2 Mart 2010 Salı

Madende Yine Bir ‘İş Kazası’

Balıkesir‘in Dursunbey ilçesine bağlı Odaköy’de faaliyet gösteren Şentaş madencilikte 23 şubatta gerçekleşen göçükte biri mühendis 13 işçi hayatını kaybetti. Bursa’da 19 işçinin hayatını kaybettiği olaydan sonra Balıkesir'deki göçük (iki ay arayla, iki farklı özel ocakta gerçekleşen bu göçükler) bize iş ve işçi güvenliğinin ne denli hafife alındığını tekrar hatırlattı.


Şentaş madenciliğin 14 Kasım‘da önce denetimden geçtiği, eksikliklerini tamamlamak için süre verildiği fakat yine kapatmanın söz konusu olmadığı burjuva basında yer almakta. Ve yine kazayla ilgili ölü sayısı uzun süre doğru olarak

bildirilmedi; önce 17 ölü olduğunu söyleyen haberleri bizzat bakan Hilmi güler 17 değil 13 kişi diye düzeltti. Bu iş cinayeti Bursa’da gerçekleşen olay kadar bile basında yer almadı. İlk sayfadan büyük başlıklarla verilen Bursa'daki göçüğe göre Balıkesir'deki patlama ilk sayfada daha küçük bir haber olarak verildi.
Peki, Balıkesir'deki de mi cinayet değil?
İktisat siyaset’in bir önceki sayısında Bursa'daki göçükle ilgili bir değerlendirme yazısı yazılmış bu ölümleri “kaza süsü verilmiş cinayetler” olarak tanımlamıştık. Balıkesir'deki bu olay bu tespiti doğrular şekilde, özellikle kazada ölen, elektrikçi olarak çalışan bir işçinin kazadan önce ailesiyle paylaştığı şu sözler her şeyi açıklıyor: ‘Beş gündür madende gaz kaçağı var, Çin malı malzemeler kullanılıyor.’
Bunun dışında kazadan sonra da ihmaller devam etti, bir kurtarma ekibine sahip olmayan madene yakın illerden ve bu konuda uzman ekiplerin yetişmesi zaman aldı. Yangınla beraber olan göçükte yanık tedavisinin yapılacağı bir ünitenin Balıkesir hastanesinde yer almaması nedeniyle yaralılar en yakın hastanelere taşındı. Ve yine taşınma esnasında yeterli ambulansın da bulunmadığı görüldü.
Maden faciasıyla ilgili, madenin sahibi Erhan Ortaköylü tutuklandı. Şentaş Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin sahibi Ortaköylü, ortakları Nihat Kosova, Emre Temizer, madenin başmühendisi Barış Deler ve yeraltı mühendisi Halil Karakılıç gözaltına alınmıştı. Deler savcılıktan serbest bırakılırken Ortaköylü mahkemece tutuklandı. Üç kişinin sorgusu geç saatlere kadar devam etti fakat 14 kasım’da bu ocağın denetiminde görevli memurlar ve hatta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndaki bu konunun sorumlularıyla ilgili hiçbir dava açılmadığı gibi, cinayetin bu asıl suç ortakları konunun tamamen dışında tutulmaya çalışıldı. Bursa'daki gibi birkaç günah keçisi bulunup bütün suç sadece onlarınmış gibi davranıldı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ise şu açıklamayı yapmakla yetindi “hayatını kaybeden işçilerin yakınlarına 10 bin TL ödenecek.” Ayrıca, “bu madencilerden sekizinin ailelerine hem ölüm aylığı hem ölüm geliri, beşine ise sadece ölüm geliri verileceğini”, “hastanede tedavisi sürenlere 7 bin, ayakta tedavi görenlere de 5 bin TL tazminat ödeneceğini’’ buyuran bakanımız artık aramızda olmayan işçilere değer olarak biçtikleri bu paraları ödeyerek, bir kapitalist cinayetinden daha sıyrılma yolunu tuttu.
Bursa'daki göçüğe geri dönüş yaparsak;
TMMOB‘un yayınladığı Madencilik Bülteni adlı yayında Bursa'daki göçüğün değerlendirmesi yapılırken, eksikleriyle ilgili sıraladığı şu maddelere bir göz atalım:
• Ocakta o vardiyada yeterli sayıda maden mühendisi yoktur.
• Çalışan işçiler çevre köylerden olup, sendikalı değillerdir. Genellikle eğitim seviyeleri düşük olup, düşük ücretle çalışmaktadırlar.
• Kaza sonrası kurtarma işleminde ciddi organizasyon ve koordinasyon eksikliği vardır.
• Elektrik ve motor araçlarının anti grizulu olmadığı (bu metan gazı seviyesinin arttığı durumda bu araçların kıvılcım etkisi yaratması demektir),
• Hayatını kaybeden vardiya çavuşunun ya da barutçunun üstünden gaz ölçüm cihazının çıkmadığı,
• Kazada hayatını kaybedenlerin üzerinde kaza anında kaçış için ferdi kurtarıcı bulunmadığı,
• Ocakta oluşacak patlama ve yangınlar sonucu mahsur kalan işçilere ulaşacak olanlar için kuşanacağı solunum cihazı olmadığı tespit edildi.
Şimdi bu maddelere göz attığınızda bu son olay için basında yer alan tanıdık maddeler hemen dikkatinizi çekecektir. Burjuva basında yer alan, bu maden için de “çok riskl”’ raporunun olduğu ile ilgili haberler de bu benzerliği artırır ölçüde. O halde bu iki olayın birbiriyle bağlantısı yadsınamaz. Özetle şu ki, devlet katille işbirlikçi bir tutum içersindedir, aslında katil bizzat kapitalisti ve onun devletini yaratan üretim biçimidir. Çalışma ve Sosyal güvenlik Bakanı'nın, işletmenin denetlenen bir maden olduğu, olayın vahim bir kaza olduğu yönündeki söylemini bu iki olayda da papağan misali tekrarı size de can sıkıcı gelmiyor mu? Bu “denetim”e rağmen işçilerin ölüme gönderilmesi, devletin tutumunu özetlemiyor mu?
Üstelik 2006'da da aynı maden ocağında 17 işçinin öldüğü bir göçük olmuştu. Yine “ihmalin ve kötü çalışma koşullarının” kazaya sebep olduğu o dönem basında yer alıyor. Bunun üstüne yapılan sıkı denetimden ise eser yok. Her şey yine eski halinde yürümeye devam ediyor bunu bugünkü göçüğe de “ihmalin ve eksik önlemlerin” sebep olmasından, yani kapitalistlerin maliyet hesabı yaparken işçinin can güvenliğini hiçbir şekilde hesaba katmayarak yalnızca daha fazla kar elde etme güdülerinden anlıyoruz.
Sonuç olarak;
Baştan beri bu iki olaya da ihmalin ve alınmayan önlemlerin sebep olduğunu ortaya koyarak bunun bir ‘kaza’ değil ‘cinayet’ olduğunu ısrarla vurguluyoruz, katilin kapitalizm olduğunu söylüyoruz ve ekliyoruz: bu ölümlerin kimilerinin söylediği gibi ‘efendim birkaç haddini bilmez müdür amirin ihmali’ yüzünden olmadığını ya da kimileri gibi ‘bunlar hep bu hükümetin halt yemesi bunlar gelmeden önce böyle miydi mirim bir gitseler Türkiye’nin yüzü aydınlanacak‘ gibi dar bir bakış açısıyla değerlendirilemeyeceğini, hem CHP döneminin 'asker madenciler'inden hem de sonraki her bir hükümet dönemindeki madenci cinayetlerinden biliyoruz.
Çünkü kapitalizmin her dar boğazında, krizinde, burjuvazi, kurtulmak için işçi sınıfının sırtına bir kere daha basar ve bunu o günkü siyasi iktidarın sahipleri üstünden yapar ve yine kapitalizm dar boğazında ilk feda edilen iş güvenliği için alınacak tedbirlerdir. Maden konusunda ise metan gazının yükseldiğini anında ölçümlerle haber veren bir sistemin varlığı, Maden Mühendisleri Odası'nın Bursa’daki göçükten sonra yaptıkları açıklamalarla bir kez daha vurgulanmıştı ve yine bu sistemin çok maliyetli bulunduğu için Türkiye’de hiçbir özel ocakta kurulmadığı da! Yazıda daha öncede belirttiğimiz Madencilik Bülteni'nde yer alan şu tespit çok dikkat çekici; Türkiye maden kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa'da ise birinci durumda.
İşçilerin hayatını hiçe sayan, gözlerini kar hırsı bürümüş kapitalistler, iş ve işçi güvenliği için alınacak her türlü tedbiri gereksiz masraf olarak değerlendirirler. Oysa bilimin ve teknolojinin geldiği bu noktada iş kazaları asla kader olamaz, gerekli önlemler için üretilen sistemlerse maliyetli olduğu gerekçesiyle hiçbir patron tarafından tercih edilmiyor.
O halde “kader” değil de “cinayet” olan bu ölümlere “iş kazası” diyebilmek mümkün mü?
erguvani

Hiç yorum yok: