Bugün her ne kadar ekonomik krizin yakıcılığı gündemden düşmüş gibi görünse de, kriz hiç olmadığı kadar şiddetleniyor (diyoruz, çünkü, krizin şiddeti 1929 buhranına göre daha büyük ve etkileyici) ve emekçiler hoşnutsuzluklarını dışa vuruyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde bankacılık sektörü ve finans kuruluşlarının krize girmesi ve bu krizin tüm dünya ülkelerine yayılmasının ardından, dünyanın önde gelen gelişmiş ekonomilere sahip ülkeleri, krizden çıkış olarak şunları önlerine koydular; küresel işbirliği temelinde hareket edilmesi, finansal düzenlemelerde değişiklikler yapılması, parasal ve mali politikaların yeniden gözden geçirilmesi, iflas bayrağını çeken banka ve finans şirketlerini kurtarmaya yönelik milyarca dolarlık kurtarma paketleri ile devlet müdahelesinin yapılması gerekliliği. Dünyayı yönetenlerin krizden çıkış olarak belirledikleri yol haritaları yer yer ekonomide toparlanma sinyalleri verse de, bugün krizde gelinen nokta itibariyle krizin önlenmesi bir yana dünya çapında “maliyet tasarrufu” çerçevesinde işsizliğin hızla artması, kamu harcamalarının kısıtlanması, vergilerin artırılması, burjuva hükümetlerin bütçe açıklarındaki beklenmedik durum, ABD merkezli ortaya çıkan krizin benzerinin Dubai'de yaşanması ve bugün de Yunanistan başta olmak üzere AB ülkelerinin bir kısmını kıvrandıran durum krizin daha da derinleştiğini ve derinleşeceğini gözler önüne seriyor. İçinden geçmekte olduğumuz dünya ekonomik krizi, son otuz yıllık süreçteki benzerlerinin aksine “zayıf ekonomiler”de değil, emperyalist kapitalizmin kalbinde ortaya çıktı ve hızla yayıldı. Ancak bu, krizin sebebinin kimi ulusalcıların söylediği gibi ABD'ye bağlanabileceği anlamına gelmiyor, aksine krizin sebebi küresel kapitalizme içsel, ama asıl önemli nokta bu kez etkisinin dünya çapında olduğu gerçeği.
Krizin Gelişim Süreci
Küresel ekonomik krizin merkez üssü olan ABD'de, emlak sektöründe yüzbinlerce inşa edilen konut, banka şirketleri ve finansal kuruluşlardan sağlanan konut kredisiyle emekçilere satılmıştı, fakat gerek konutların tümünün satılmaması gerekse de emekçilerin konut kredilerini geri ödeyemez duruma gelmesiyle birlikte borsalarda büyük çöküşler görüldü, şirketlerin hisseleri düştü; çek, bono ve senet gibi maddi değerler bir anda değerlesizleşti; başka bir değişle, kredilerle şişen balon bir anda patlamıştı. Hal böyle olunca, dünya ekonomisinin bütünleştiği günümüz dünyasında, ABD'deki borsanın tepe-takla olması çok geçmeden diğer ülkelerin borsalarını etkilemesiyle birlikte küresel kriz domino taşı gibi dünya ülkelerine yayılarak kapitalist dünya ekonomisi resesyon sürecine girmiş oldu.
Kriz öyle böyle bir kriz değildi. Krizin ortaya çıkmasıyla en başta ABD'deki bankalar bir bir iflas bayrağını çektiler, ardından konut kredilerini sağlayan iki mortgage devi -Faninie Mae ve Freddie Mac- hükümet kontrolüne geçmek zorunda kaldı. Bu yaşananlar bir yana, Amerikan kapitalizminin asıl olarak tehlike gördüğü 158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers'in iflas edip etmeyeceğiydi- ve bu da kapitalizmin krizine karşı ayakta kalamadı; iflas başvurusu yapmak zorunda kalarak kolektif kapitalist tarafından satın alındı (devletleştirildi). Bankaların ve finans kuruluşlarının iflası ABD ile sınırlı kalmadı elbette, Avrupa'da da benzer iflaslar oldu. İflasların Avrupa'ya kadar uzanması kağıt üzerinde değerli olan sermayenin Avrupa'daki banka ve sigorta şirketleri ile ticari bir ilişkisi -yatırımları- olmasından dolayı kaçınılmazdı. Başka bir ifadeyle, söz konusu şirketler çok uluslu ve ulus ötesi şirketler idi; dolayısıyla onların dünyanın dört bir yanındaki şirketleri etkilenecekti krizden.
Küresel finansal krizin ilk olarak ortaya çıktığı zamanlarda dünya burjuvazisini endişilendiren şey, finansal krizin üretim sektörüne yansıyıp krizin küresel ekonomik krize dönüşmesiydi. Banka ve sanayi sermayesinin arasındaki organik bağ ve krizin merkezde ortaya çıkması nedeniyle finansal krizin üretim sektörüne yansıması kaçınılmazdı- ki zaten öyle de oldu. Hatırlayacağınız üzere, ABD ve AB ülkelerinde finansal kriz iyiden iyiye kendini hissettirirken, Türkiye'de henüz krizin olmadığını ve krizin bizleri etkilemeyeceğini Başbakan Erdoğan “Hamdolsun kriz teğet geçti” sözleriyle açıklamıştı. Ama ne var ki, kapitalizmin temel yasaları gereği, kriz mutlak bir şekilde Türkiye'yi etkileyecekti- ve nitekim etkiledi; her ne kadar finansal bir kriz olmasa da üretim sektörü ciddi bir kriz ile karşılaştı. Türkiye'de de, dünyada olduğu gibi birçok fabrikanın kapısına kilit vuruldu, yine çok sayıda fabrika üretimi düşermek zorunda kaldı; bunun sonucunda üretim kapasitesi düştü, yüzbinlerce işçi işten çıkarıldı, işsizlik çığ gibi büyüdü. ABD'da işsizlik %9 ile tarihi rekor düzeye ulaştı. Yine orta ve gelişmiş kapitalist ülkeler işsizlikte çift haneli rakamlarla rekor kırdı. Dünya Çalışma Örgütü'nün (ILO) açıklamasına göre, krizden dolayı işsizler ordusuna 1 yılda 20 milyon işsiz katıldı! Elbette bu yalnızca resmi rakam.
Devlet Müdahelesi ve Küreselleşme
Krizin dev banka tekellerini iflasa sürüklemesiyle birlikte kapitalistlerimiz, “imdat” çığlıkları atarak krize karşı devletlerinin bir an önce müdahalede bulunmasını istediler. Neden kapitalistler devletlere sığındı? Ve neden burjuva ulus devletler kapitalistlere milyarlarca dolar kurtarma paketleri hazırladı? Bu iki soruya ek olarak, “küreselleşme dönemi”nin sona erdiği iddiasına karşı cevap vermekte de yarar var.
Aslına bakacak olursanız bu gelişmelerde şaşılacak bir şey yok, gerek kapitalistlerin devlete sığınmaları gerekse de burjuva devletlerin kapitalistler için milyarlarca dolar kurtarma paketleri hazırlaması gayet normal bir şey. Öncelikle belirtmek isteriz ki, kapitalistlerin burjuva devletlere sığınmaları bu kriz ile birlikte yeni bir şey değil, şu ana kadar kapitalizmin her krizinde kapitalistler burjuva devletlere sığınmışlardır- ve burjuva devletler kapitalistleri krizden kurtarmaya yönelik her türlü şeyi (emekçilerin paralarından kurtarma paketlerinin hazırlanması, ücretlerin düşürülmesi, hakların gasp edilmesi, vergilerin arttırılması vd.) yapmaktan kaçınmamışlardır. Tarih boyunca devlet, egemen sınıfın hizmetindeki bir araçtı, bugün de farklı değil. O bugün, işçi sınıfını ezen ve baskı altında tutan, varolan sistemin koruyucusu ve sürdürücüsü olan bir aygıt; dolayısıyla, özellikle kriz dönemlerinde, işçi ve emekçi düşmanı politikalar uygulayarak mülk sahibi sınıfları krize karşı korumalı ve onların çıkarları doğrultusunda hareket etmeli; içinden geçmekte olduğumuz krizde de olduğu gibi...
Buna bağlı olarak, kimi aklıevvel sosyalistlerimiz diyor ki, kapitalistlerin devletlerden yardım istemesiyle birlikte “ulus-devletleri ortadan kaldıran küreselleşme” sona ermiştir. Ne yazık ki bu önerme hatalı. Birincisi küreselleşme ulus-devletleri ortadan kaldırmıyor çünkü, ulus-devletler kapitalizmin yapısal bir ürünüdür; ancak kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla ortadan kalkarlar. İkincisi ise küreselleşmenin sona erdiği kapitalistlerin devletlerden yardım istemesiyle izah edilemez. Bunun bu şekilde izah edilemeyeceği bir önceki paragrafta belirtilmişti. Şu doğrudur, mülk sahibi sınıflar ve onun siyasi temsilcisi burjuva devletler, küreselleşmenin karşıtı olan korumacılık eğilimini dile getirmişlerdir ama bunu -küreselleşmenin en büyük savunucuları bile- birbirlerine karşı “tehdit” olarak ve de geçici olarak dile getirmişlerdir. Ki zaten, küreselleşme sonucu üretimin dünya çapında devasa ölçeklerde toplumsallaşmasıyla beraber kapitalist özel mülkiyet ve ulus devlet ile dünya ekonomisi arasındaki çelişkiler, krize çözüm olarak kapitalistleri korumacılık eğilimine iterler. Ancak bu, korumacı ekonomi politalarına onlar istediğinde dönülebileceği anlamına gelmez, önlerindeki engel bizzat kapitalizmdir. Bunun aşılması için devası büyümüş üretici güçlerin büyük ölçüde imha edilmesi; yani emperyalist bir dünya savaşı gerekiyor.
Birçok insan için ideolojik bir saldırıdan ibaret olarak görülen küreselleşme olgusu ise kesinlikle bununla sınırlı değildir. Asıl belirleyici olan nokta üretimin küreselleşmesi gerçeğidir. Küreselleşme, birilerinin kafalarında ürettiği (Reagan’ın, Teatcher’ın, Bush’un ve başkalarının da uygulamaya koyduğu) bir ideoloji ya da politika değil; kapitalizmin 1970’lerden bu yana yaşadığı ve üretken sermayenin (yani doğrudan artı değer sömürüsünün) yukarıda değindiğimiz sonuçlarıyla birlikte uluslararasılaşmasını ifade eden bir olgudur. Bunu mümkün kılan da, üretici güçlerde (bilim ve teknolojide) 1960’lı yılların sonundan itibaren başlayan ve tek bir malın üretiminin ülkeler hatta kıtalar arasında gerçekleşmesini sağlayan devrimci gelişmedir. Bugün üretim ulusal pazar için değil, dünya pazarı için yapılıyor, emek gücünün değeri de dahil olmak üzere metaların fiyatlarında belirleyici olan giderek dünya pazarı oluyor. Bu sonuç, kapitalizmin şiddetini, yani krizleri, savaşları, baskıyı, yoksulluğu ve açlığı devasa ölçülerde arttırıyor şüphesiz, ancak devrimci sonuçlar çıkarmak isteyenler için de bir şey ifade ediyor: üretici güçler bugün, dünya çapında (kar için değil) insan ihtiyaçları doğrultusunda demokratik ve planlı bir üretimi; komünizmi hayata geçirebilecek olgunluğa fazlasıyla ulaşmıştır.
Küresel Krizin Nedeni Kapitalizmdir
Dünya çapında krizin patlak vermesiyle birlikte bunun nedenleri üzerine çok konuşuldu ve tartışmalar yapıldı. Burjuva dünyası bir kez daha “acaba biz nerde yanlış yaptık” diye zirve toplantıları yapıyorlardı, ekonominin “duayenleri”, burjuva iktisatçıları ise krizin nedenini banka devleri ve sigorta şirketlerinin kötü yönetimi sonucuna bağlıyordu. Tabii burjuvazi ve onların iktisatçıları krizi okurlarken eşyanın tabiatı gereği kapitalizme toz kondurmuyorlardı.
Fakat Küresel krizin nedenini şu ya da bu şekilde kapitalizmden başka bir yerde aramaya gerek yok. Kriz, kapitalizmin karakterisitik bir özelliğidir. Kapitalizmin anarşik üretim yapısı yani demokratik bir planlanmaya dayanmayan “her şey kar için” sloganı ile üretimin sonucunda aşırı-üretim ortaya çıkar. Konutlar insanların ihtiyacı için değil, plansız bir şekilde ve tamamen kar dürtüsüyle inşa edildi ve satışa çıkarıldı. Sonrasında, görüldü ki, konutların hepsi satılamadı ve satılanların da büyük bir kısmı kredileri ödeyemez oldu. Ancak morgage işin yalnızca ortaya çıkan kısmı. Aslına bakılırsa bugün finansın içine girmeden yaşamak dahi güçleşmiş durumda. Hepimizin bildiği ve milyonlarca kişinin kullandığı kredi kartları bunun en iyi örneği. Artık kapitalizm öyle bir noktaya gelmiş durumdaki, gerçekleşmemiş artı-değerin sömürüsü olgusuyla karşı karşıyayız. Yani, bankadan kredi alındığında, kredi kartı kullanıldığında ya da başka bir yöntemle finasal kapitalizmle alışverişe girildiğinde, henüz varolmayan bir değer var kabul edilerek işlem yapılıyor, kapitalistler işçilerin gelecekte elde edeceği ücretine el koyuyorlar. Derinlemesine ele alınıp, üzerine düşünülmesi gerekilen bu olguyu kabaca bu şekilde ifade edebiliriz. Kapitalizm, metaların üretimi sürecinde işçinin ürettiği artı-değere el koyarak sermaye birikimi yaratıyor, bu doğru. Ancak bir de bu metaların satılması gerekli, artık, üretim ve artı değere el koyma öyle bir noktaya ulaşmış durumdadır ki, pazardaki metaların satılması için ortada maddi para yok. İşte o anda imdadınıza finansal sistem yetişiyor, ve bu sistem son 30 yıllık süreçte giderek artan ölçüde kapitalizmin karakteristiklerinden biri haline gelmiş durumda. Hal böyle olunca, gerçekte olmayan değerler üzerinde, spekülatif olarak işleyen bir piyasayla karşı karşıya kalıyoruz, sonuçsa belli: kriz.
Sonsöz yerine
Dünya ekonomik krizinin kısa bir sürede ve 'kazasız belasız' sönümlenmesi mümkün değil. Bunu sermaye sınıfının temsilcileri ve burjuva iktisatçıları bile itiraf ediyorlar ve önümüzdeki birkaç yıla ilişkin karamsar bir tablo ortaya çıkarıyorlar. Bu krizin 1929 ekonomik buhranından bile daha kötü geçebileceğinin farkındalar. Gerçekten, şu an içinden geçmekte olduğumuz kapitalizmin krizi, 1929 buhranı ile karşılaştırılamayacak kadar kötü sonuçlara yol açabilir. Asya'dan Afrika'ya uzanan emperyalist işgaller ve emperyalistler arası çıkar çatışmasının yoğunlaşması yeterince açık örnekler.
1929 Buhranı sonucu, kapitalizmin dünya çapında içine girmiş olduğu krizle ve bu krizin II. Dünya Savaş'ına yol açmasıyla büyük yıkımlar ve toplumsal felaketler yaşanmıştı. Ve ancak bu şekilde kapitalizm kurtulmuştu! Birçok ülkede totaliter burjuva diktatörlükleri kurulmuştu. Şimdi, önümüzde iki seçenek var: Bugün ya da yarın, ya geçmişte yaşananları yaşayacağız ve kapitalizmin dünyayı barbarlığa götürmesine seyirci kalacağız ya da işçi sınıfının yolunu seçeceğiz. Çünkü işçi sınıfı, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve kar üzerine kurulu bu sistemden, onun ifadesi olan ulusal, etnik, dinsel vb. parçalanmışlıktan çıkarı olmayan –tersine bütün bunlardan yalnızca zarar gören- tek sınıftır. Kapitalizmin panzehiri işçi sınıfının uluslararası devrimci mücadelesi ve sosyalizmdir.
meso
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder