2 Mart 2010 Salı

314 Bin Öğretmen Açığı, 300 Bin İşsiz Öğretmen ve 40 Bin Atama

Türkiye'de çığ gibi büyüyen işsizler ordusunun önemli bir oranını diplomalı işsizler oluşturuyor. Diplomalı işsizlerin başında da diplomalı işsiz öğretmenler geliyor. Önceki yıllarda, diplomalı öğretmenlerin işsiz kalacağını duysak inanmazdık, hatta halk arasında öğretmenlik “garanti” bir meslek olarak bilinirdi. Alışık olmadığımız durum yani öğretmenlerin de işsiz kalabileceği bugün artık bir gerçek ve halk, öğretmenliği garantili bir meslek olarak görmüyor son yıllarda. İşte bu yazıda, politik bir bakış açısıyla başta diplomalı işsiz öğretmenler olmak üzere ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin sorunlarına ve bu sorunlar neticesinde örgütlü mücadelelerinin eksilerine ve artılarına değineceğiz.


Yazının başlığından da anlaşıldığı gibi, şakası bile kötü olan bu gerçekle ne yazık ki karşı karşıyayız. Yapılan araştırmalara göre, şu anda devletin eğitim kurumlarında 314 bin öğretmen açığı* bulunuyor. Bu öğretmen açığı sayısına neredeyse eşdeğer olarak 300 bini aşkın diplomalı işsiz öğretmen atama bekliyor. Buna karşılık, bakanlık yetkilileri, bu yıl için 40 bin öğretmenin atamasının yapılacağını “müjde” olarak duyurdu. Duyurulan “müjde”ye göre, 40 bin yeni öğretmenin atanacağı anlaşılıyor fakat hiç de öyle değil; şu anda sözleşmeli olarak çalışmakta olan öğretmenlerden 10 bini yapılacak atamaların içinde yer alıyor. Tabii buradaki amaç, toplumu yanılgıya düşürecek şekilde atama sayısını şişirerek hükümetin istihdama yönelik başarılı adımlar attığını göstermek. Bir de şu var; atanacak öğretmenlerin sayısı, emekliliğe ayrılan, istifa eden, ölen, vb. öğretmenlerin sayısının %80'nine karşılık geliyordu; hükümetin “başarılı” istihdam politikaları çerçevesinde bu oran, önce %50'ye şimdi de %25'e düşürüldü. Yani aslında, bakanlık, öğretmen açığını giderecek bir atama yapmıyor, görev yapamayacak öğretmenlerin yerini yeni yapılacak atamalarla doldurmaya çalışıyor. Dolayısıyla, diplomalı işsiz öğretmenlerin sayısı değil azalmak hızla artacak.

Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilen Nimet Çubukçu, görevinin ilk günlerinde sözleşmeli öğretmen atamalarının yapılmayacağına ilişkin bir açıklamada bulundu. Özel sektörde ve kamu sektöründe kadrolu alımların hayal olduğu, sözleşmeli alımların yaygınlaştığı bir dönemde Bakan Çubukçu, sözleşmeli öğretmen ataması yapılmayacak açıklamasıyla işsiz öğretmenlerin kabaran öfkesini yumuşatmaya çalışmıştır elbette. Velev ki sözleşmeli öğretmen ataması yapılmasa bile, devletin eğitim kurumlarında çalışacak öğretmenlerin hepsi kadrolu olmayacak. Çünkü sözleşmeli ve kadrolu atamalar dışında ücretli ve vekil öğretmen alımları yapılıyor. Hem de lise mezunu ya da herhangi bir önlisans veya lisans bölümünden mezun olmak yeterli. Bakan Çubukçu aslında baklayı ağzından kaçırarak şunu demeye getiriyor; özellikle ücretli öğretmen alımını hiçbir şekilde kaldırmayacağız, hatta bunu şu anda olduğu gibi devletin tüm eğitim kurumlarında daha da yaygınlaştıracağız. Öte yandan, Bakan Çubukçu'nun öğretmenlerin her yıl Şubat ayında yapılan atama hakkını gasp etmesi, işsiz öğretmenlerin karşısında devede kulak kalan 40 bin atamanın üstüne gelince işsiz öğretmenleri oldukça öfkelendirdi ve tepkilerine yol açtı.

İşsiz Öğretmenlerden Yükselen Ses: “Ücretli Köle Olmayacağız”
İşsiz öğretmenler, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler; işsizlik, gelecek kaygısı, atamalarının yapılmaması, güvencesiz çalışma koşulları, KPSS gibi bir sınavın olması nedeniyle aynı ortak sorunlara sahip olmaları onları ortak paydada topluyor. Söz konusu öğretmenler başlangıçta Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) adı altında örgütlendiler. Ancak, daha sonra bir grup öğretmen, platformun demokratik zeminden uzaklaşması ve bürokratik bir işleyişe dönüşmesini farketmesi üzerine platformdan ayrıldı ve İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu'nu (İGEP) kurdu. Her iki platform, sorunlarının çözmü için mücadele ediyor fakat mücadele yolları birbirinden farklı. AYÖP, 31 Ocak günü Ankara'da, farklı şehirlerdeki örgütlerinin katılımıyla kitlesel olarak bir eylem gerçekleştirdi. Yine geçtiğimiz günlerde, MHP'li bir milletvekilinin aracılığıyla taleplerini bildiren bir basın açıklaması yaptı. İşçi sınıfının birliği ve militan örgütlü mücadelesinden uzak bir şekilde burjuva politikacılarla ilişki kurarak bürokratik bir işleyişe sahip olduğunu gösteren AYÖP'in aksine İGEP, mücadelesini ikiyüzlü burjuva politikacılardan bağımsız olarak emek eksenli ve Tekel işçilerinin mücadelesiyle birleştirerek sınıf kardeşleriyle birlikte yürütüyor. Bu, onların haklarının ancak bu şekilde kazanabileceklerinin bilincinde olduğunu gösteriyor.

Her iki platform, “ücretli köle olmayacağız” şiarını kendileriyle özdeşleştirerek ücretli öğretmen çalıştırılmasına öfke kusuyor. Onların haklı öfkesine neden olan ücretli olarak çalışmak; başka bir ifadeyle burjuvazinin ısrarla vurguladığı esnek çalışma, 350-600 TL arasında değişen ücretlerle, yarı-sigortalı, iş güvencesi ve sağlık güvencesi olmadan, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bir şekilde çalışmak demek. Bakanlığın resmi verilerine göre, devletin eğitim kurumlarında 61 bin ücretli öğretmen çalışıyor; bir o kadar öğretmen de, çalışma koşullarının ağır ve sömürünün yoğun olduğu dershanelerde var. Özel sektörde esnek çalışma biçimi yaygın zaten, hatta burjuvazi son zamanlarda bunun özel sektör olan bütün çalışma yerlerinde uygulanmasının gerekli yasal zeminin hazırlanmasını talep ediyor kendi devletinden. Kamu sektöründe de uzunca bir zamandır uygulanmaya başladı ve uygulanmaya devam ediyor. Devletin özellikle kamu sektöründeki amacı, eğitimi toplumsal ve sosyal hizmet kapsamından çıkarmak, kamu harcamalarını azaltmak, işgücü maliyetini azaltmak, işgücü rekabetinin önünü açmak ve emekçileri bir bütün olarak bölmeye yöneliktir.

Söz konusu öğretmenlerin talepleri arasında öğretmen açığının giderilmesi, diplomalı işsiz öğretmenlerin atamalarının yapılması, ücretli ve sözleşmeli öğretmen atamalarına son verilmesi dışında bir de KPSS sınavının kaldırılması var. Çünkü hem diplomalı işsiz öğretmenlerin atanmalarına engel olan hem de diğer diplomalı işsizlerin, devletin herhangi bir kurumunda çalışabilmesine engel olan KPSS sınavıdır. Öğrencilik hayatı boyunca büyük bir stres altında sınavlarla boğuşmak zorunda kalan/bırakılan üniversite mezunlarının, diplomalarını aldıktan sonra devletin herhangi bir kurumunda çalışması gerekiyorken, KPSS sınavı ile birlikte, yıllarca hayalini kurduğu umutlar bir çırpıda suya düşüyor. Devlet, tıpkı ÖSS'de olduğu gibi KPSS sınavını getirerek bölümü ve iş hayatı ile yakından uzaktan hiç alakası olmayan sorduğu sorularla saçma sapan sınav olmanın ötesinde üniversite mezunlarının KPSS sınavını kazanabilmesi için KPSS sınavlarına yönelik dershaneler diye bir şey ortaya çıkardı. Her yıl bu ve buna benzer sınavlara başvuru ücreti adı altında alınan paraların haddi hesabı yok. Ayrıca, dershanelere emekçi ailelerden milyonlarca lira akıtılıyor. Peki, sonuç ne oluyor? Eğitim fakültesi mezunu işsiz öğretmenler KPSS sınavını kazansa dahi yetmiyor, mezun olduğu branşında açık olması lazım ki, ancak o zaman öğretmen olabiliyor; ama ücretli ve sözleşmeli olarak! Bu “şanslı” olanlar için, bir de şanssız olanlar var ki, onların durumu daha da vahim. KPSS sınavını kazanamadığı için ya da kazandığı halde ataması yapılmadığı için, gazetelerin üçüncü sayfalarında alışık olduğumuz cinayet haberlerinin yanı sıra öğretmenlerin intihar etme girişiminde bulunduğu türden haberlerde rastlıyoruz onlara son zamanlarda.

Küçük-burjuva solu tüm bu sorunların nedenini AKP hükümetinin kötü niyeti üzerinden temellendiriyor. Oysa ki, bunun nedeni kötü niyetlerden ya da kişilerden kaynaklanmıyor; yani tüm bunlardan bağımsız olarak küreselleşen dünyada küresel kapitalizmin iç dinamiklerinde yatıyor; AKP hükümeti sadece küreselleşmeci-kapitalist politikaların uygulayıcısı. Kaldı ki, bugünkü özelleştirme politikaları temeli 12 Eylül askeri darbesinden sonra Türkiye'nin küresel kapitalizme entegre olmasıyla birlikte Turgut Özal tarafından atıldı. AKP hükümetinin şimdi yaptığı şey, değişen konjonktür ile birlikte özelleştirme politikalarını kaldığı yerden hızlandırmak.

Burjuva Partilerinin İkiyüzlülüğü
Hayati önem taşıyan bu sorunlara karşı mücadele eden diplomalı işsiz öğretmenler, ücretli ve sözleşmeli öğretmenler, mücadelelerinde, başta eğitim emekçileri sendikaları olmak üzere diğer sendikalardan kelimenin tam anlamıyla bir destek görmediler. Dahası,devlet güdümlü olan sendikalar hükümetin eğitim ve istihdam politikasına alkış tuttular, küçük-burjuva sosyalistlerinin iddia ettiği “sınıf mücadeleci” olan sendikalar ise destek vermenin eşanlamlısı olarak sessiz kalmayı tercih ettiler. Sendikaların bu genel pasifist tutumu neticesinde ve bunun yanı sıra işçi sınıfına karşı sermayenin saldırılarını göğüsleyecek enternasyonalist ve sosyalist programa sahip bir partinin yokluğunda meydanı boş gören CHP ve MHP gibi burjuva partileri, Tekel işçilerinin direnişinde olduğu gibi, söz konusu öğretmenlerin mücadelesine sözde destek vererek emekçilerin muhalefeti üzerinden siyasi hesaplar yaparak AKP hükümetini yıpratmak ve işçi ve emekçileri yaklaşan genel seçimler öncesinde kendilerine yedeklendirerek oy avcılığı yapmaya çalışıyorlar.

Ataması yapılmayan öğretmenler, sorunlarını 3 Şubat günü Kanal D'de yayınlanan Abbas Güçlü'nün sunduğu Genç Bakış programına taşıdı. Programın katılımcıları arasında yer alan CHP'li milletvekili Muharrem İnce ve MHP'li milletvekili Akif Akkuş tüm bu sorunların nedeninin AKP hükümetinin politikaları olduğunu belirttiler ve partilerinin iktidara geldiğinde -nasıl olacaksa artık- taleplerinin gerçekleşeceğin vaad ettiler. Bu, burjuva politikacılarının tipik iki yüzlü yaklaşımıdır. Ama yine de sormak lazım bu burjuva politikacılara, Meclis’te bütçe görüşmeleri sırasında bu yıl için 40 bin atama yapılacağı kabul edilirken ve genel olarak da kamu emekçileri aleyhine bir bir yasalar geçerken nerdeydiler ve ne yaptılar? Tahmin edebileceğiniz gibi -bizleri şaşırtmayarak- her biri destek verdiler. Kaldı ki, aynı AKP gibi şu ana kadar gelmiş geçmiş bütün burjuva partilerden aynı vaatleri hatta daha fazlasını duyduk, sonuç malum. Dolayısıyla, işçi ve emekçiler, ne “sol” görünen CHP'den ne de emekçi düşmanı MHP'den çare ummamalıdır.

Ortak Sorunlara Karşı Ortak Mücadele Şart
Söz konusu öğretmenlerin mücadelesini önemsiyoruz. Onların mücadele ettikleri sorunlar aynı zamanda tüm işçi ve emekçilerin ortak sorunudur. Öğrenci gençliğinin de sorunudur. Aynı sorunlar ileride bizim başımıza da gelecek, tabii biz mücadele etmezsek şimdiden. Bu yüzden, onların mücadelesini, sınıf hareketinde kıpırdamanın olduğu şu günlerde desteklemeli ve sınıf kardeşlerinin mücadelesi ile birleştirmeliyiz. Tabii bu mücadele sırasında, özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarının nedeni olan kapitalizme karşı doğru bir siyasi perspektif kılavuz edinerek hareket etmeliyiz. O halde, tüm bunların ışığında, gün yaşamın her alanında mücadele etme günüdür!

*Türk-Eğitim Sen yaptığı araştırmada OECD ülkeleri bazı alındığında ilköğretimde 216 bin 52, ortaöğretimde 98 bin 453 öğretmen açığı olduğunu bildirdi.

Meso

Hiç yorum yok: