SSCB’de Cinsel Devrim ve Onun Boğuluşu
1917 Ekim devriminin ardından SSCB’deki deneyimler her şeyden önce yer ve zaman bakımında çok büyük bir değişimi hedefliyordu. Çarlık Rusya’sının katı, ataerkil yasaları ve bunların toplumsal mirası, cinsel devrimin uygulamaya geçirilmesini oldukça zorlaştırmıştır. Hem Çarlığın otoriter yönetimi, hem de burjuva ailenin devlet tarafından desteklenen disiplini insanların büyük değişimlere uyum sağlamasını zorlaştırıyordu. Ancak değişen sosyal düzen, bu katı koşullarda bile kısa sürede büyük kültürel değişimlere zemin hazırlamıştı. Zor olan şey bundan önceki ataerkil toplumun kabuğunu kırabilmek ve insanlara yeni bir anlayışla “yaşama sevincini” getirebilmekti. Ancak değişen bütünün parçaları gibi cinsel devrim de değişen bu yapının parçası olarak topluma yön vermeli, gerekli boşluğu doldurmalıydı ve dolduruyordu da.
Bu kültürel değişim burjuva ahlakı gibi tepeden inme yöntemlerle değil, rahatlık ve özgüven içinde kendiliğinden bir ivme kazanmalıydı. Aile ve evlilik konusunda tam anlamıyla bir değişim öngörülüyordu. Ancak düşünülen geçmişin bu kurumlarını bir anda ortadan kaldırmak değildi. Sabırlı bir şekilde gelişmeleri izleyen değişim yanlıları, yıllar içinde zorlama evliliklerin nasıl birer birer özgürlüğe açıldığını, ailelerin katı yapısının nasıl rahatladığını ve hatta yok olduğunu takip etti. Cinsel baskının temelleri olan özel mülkiyet ve sınıf toplum yapısı kökten sarsılmıştı.Devrimden önceki Rus toplumunun yapısına bakıldığında, devrimden sonraki bu kısa dönemde ne büyük bir ilerleme kaydedildiği görülür. Çarlık Rusya’sının toplumsal yapısı, erkeğin tek ses olduğu ataerkil toplumun en uç örneklerinden birini teşkil ediyordu. Kocaya, kadın ve çocuk üzerinde sınırsız yetkiler tanınıyordu. Kadının, evlilikte kocasının emirlerini uygulamak ve çocuk doğurup bakımını yapmaktan başka rolü yoktu. Aynı şekilde, yasalar aileleri, çocuklara karşı büyük bir sıkıyönetime teşvik etmekteydi. Ana-babalarının sözünden çıkan çocuklara hapis cezalarına kadar giden cezalar uygulanıyordu. Yani devlet, hayatın her alanında yoğun bir hiyerarşik ilişkiler ağı geliştiriyordu. İnsanı sürekli üstlerine karşı hesap vermek zorunda bırakan bir makineye çevirmişti. Örneğin kadının yasalarda belirtilen konumu madde 107’de şöyle ifade ediliyordu: “Kadın, ailenin başı olan kocasının sözünü dinlemek, ona sınırsız sevgi ve saygı beslemek, her an dediğini yapmak, her an iyiliğini düşünmek, evin hanımı olarak sıcak bir sevgi göstermek zorundadır.” Eğer hemen akla şeriat yasaları geliyorsa sebebi açık, çünkü insan ilişkilerini üretim ilişkileri belirler. Sadece ekonomik anlamda ezilme yeterli değildir. Bu düzenin devamını sağlayacak koşul insanları itaat kültürüne alıştırmaktır. Kapitalizm bu düzenin zeminini zaten hazırlar. Madde 165; ana-babaların dikbaşlı, söz dinlemeyen çocukları evde cezalandırmaya hakları vardır. Evde verilen cezalar yetişmezse çocuklar ana-baba otoritesine uymamaktan hapse attırılabilirler. Bunun yanında kocasından kaçan kadınların silah zoruyla geri getirilebileceğini, ana-babasına karşı gelen çocukların suçlarının yüz kızartıcı suç kapsamında değerlendirilmesi gibi sayısız yasa Çarlık Rusya’sının kanunlarını oluşturuyordu. Bunların yanında evlilik dışı birliktelikler ve eşcinsellik ağır cezalar kapsamındaydı. Bütün bu örnekler, Rus toplumu için cinsel devriminin gerçekleşebilmesinin hayal olduğunu düşündürüyor. Ancak tam tersine cinsel devrim SSCB’de inanılmaz bir hızla gelişmiştir. Bu bakımdan anlattıklarımız kimseye çok uzak gelmemeli.
Ailenin tasfiyesi ve diğer gelişmeler
Cinsel devrimin en büyük eksikliğinin onun
Marx ve Engels gibi kuramcılarından yoksun olması olarak görülüyordu. Bu gerçek üzerine Lenin kültürel devrimin çekirdeği sayılan cinsel devrim için, ona önderlik yapabilecek kişilerin sosyalizm için en önemli şeyi yapacaklarını söyleyerek toplumsal devrim ve sınıfsız toplum yolunda cinsel devrimin önemini dile getirmiştir. Cinsel devrim Lenin’in 19-20 aralık 1920’de iki hükümet kararı yayımlamasıyla yasal güvenceye de kavuşturularak doğrudan uygulamaya koyulmuştu. Bu kararlardan birisi zorunlu evliliğin kaldırılmasına ilişkindi. Diğer yasa değişikliği ise evliliği, çocukları ve bunların nüfus kütüklerine geçirilmesi konusundaki düzenlemeydi. Bu iki yasayla birlikte evlilikte kocanın devletten gelen erkine büyük ölçüde son veriliyordu. Cinsel birlikteliğin kütüğe işlenmesi de zorunluluk olmaktan çıkarılmıştı. Bu birliktelik, tarafların geçmişten gelen alışkanlıkları sebebiyle kendi istekleri doğrultusunda kütüğe geçirilse bile, başkalarıyla ilişki kurmak suç olmaktan çıkarılmıştı. Tabii ki bu durum geçmişteki gibi sadece erkeğe tanınan bir özgürlüğe dönüşmüyordu. Çünkü artık kadın da, üretim sürecine hızla çekilmesiyle beraber en az erkek kadar ekonomik özgürlüğe sahip olmaya başlıyordu. Bunu boşanıp kendi ayakları üzerinde durabilen kadınların sayılarının yıldan yıla artmasından anlayabiliyoruz. Boşanma halinde “nafaka” geçici olarak kadının ekonomik özgürlüğünü eline alana kadar, yani işsizse iş bulana kadar uygulanıyor ve “geçici bir önlem” olarak ele alınıyordu. Evlilikler de, anlaşmazlıklar olduğunda, kurulduğu kadar çabuk bozulabiliyordu. İki taraf da hemfikirse hiçbir gerekçe göstermeden boşanabilmek mümkün hale gelmişti. Burada önemli bir noktaya değinmek gerekir. Ailenin dağılması yada evliliklerin sona ermesini olumlandırmak vicdansızlık değildir. Zaten devrimle hedeflenen şey de bu değildir. Devrim aileleri tepeden inme yasalarla yıkmaz, onun hedefi ancak ve ancak üretim araçlarını ellerinde bulunduran burjuvazidir. Toplumsal devrim bunu sağladıktan sonra aileyi bir arada tutan ekonomik ve sosyal düzen de kendiliğinden ayrışmaya başlayacaktır. İkinci aşama olarak baskıcı tutucu burjuva yasaları da ortadan kaldırıldığında, gerçekte sevgi ve paylaşıma dayanmayan, kadının ezilmesini yeniden üreten ve egemen ideolojinin nesilden nesile aktarımda çekirdek rolü gören aile kendiliğinden dağılacaktır.
SSCB’nin eşcinselliğe bakış açısı en başında beri belliydi. Sovyet yasama meclisi, çarlık döneminden kalma eşcinselliği ağır hapis cezalarına çarptıran yasayı daha ilk günlerden kaldırmıştı. Bu konuya da diğer konularda olduğu gibi bilimsel bir bakış açısı kazandırılmıştı. Eşcinselliğin doğuştan gelen bir yönelim olduğu kabul edilmiş ve cezalandırılmasının mümkün olamayacağı net bir şekilde ortaya konmuştu. Eşcinsellerle toplumun geri kalanı arasındaki duvarlar bu yasa düzenlemesiyle kaldırılmaya başlanmıştı. Bu devasa adım, eşcinselliğin “modern demokratik” burjuva dünyasında, reddedilemeyecek bir gerçeklik olarak kabulünün 1900'lerin sonuna denk geldiği hatırlanırsa daha net anlaşılacaktır.
1920’li yıllarda, bütün burjuva dünyasında insanlara verilen değer ortadayken, SSCB’de ise homofobinin silinmesi, eşcinselliğin özgür kılınması, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık ve erkeğin egemenliğinin sona erdirilmesi gibi kavramlar çoktan sorgulanmaya hatta düzeltilmeye başlanmıştı. Bütün dünya ve burjuva demokrasisinin gelecek 50-60 yılda tartışacağı konuları, Sovyetler birkaç yılda tartışılır hale getirmişti. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler ise uygulanabilirlik anlamında ilk defa karşılaştıkları bu kavramlarla burjuva demokrasisine yön vermişlerdir.
Bütün bu değişim rüzgarı gençler için büyük bir fırsat olmuştur. Sovyet gençliği için yepyeni bir ideal yaratılıyordu. Gençleri itaate zorlayan, edilgen kılan, cinsel bakımdan körelten bir sürü kokuşmuş yasa ve ahlak kuralı, cinsel devrim sloganıyla ve mücadelesiyle teker teker yıkılıyordu. Yerine sınır tanımayan, sağlıklı cinsel doyuma teşvik edilen, işinden zevk alabilen, özgür kararlarının desteklendiği, yepyeni bir gençlik yaratılıyordu. Bu ideale sahip gençler soyut hayaller peşinde değillerdi. Yaşadıkları ortaklaşmacı topluluklarla hem birbirlerine güç veriyorlar, hem de kendi özgür alanlarının kendi ellerinde olduğunu bilmenin güvenini yaşıyorlardı. Yani toplumun içinde birey olabilmelerini sağlayan gerçek bir yaşama sahiptiler. Komünal yaşam gençlerin bütünüyle kendi yaşamlarını yönetebilmelerini sağlıyordu. Devrimin her anlamda olumlu hale gelebilmesi için insanların tam anlamıyla yaşama sevincine ulaşabilmeleri gerekiyordu. İnsanların birbirleriyle kurdukları ekonomik ve sosyal ortaklık, belki maddi olarak gençlerin bütün isteklerine karşılık veremiyordu ancak; ihtiyaçlarını birbirleriyle gidermeleri, her anlamda daha fazla tatmin olma hissi sağlıyordu. Yani hem duyguların, hem cinselliğin, hem doğanın, hem de her şeyin tüketildiği bir dünyadan, bütün bunların “üretildiği” bir dünyaya geçilmeye başlanmıştı.
Cinsel devrimin boğuluşu
Bu dönemi yakından takip edenler, cinsel devrimin yalnızca bürokratik karşı devrimle yıkılmadığını; bu yıkımın, SSCB’nin kendi içinde yaşadığı bilinç bulanıklığından da kaynaklandığını söylüyorlar. O dönemde cinsel bilincin sınıf bilincine zarar verdiği gibi görüşler mutlaka birileri tarafından dile getiriliyordu. Ancak öncesi bu kadar karanlık bir toplumun, birkaç senede evliliğin ve ailenin dağılmasına kadar varan bir sürece girebilmesi, bu bulanıklığın da giderilmesine yetecek oldukça uzun bir sürenin olduğunu gösteriyor. Cinsel devrim konusunda en büyük ihanet Stalinizmin kendisidir. Üstelik sadece yaptıklarıyla değil, yapmadıkları kadarla da hem cinsel devrimi hem de kültürel devrimi boğmuştur. 1924 yılından itibaren cinsel devrim konusunda 10 yıl boyunca sadece geçmişte yapılan düzeltimlerden yararlanılmış olduğu söyleniyor. Bunun dışında topluma ivme kazandıracak herhangi bir değişiklik olmadığı belirtiliyor. Bu dönemde cinsel devrimin bütün kazanımları toplum tarafından sindirilmeye çalışılırken, işçi sınıfından iktidarı 1920'lerin ortalarından itibaren gaspetmeye başlayan bürokrasi tarafından dinamitlenmeye çalışılmıştır. Ancak temeli sağlam bir yapıyı baltalamak büyük güç istediği için Stalinist bürokrasi bunu ancak 1933-35 yıllarında gerçek anlamda uygulayabilmiştir, bu tam da bürokratik karşı devrimin zaferini sağlamlaştırdığı yıllara denk düşer: Stalinist bürokrasi tarafından “sosyalizmin kurulduğu” masalı anlatılmaya başlandığında, işçi sınıfı tamamen yenilgiye uğratılmış ve işçi devleti yıkılmıştı. Bu yıllarda cinsel devrim hem basın, hem yasalar yoluyla tam anlamıyla boğulmuştur. Örneğin gazetelerde kadınların çocuk aldırmamalarını, çocukları doğurmalarının son derece iyi olacağını söyleyen yazılar çıkmaya başladı. Yine bu yıllarda babalık ve yurttaşlık birbirine karıştırılmaya başlanmış, kötü bir babanın iyi bir yurttaş olamayacağı yazılır olmuştu. Basında evlilik, eşlere sadakat abartılı şekillerde övülmeye, hatta çok çocuklu, eşine sadık kadınlar ödüllendirilmeye başlanmıştı. Çocukların kendi aralarında oynadıkları cinsel oyunlar yetişkinlerin gözüne batmaya başlamış, ve bunlara müdahale edilmesine karar verilmişti. İşçi devriminin en önemli getirilerinden biri olan ve her bakımdan özgür bireylerin yetiştirilmesinin amaçlandığı az sayıdaki 'çocuk yuvaları' da bu süreçte kapandı.
Eşcinsellik konusundaki görüşler, eşcinselliğin doğulu yarı ilkel bir alışkanlık yada ahlakı bozulmuş burjuva sınıfının yozlaşmışlığı olduğu çevresinde birleşmeye başlamıştı. Eşcinselliği yasaklayan yasa ise 1934’te resmen yürürlüğe girdi ve bunu bir eşcinsel avı izledi. Gorki gibi bir yazarın dahi eşcinselliği yukarıda belirttiğimiz şekilde tanımladığını ve bürokrasinin “aydın” desteğini oluşturduğunu belirtelim. Buna çocuk aldırmayı yasaklayan yasa da dahil olunca cinsel devrim başarıyla yok edilmiş olundu. Bu tarihlerden sonra SSCB buyurgan ahlakın gerici yasalarına dönüş yaptı. O güne kadar özenle geliştirilen bütün kazanımlardan, bağnaz kafa yapısını hiç değiştirmeye çalışmamış karşı devrimin siyasi önderleri bürokratlar sayesinde geri dönülmüştü. Tarihteki ilk cinsel devrim deneyimi, SSCB’de büyük ölçüde başarıya ulaştı. Ancak bu örnekte de görüldü ki, cinsel devrim yalnızca bir toplumsal devrimin ardından mümkündür ve onu yönetebilmek ve gerçekleştirebilmek için zorunludur. Burjuva toplum içerisinde, kronikleşen sorunların çözümünün mümkün olmadığı bu deneyimlerle kanıtlanmış oldu. Üretim ilişkilerini değiştirmeden ailenin, kadın erkek eşitsizliğinin, aile içinde baskıya uğrayan çocuğun kişisel gelişiminin doğurduğu sorunların ortadan kaldırılamayacağı anlaşıldı. Reformist çabalar tutucu ahlakı temelde korurken, yalnızca basit yer değiştirmeler yoluyla “mış” gibi yapar. Kadına ve çocuğa yönelik şiddeti engellermiş gibi yapar, kadını ekonomik olarak erkeğe bağlarken, haklarını iade edermiş gibi yapar. Sınıflı toplumun güçler dengesi değişmediği sürece, insanlığın cinsel kimliği, onarılması güç yapısal değişimlere uğrayacaktır ve uğramaktadır. Bu çürümüş gerici ahlak zırvasını kapitalizmin kendi dinamiklerinde eritip, günümüz koşullarına ayak uydurmasını beklemek artık tahammül edilemez. Geçen yüzyılla bugün arasında toplumsal kafa yapısında temelde değişen hiçbir şey olmamıştır. Kapitalizmin yarattığı sınırsız gelişmelerin, yatırımların bu çürümüş zihniyeti ortadan kaldıramayacağı açıktır. Çünkü bu çürümüş ahlak da kapitalizmin kendi dinamiklerinden biridir ve onun can damarıdır. Rus devriminin gösterdiği gibi, onun kesilmesi yalnızca bir işçi devrimiyle mümkün olacaktır.
Kaynak: Cinsel Devrim; W. Reich, Marksizm ve Cinsel Devrim; Alexandra Kollontai
Homo homini lupus
(ims)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder