. Benzer süreçler, Ben Mila'nın "Perinin Sarkacı", Guillaume Apollinaire'in "Genç Bir Don Juan'ın Maceraları", Fransız P.V.'nin yayına hazırladığı "Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları" adlı kitapların da başından gemiştir.
Sakın bunun yeni bir uygulama olduğu düşünlümesin, konu kadının özgür cinselliği ya da eşcinsel ilişkiler olduğunda sanatta, kültürde gerçek yaşamda kısıtlamaların yakın tarihi oldukça kalabalık. Sıklıkla askeri darbe dönemini eleştiren AKP hükümetinin genel ahlak yapısının, askeri darbe dönemlerine oldukça benzemekte olduğunun farkındayız. Benzer uygulama ve açıklamalar 12 Mart ve 12 Eylül döneminde de oldukça yaygındı. Öyle ki kadının cinsel yaşamını birkaç öyküsünde oldukça edebi bir biçimde işleyen, edebiyatta kadının erotizmini sözcükleriyle bize ileten öykülerin sahibi Sevgi Soysal'ın kitapları 1971 yılında toplatılmıştı. 12 Eylül'ün yasaklı kitapları arasında Sevgi Soysal ve benzer konuları işleyen birçok yazarın eserleri de yeniden yerlerini almışlardı.
Kısacası burjuvazinin, toplum, ama asıl olarak işçi sınıfı için tasarladığı 'genel ahlak' sermayenin düzeni açısından son derece yararlı. Bu sebeple eril aile yaşamı kolayca vazgeçilebilinecek bir 'gelenek' değil. Bu uğurda, 21. yüzyılda, 40 yıl öncesinden bilim çalışanlarının kabul ettiği gerçeklikler bir şekilde görmezden gelinebilir. Bunda her dönem, her ideolojik sürecin kendisini savunanları ve kendisini teorize edenleri mutlaka bulacak olmasının verdiği rahat hissedilir. Bu durum; her arzın bir talebe karşılık geldiği serbest piyasa düzeniyle uyum içinde çalışır.
Genel ahlak, heteroseksist eril aile yapısı, üreme amaçlı, yeni işçileri yetiştirme amaçlı cinsellik, arzuların bastırıldığı hastalıklı toplum kapitalizmin içkin doğasıyla iyi anlaşmaktadır. Bu durumda bir hastalık olarak homofobi görmezden gelinebilirken, arzuların önüne geçilmediği, bastırılmadığı farklı cinsel yönelimler her daim düzenin çarkına taş koyan olarak algılanır.

Eşcinsel örgütlülükler ve Sınıf Mücadelesi
Bugün LGBTT dernekleri aşklarını örgütlüyor ve cinsel yönelimlerine sahip çıkıyorlar. Ve haykırıyorlar, 'Yaşasın örgütlü mücadelemiz, homofobi nefret, insansan reddet!'
Burada eşcinsellerin varolma mücadelesi anlamdır. Ancak homofobi ve cinsiyetçilik gibi iki tehlikeli olgunun ortadan kalkması için basit bir kitle bilinçlenmesi yeterli değildir. Çünkü yaşamakta olduğumuz yerkürede, kendisine gerekli eril düzeni daima muhafaza edecek artı değer sömürüsü varlığını sürdürmektedir. Sınıflı toplumların seksist yapısının bugün homofobiyi ve cinsiyetçiliği doğurduğu gerçeğinden hareketle, kişisel bilinçlenmenin ötesinde topyekün kadınların, eşcinsellerin, transların ve erkeklerin sınıf mücadelesi içerisinde birlikte mücadele etmeleri gerekliliğine geliyoruz. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi iletişim araçlarını kullanarak kitleleri bilinçlendirmek bu işin önemli bir kısmı olsa da yetersizdir. Eşcinsellerin, transların, biseksüellerin, kadınların ve erkeklerin de kurtuluşu kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Aksi takdirde tüm sivil toplumcu çalışmalar yetersiz kalacagi gibi kapitalizmin iyilestirilmesi yalanina ortak olunmasina neden olur ve biz nefret cinayetlerini, kadın cinayetlerini ve hak gasplarımızı uzunca bir süre daha izlemek zorunda kalırız.

Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sından kısa bir alıntıyla yazımızı sonuçlandıralım.

'Gitarını yeniden aldı eline (Tante Rosa). Aşkın da örgütlenmesi, haklarını savunulması gereken bir şey olabileceğini düşündü.'


15 Mart 2010, Ankara

Hiç yorum yok: