13 Aralık 2009 Pazar

Bu Vatan Bizim mi?


Son yıllarda sol içerisinde yeniden hortlatılan yurtseverlik-vatanseverlik eğilimi neye dayanıyor? Halkın çoğunluğunun milliyetçi önyargılarına uyarlanan bu yaklaşım Marksizmle ne kadar alakalı? Daha önceki birkaç yazımızda da bu konuya dair görüşlerimizi ifade etmeye çalıştık. Ancak bir kez daha üzerinde durulmasında ve yaratılan bilinç bulanıklığına karşı mücadelenin sürdürülmesinde yarar var. Türkiye soluna on yıllardır egemen olan yurtseverlik-vatanseverlik anlayışının Marksizm ve işçi sınıfıyla yakından uzaktan alakası olmadığı gerçeğini tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor. İlk bakışta oldukça duygusal ve zararsız gibi görünen bu sloganın arkasında kapitalist üretim ilişkileri ve egemen sınıf gizleniyor. Çünkü vatanseverlik, insanların doğup büyüdükleri yeri sevmeleri değildir. Vatansever-yurtsever olmamak da doğup büyüdüğün, yaşadığın yeri sevmemek değildir. Bu kavram bugünkü burjuva toplumunda baştan sona siyasi ve ideolojik bir kavramdır, kitleleri zehirlemek için kullanılır. Büyük Frederick'in din dediği yere vatanseverliği koyduğunuzda bir yanlışlık olmayacaktır: “Din sahtekârlıktır, fakat kitleler için elde tutulmalıdır.”


Yurt-Vatan kavramlarının ortaya çıkışı
Tarihe maddeci bir gözle yaklaşan Marksistler, her tarihsel gelişmeyi ve buna paralel ortaya çıkan kavramları, ideolojileri, bunların ortaya çıkış koşullarından bağımsız olarak ele almazlar. Bilimsel yaklaşım bunu gerektirir, en basit bir şekilde ele alındığında da bunun geçerliliği anlaşılacaktır. Örneğin, yurtseverlik-vatanseverlik siyasi söylemi neden bin yıl önce değil de, kapitalizmin hızla geliştiği bir dönemde ortaya çıktı sorusu bu sınıfsal söylemin tüm gizemlerini ortadan kaldırır. Onu duygusallıktan mülkiyet ilişkilerine indirir.

Marx “yurtseverlik mülkiyet duygusunun en ülküsel biçimidir” der. Ve yine Marx ile birlikte Engels Komünist Parti Manifestosu'nda “işçilerin vatanı yoktur” derler. Peki bunlar öylesine söylenmiş ve yıllar geçince değişikliğe uğrayabilecek şeyler midir? Yani yurtseverlerin iddia ettiği gibi, yurtseverlik sadece duygusal bir söylem midir? Bunun böyle olmadığını tarih yeterince kanıtladı. Elbette, belirli kavramlar da her şeyle birlikte ilerleyen yıllarda değişikliğe uğrayabilir, geçmişte ifade ettikleri bugüne denk düşmeyebilir. Ancak bugün bu vatanseverlik için geçerli değildir. Bunun nedeni oldukça basit ve bu kavramların ortaya çıkışına kadar dayanıyor.

Kapitalist üretim, feodal toplumun bağırında gelişmişti. Feodalizmin ilk dönemlerinde de, feodal üretim biçiminin yanında kapitalist meta üretimi vardı fakat oldukça cılızdı. Onun egemenliğini dayatması, bir dizi tarihsel gelişme sonucu feodal üretimin dayattığı sınırlara sığmaz olduğunda gündeme geldi. Burjuva devrimlerinin 17. yüzyılda başlaması ve en net ifadesini 18. yüzyıl sonu Fransa'sında bulması elbette tesadüf değildir. Yükselen sınıf, kendi üretim biçimine uygun düşen yeni mülkiyet ilişkileri oluşturmak üzere ayağa kalkmıştır artık. Burjuvazinin ihtiyacı, feodal senyörlerce parçalanmış ve kapitalizmin gelişmesini engelleyen mülkiyet ilişkileri değildir; aksine sınırları belirlenmiş bir ulusal pazar yani ulus-devlettir, vatandır.

Kapitalist özel mülkiyet, sermaye birikiminin ve ticaretin engelsizce yapılacağı “yurt ya da vatan”a ihtiyaç duyuyordu. En yüksek ifadesini kapitalist ulus-devlette bulan yeni mülkiyet ilişkilerinin zaferi, yani burjuva sınıfının zaferi feodal sınıfı tarihin çöplüğüne göndermekten geçiyordu. Burjuvazinin egemen sınıf katına yükselmesi olarak ifade edilebilecek bu tarihsel dönemde, burjuva devrimlerinde halkın geniş kesimlerinin desteğine ihtiyaç duyan kentsoylu sınıfın ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır vatanseverlik. Elbette bu vatan, burjuvazi sınırları nereye kadar taşıyabilirse oraya kadardır (Misak-ı Milli sınırlarını hatırlayın). Çünkü kapitalizm öncesinde uluslar da bugünkü biçimiyle yoktu, ulus-devlet de, aynı şekilde yurt da yeni kavramlar, yeni olgular olarak ortaya çıktılar.

Tarihin motoru olan sınıf mücadeleleri, bu dönemdeki devrimci sınıf olarak burjuvaziyi büyük altüst oluşların ardından iktidara taşımış, bu süreçte burjuva sınıfının temel ideolojik söylemi de yurtseverlik olmuştu. Bu noktanın gözden kaçırılması, yurtseverliği soyut duygusal bir söyleme indirgemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Fakat vurguladığımız gibi, yeni mülkiyet ilişkilerinin sonucu olarak dünyanın ulus-devletlere bölünme döneminin, burjuva devrimlerinin ideolojisidir yurtseverlik.

Bizler, burjuvazinin devrimci barutunu çoktan tükettiğinin farkındayız. Birçok ülkedeki burjuva devrimleri bunu ispatlar; burjuvazi birçok ülkede feodalizmi bir bütün olarak tasfiye etmek yerine, soylulukla anlaşma yoluna gitti. Burada burjuvazinin gözünü korkutan ve düşmanıyla -soylulukla- kardeşleşmesini sağlayan tarihsel gelişme nedir? Yeni bir sınıfın yükselişi: proletarya! İşçi sınıfı, bir sınıf olarak ilk defa 1848 devrimlerinde egemen sınıfların karşısına dikildi. Komünist Manifesto'nun da aynı dönemde yayınlanmış olması bir tesadüf değildir. Devrimci işçi sınıfının ortaya çıkışı, onun dünya görüşünü; Marksizmi yaratmıştır.


Proletarya Enternasyonalizmi
O dönem uluslararası Komünistler Birliği'nde örgütlü olan Marx ve Engels, Manifesto'da “Komünistler, ayrıca, vatan ve milliyeti kaldırmayı istemekle de suçlanıyorlar. İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız.” derken anlatmaya çalıştıkları nedir? Yurt-vatan kavramlarının ve bir somut olgu olarak ulus-devletin -vatanın- ortaya çıkışını ele aldık. Kapitalist üretim, gelişmesinin ilk dönemlerinde ona en uygun sosyo-ekonomik yapı olarak ulus-devleti üretmişti, bunun üretilmesinde burjuva sınıfına -halkın önder sınıfı konumuna yükselmek, halkı devrimlere sürüklemekte- yurtseverlik ideolojisi hizmet etmişti. Fakat, dünya burjuvazisi, birçok yurda bölünmüş durumda ve bu yurtların da elbette bir sahibi var! Her ülkenin burjuvazisi, bizzat o ülkenin de sahibidir. Üretim araçları, siyasi iktidar, askeri kuvvetler, hukuk... Bunların hepsi a veya b ülkesinin egemen sınıfınındır ve bugün vatan burjuvazinin ulus-devlet içerisinde sahip olduklarının kolektif toplamıdır. Belirli bir tarihsel döneme kadar ilerici bir misyonu olan yurtseverlik, işçi sınıfının ve sınıfsız toplumun maddi temellerinin ortaya çıkmasıyla gericileşti, bugün onu tamamiyle ait olduğu sınıfa burjuvaziye terk etmek zamanı. Tekrar vurgulamak gerekirse, burjuvazinin devrimci çağında, yani kapitalizmin yükseliş döneminde Avrupa'da ilerici bir misyonu olan yurtseverlik (Marksistler bunun 1871 Paris Komünü'ne kadar sürdüğünü belirtirler) artık tamamen gerici bir söylemdir. Bu, aynı şekilde sömürgeci emperyalizme karşı yürütülen ulusal kurtuluş hareketleri döneminin kapanmış olduğu düşünüldüğünde ulusal kurtuluşçu hareketler içinde geçerlidir. Lenin, Paris Komünü'ndeki işçilerin yurtsever yanılsamalarını acımasızca eleştirir (“Bu iki çelişik amacın -yurtseverlik ve sosyalizm- biraraya gelmesi, Fransız sosyalistlerin ölümcül yanılgısını oluşturdu.” Lenin, Komün Dersleri, s. 52).

Peki, proletarya neye sahip? Neden vatansız? İşçi sınıfının, sınıfsız bir toplumu kurabilecek bir güç olarak ortaya çıkması neye dayanıyor? Bu bizzat onun, mülksüzlüğünde yatar. Özel mülkiyet dendiğinde üretim araçlarının özel mülkiyetinin ifade edildiği, mülksüzlük dendiğinde de üretim araçlarına sahip olmamanın ifade edildiğini bir kez daha vurgulamakta yarar var (en azından anlamsız sorulara yer bırakmamak için). İşçiler mülksüzdürler ve tek sahip oldukları hergün bir kapitaliste sattıkları emek güçleridir. Bugün toplumun çoğunluğu oluşturan ücretli işçiler; yani siz, anne ve babanızın ait olduğu sınıf sermaye kadar vatansız olduğu gibi, doğası gereği uluslararasıdır.

Türk ve Yunan işçilerini ele alalım. Onları karşı karşı getirmek nasıl mümkün olabilir? Her ikisi de bir kapitalist tarafından her gün sömürülürken, ikisinin de “Yunan” ve “Türk” olmak dışında bir farkı yokken onları karşı karşıya getirmek için ne yapmalı? Burjuvazi bu konuda oldukça beceriklidir, en yaygın kullandığı zehirse milliyetçilik-yurtseverliktir. Aslında kardeş olan işçiler, onları sömüren sınıflar tarafından bir anda kendilerini cephenin iki tarafından bulurlar, fakat ne için? Sömüren sınıfların çıkarları için!

Yalnızca savaşta değil, barış dönemlerinde de yurtseverlik egemen sınıf tarafından dimdik ayakta tutulur, sınıflı dünya toplumu bir perdenin arkasına gizlenir. Ortaya “ulusal” çıkarlar sürülür. Ama ulusal çıkarlar da yine egemen sınıfın çıkarlarıdır. Her ulustan işçileri birbirine düşürmek, işçi sınıfını ideolojik egemenlik altında tutmak ve yine onları savaş dönemi cepheye sürmek için kullanılan başlıca söylem yurtseverliktir! I. ve II. Dünya Savaşları'nda, emperyalist devletler emekçileri cepheye bu şekilde sürdüler. Milyonlarca işçi onun olmayan bir şey için öldü. Sonuç mu? Vatan sağ oldu, burjuvazi semirdi, kapitalist sömürü devam etti.

I. savaşta Sosyal Demokrat partiler işçilerini vatan savunmasına çağırdılar. Kapitalist sömürüyü, egemen sınıf tarafından ezilmeyi savunmak için işçiler cepheye sürüldü. Buna tek karşı gelebilen partinin Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Bolşevikler olduğunu biliyoruz. Ve yalnızca onlar işçi sınıfı ve insanlığın kurtuluşu mücadelesinde isimlerini temiz sayfalara yazdırdılar. Rusya işçi sınıfı emperyalist savaşa işçi devrimiyle yanıt verdi, sınıfa yol gösterense enternasyonalist devrimciler, yani Bolşevikler'di. Onlar, yurt savunmasının anlamını net bir şekilde ifade ettiler: “Oportünistler, sosyalist devrimi yadsıyıp onun yerine burjuva reformizmini geçirerek; sınıf mücadelesini ve onun belirli bir anda kaçınılmaz olarak iç savaşa dönüşümünü reddedip bunun yerine sınıf işbirliğini önererek; yurtseverlik ve anayurdun savunusu biçimindeki burjuva şovenizmini vaaz ederek; sosyalizmin, uzun süre önce Komünist Manifesto’da ilan edilen «işçilerin vatanı yoktur» biçimindeki temel gerçeğine katılmayarak ya da ona karşı çıkarak; militarizme karşı mücadelede bütün ülkelerin proleterlerinin bütün ülkelerdeki burjuvazilere karşı devrimci savaşı yerine, kendilerini duygusal cahil bir bakış açısına hapsederek...” (Lenin). Tahmin edileceği gibi, yurtseverlerse işçilerin “duyguları”na seslenerek, onlara yurt savunmasını, yurtseverliği öğütlediler. İşte size oldukça duygusal bir slogan; üstünde milyonlarca insanın kanı var.

II. savaşta da, sosyal demokrasinin sözde “komünist” devamı Stalinizm devraldı yurtseverlik bayrağını. Bolşevizmin temiz sayfaları elbette lekelenmiş değildir, çünkü Sovyetler Birliği'ne ve Komünist Enternasyonal'e egemen olan Stalinizm, Bolşevizmin devamı değil inkarıdır. Proletarya enternasyonalizminin yerine yurtseverliği yeniden canlandıran Stalinist “Komünist” Partiler, kendi ülke işçi sınıflarını savaşa sürüklediler. Bu kez yıkım çok daha büyüktü.

Bugün farklı bir yöntem mi kullanılıyor dersiniz? ABD burjuvazisi, emperyalist işgallerini yurt savunması adı altında meşrulaştırıyor, Alman ve Fransız burjuvazileri de öyle. İsrail, Filistin işgalini bu şekilde meşrulaştırıyor. Önümüzdeki dönem yeni savaşlara gebe, ve örneğin Türkiye burjuvazisi de gireceği bir savaşta yurtseverliği öne çıkaracaktır. Tutarlı yurtseverler de geçmişte olduğu gibi işçi sınıfına ihanet ederek savaşı destekleyeceklerdir. Burjuvazi yurt savunması derken kendi sınıf çıkarlarının savunulmasını kasteder, çünkü yurdun sahibi odur!

Tüm bu tarihsel gerçeklere rağmen kendilerine açıktan milliyetçi diyemeyen sol gruplar vatanseverlik, yurtseverlik söylemleriyle işçi sınıfını ve gençliği zehirlemeye devam ediyorlar. Ama işçileri ulusal çitlerle sınırlayan sermaye hiç de sınır tanımıyor! Sermayenin uluslararası dolaşımının önünde hiçbir engel yokken, işçiler bir ülkeden başka bir ülkeye gitmeye kalktıklarında binbir güçlükle karşılaşıyorlar. Sözde solcular da hala işçilere vatan millet edebiyatı yapıyor! Fakat aklı başında hiçbir insan dünya çapında serbest dolaşma hakkına karşı çıkmayacaktır. Bunun önündeki tek engelin üretim araçlarının özel mülkiyeti ve onun en yüksek ifadesi olan ulus-devlet (şovenist solcuların çok sevdikleri “yurt”) olduğu gerçeğini tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor (Savaşların, yoksulluğun ve açlığın nedeni de aynıdır).

İşçi sınıfı burjuva vatanlar için yeterince can verdi, ve zaten onun “yurdu” bütün dünyadır. Bunun maddi bir gerçek haline getirilmesi, yani işçi sınıfının kurtuluşu yurtseverlikten değil dünya işçilerinin birleşmesinden geçiyor. Bunun adı proletarya enternasyonalizmidir, bu güç burjuvazinin yarattığı vatanlarda değil, tüm dünyada sosyalizmi kuracak olan güçtür; savaşları, açlığı, yoksulluğu ve sömürüyü kaldıracak olan güçtür. Tüm dünya işçilerinin, önce kendi “yurt”larındaki sonra tüm dünyadaki burjuvaziye karşı sınıf mücadelesidir.

Yurtseverlikse, siyasi-ideolojik bir terim olduğu kadar, sınıflardan da muafmış gibi görünür. Fakat her ideoloji, bir sınıfın çıkarlarını yansıtır, yurtseverliğin burjuvazinin çıkarlarını yansıtması gibi, enternasyonalizm de işçi sınıfının sosyalist kurtuluşu perspektifini yansıtır. O halde burjuva siyasetçileri ve burjuva medyası tarafından söylenen yalanlara sol'dan bir destek olan “sol” yurtseverliğe karşı, dünya işçilerinin birliğini vurgulama zamanıdır. Çünkü proleter enternasyonalizmi, kimilerinin sandığı gibi halkların kardeşliğini savunmak değildir. Bu, uluslararası burjuvaziye karşı dünya çapında komünizm için birleşen işçi sınıfının örgütlü birliğidir; ona dayatılan sınırlara; yurtlara sahip çıkmak için değil, onları lağvetmek ve dünyaya sahip olmak için birleşmesidir.

Özel mülkiyeti ortadan kaldırma niyetimiz karşısında dehşete kapılıyorsunuz, oysa özel mülkiyet sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda-dokuzu için zaten ortadan kalkmıştır; birkaç kişi için varoluşu, tamamıyla, bu onda dokuzun ellerinde var olmayışından ötürüdür. Demek ki, siz bizi, varlığının zorunlu koşulu toplumun büyük bir çoğunluğunun mülksüzlüğü olan bir mülkiyet biçimini ortadan kaldırmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz.
Tek sözcükle, bizi, mülkiyetinizi ortadan kaldırmaya niyetlenmekle suçluyorsunuz. Elbette; bizim niyetimiz de zaten budur.” (Komünist Parti Manifestosu)


prometheus

Hiç yorum yok: