Büyük tartışmalar eşliğinde sürdürülen Kürt Açılımı’nın meclise taşındığı ilk gün olan 10 Kasım’da, açılımın mimarı AKP ve muhalefet partileri arasında beklendiği üzere sert atışmalar, protestolar ve hatta burjuva siyasetinin sefaletini gözler önüne seren “ilginç” dialoglar yaşandı.
AKP iktidarının, açılımı, ön görüşme için meclise taşıdığı gün, Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümü olan 10 Kasım olunca, açılıma başından beri cepheden karşı çıkan CHP ve MHP’ye, bir de seçilen tarih konusunda polemik yürütme fırsatı sunulmuş oldu. Ne iktidar, ne de muhalefet tarafından sürece dair yeni sayılabilecek hiçbir somut öneri ya da eleştirinin getirilmediği tartışmalar boyunca, o güne kadar söylenen “sözler” tekrarlandı ve bu burjuva partileri birbirleri ile seçilen tarih üzerinden kavga edip durdu. AKP’nin ön görüşmeler için neden bu tarihi seçtiği, bu seçimin akılcı olup olmadığı tartışmalarına girmeden, o güne damga vuran ve yeni bir tartışma başlatan asıl meseleye yani CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in büyük tepki çeken açıklamalarına geçelim.
Partisi adına kürsüye gelen ve grubunun açılıma yönelik tavrını ifade eden Öymen, yaptığı konuşmanın bir bölümünde CHP’nin geçmişe ve bugüne
bakışını özetleyen şu ifadeleri kullandı; “Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı? Kimse çıkıp da analar ağlamasın, biz şu Yunanlılar’la anlaşalım dedi mi? Şeyh Sait İsyanı’nda analar ağlamadı mı? Dersim İsyanı’nda analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi çıkıp da mücadeleyi durduralım dedi mi?”. İşte böyle diyordu Öymen ve arkasından AKP’nin “terör”le mücadeleyi bırakıp, “terörist”le anlaşma peşinde olduğunu haykırıyordu. Bu konuşmanın, özellikle Başbakan Erdoğan’ın iki yüzlü bir şekilde yaptığı “analar ağlamasın” edebiyatına bir karşı-hamle olduğu ortada. Yalnız, Öymen, meclisteki CHP’lilerin coşkulu alkışlarıyla desteklenen bu konuşmasında, partinin Kürt Sorunu’na ilişkin yaklaşımını ve devletin en kanlı katliamlarından biri olan Dersim Katliamı’na bakışını da ortaya koyuyordu. Şaşırtıcı mı?
Dersimli olsun olmasın Kürtler’den ve yıllardır CHP’nin oy deposu işlevini gören Aleviler'den çok ciddi ve somut tepki alan Öymen, 10 Kasım konuşmasının bu bölümündeki sözleri, doğurabileceği sonuçları düşünmeden sarfetmiş ya da ağzından kaçırmış olabilir. Burjuva siyasetinin bu tecrübeli ismi, “ne de olsa Atatürk yaptı kardeşim, kimse sesini çıkaramaz” diye düşünüp buna güvenmiş de olabilir ki bu akla daha uygun. Kendisine ve partisine gelen eleştiriler üzerine, daha sonra yaptığı açıklamalarında, toplumun “incinen” kesimlerinden özür dilediğini fakat düşüncelerinde bir değişiklik olmadığını ifade etti Öymen. Atatürk, zamanında böyle yapmıştı diye görüşlerini savundu. Eleştiricilerini ise sözlerini çarpıtmakla ya da yanlış anlamakla suçladı.
Sayın Öymen rahat olabilir. Biz duyduğumuzu ve okuduğumuzu anlayabiliyoruz. CHP’nin yıllardır (aslında kurulduğundan beri) sürdürdüğü politik çizgiyi ve karakterini biliyoruz, dolayısıyla anılan sözlerin Öymen'in kişisel fikri değil, CHP’nin sahiplendiği mirasın özü olduğunu da biliyoruz. Ve şaşırmıyoruz. Öymen kabul etsin veya etmesin, Kürt Sorunu’nun çözümü için önerdiği yol 1937-38’de devletin Dersim’de izlediği toplu katliam, sürgün ve asimilasyon stratejisidir. Daha doğrusu o, diğer örneklerin yanına Dersim’i de iliştirdiğine göre Kürt Sorunu’nun çözümünde Kürtler’i bir taraf olarak görmeyip, devletin yıllardır zaten uyguladığı inkar ve imha siyasetine devam edilmesi gerektiğini ifade etmektedir, AKP’yi bunu “layıkıyla” yapmamakla suçlamaktadır.
Öymen’in konuşamasının ardından ülkenin her yerinde gerçekleşen ve hala devam eden protestolar öyle bir hal aldı ki, CHP yönetimi de ne yapacağını şaşırmış gibi görünüyor. Kendisi de Alevi ve Kürt olan Tuncelili Kemal Kılıçdaroğlu, meclis konuşması sonrasında Öymen’i alkışlıyor ardından gelen tepkiler üzerine, üstü kapalı bir biçimde Öymen’i istifaya davet ediyordu. Aynı şekilde partinin diğer önemli isimleri de ne yapacaklarına tam karar verememiş olacaklar ki, hepsi Öymen’in konuşmasını ürkekçe eleştirip geçerek, Aleviler ve CHP arasına “nifak tohumları sokmak isteyen” AKP’ye yükleniyordu. Olaya noktayı ise her zaman ki gibi Baykal koydu. Alevileri siyasi olarak sömüren ve bu kaynağın ellerinden uçup gitmesine asla razı olmayan Baykal, hem Öymen’e ve Atatürk’ün mirası diye niteledikleri döneme sahip çıkma, hem de AKP’yi süreçten siyasi rant elde etmekle suçlama derdine düştü.
Dersim Tartışılıyor
10 Kasım konuşmasıyla başlayan bu sürecin belki de en olumlu yanı devletin ve toplumun Dersim Katliamı ile yüzleşme şansı bulmasıdır. Bugüne kadar tartışılamayan konular arasında yer alan ve yeni yapılanmakta olan burjuva Türk devlet aygıtının merkezileşme çalışmaları sırasında uyguladığı politikayı gözler önüne seren Dersim 37-38, ülke gündeminin başlıca tartışma konuları arasına yerleşti. Bu durumun içinden geçmekte olduğumuz süreçle bağlantısı var elbette. AKP’nin demokrasi havarisi kesildiği bir dönemde, Öymen’in açıklamaları ve arkasından gelen tepkiler eliyle konu basına taşındı.
Resmi tarihin bugüne kadar kabul etmediği, katliama maruz kalıp bir şekilde hayatta kalmayı başarmış ve hala hayatta olan insanların dahi “başımıza bir şey gelir” korkusuyla dillendirmekten çekindiği gerçekler ortaya çıkıyor. Öyle ki katliama ortak olan devlet görevlilerinin anıları ana haber bültenlerine konu olabiliyor. Bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Devletin, yani o günkü iktidar olan CHP’nin 1935’te hazırladığı ve mecliste kabul edilen Tunceli Kanunu, Mecburi İskan Kanunu, Tedip ve Tenkil Harekatı, köylerin, mağaraların bombalanması, kimyasal silah kullanılması, silahsız-savunmasız binlerce insanın toplu olarak kıyımı, sürgünler ve diğer insanlık dışı uygulamalar tüm açıklığı ile ortaya konulmalıdır.
Dönemin meclis tutanaklarında ve Genelkurmay raporlarında Dersim’in Alevi-Kürt kimliğinden ayrıştırılarak Türkleştirilmesi için alınan kararlar, o güne kadar fiilen özerk bir bölge olan Dersim’in, merkezi devlet aygıtına bağlanması amacıyla çıkarılan yasalar ve en sonuncusu Dersim Harekatı’na dair tanıklıklar, ayrıntılar şimdiye kadar onlarca kaynakta yer aldıysa da bunların kamuoyu ile daha geniş biçimde paylaşılması gerekmektedir. Katliamın sorumluları ortaya çıkarılmalı, hala hayatta olanlar cezalandırılmalı ve devlet katliamın mağdurlarından özür dilemelidir. Başbakan’ın Dersim’de yaşananları katliam olarak nitelemesi AKP’nin, CHP’den bu konuda da bir adım ileride olduğunu göstermesi bir yana tek başına herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Başbakan’ın ve AKP’nin, Dersim’i-Aleviler’i bir anda bu kadar çok sahiplenmesinin nedeni, hem geçmişte Aleviler’i dışlayan düşünce ve eylemlerini unutturma çabası, hem de CHP’yi Aleviler üzerinden vurma arzusudur. Dolayısıyla AKP’nin de bu konudaki samimiyetine güvenmek için hiçbir neden bulunmuyor.
Bundan Sonra Ne Olacak
AKP elbette, CHP’nin kendi elleriyle verdiği bu kozu kullandı ve sonuna kadar da kullanacak. Özellikle Kürt Açılımı sürecinde benimsediği pozisyonla, burjuva siyaseti açısından bakıldığında bile gerici bir karaktere sahip olduğu görülebilen ve muhalefetini AKP üzerinden şekillendiren CHP, içeride yaşadığı tartışmalar ve Öymen’in açıklamasının arkasından gelen tepkinin göstegesi olan toplu istifalarla birlikte değerlendirildiğinde bu mücadeleden zararlı çıkmış görünüyor. Şimdi CHP yönetiminin derdi yaşananları bir an önce unutturup, Alevi kitleleri kuyruğunda sürüklemeye devam etmektir. Tüm burjuva partileri açısından oldukça kırılgan olan açılım zemininde yaşanacak gelişmelerin, bu partinin geleceği ile ilgi önemli sonuçlar doğuracağını söyleyebiliriz. Ulusalcı-Kemalist kadrolarla, parti içerisindeki sosyal demokrat azınlık arasında yaşanabilecek fikir ayrılıklarının bir bölünmeyi tetiklemesi de ihtimal dahilinde.
Ama bu süreçte asıl belirleyici olan, CHP’nin zaten paramparça olmuş maskesini düşürüp, Aleviler’in yıllardır sol-sosyal demokrat bir çizgide siyaset yaptığına inandıkları bu partiden kesin kopuşunu sağlamak olmalıdır. Elbette CHP'den kopup diğer sahte “Alevi dostu” partilere (AKP ve Sarıgül) yedeklenmelerini önlemek de elzemdir. Bunun bir anda olması beklenmemeli fakat CHP’nin temsil ettiği zihniyetin iktidar, iktidar ortağı ya da muhalefette olduğu dönemlerde Aleviler’in en basit demokratik taleplerine dahi kulak tıkadığı, Aleviler’e, Kürtler’e ve devrimcilere karşı uygulanan sistematik saldırılara karşı en ufak bir somut adım atmadığı hatta bu saldırıların bir parçası olduğu gerçeği unutturulmamalıdır. 37-38’de Dersim’de yaşananların bir süre gündemde tutulup daha sonra diğer gündem maddelerinde olduğu gibi rafa kaldırılmaması adına CHP’nin gerçek yüzünün, emek ve demokrasi düşmanı politikalarının teşhir edilmesi gerekiyor. Dersim Katliamı’nı sahiplenenleri, sahip çıktıkları mirasla birlikte tarihin karanlığına gömmekse işçi ve emekçilerin ezilen halklarla birlikte sistemin çarklarına indireceği yumrukla mümkün olacak ancak ve tarihteki tüm katliamların sorumluları o gün kurulacak olan insanlık tarihinin en adil mahkemesinde yargılanacaklar…
(Not: Yaşanan bazı toplumsal acıları kelimelerle ifade etmeye çalışmak çoğu zaman boşuna ve yetersiz bir çaba olarak kalır. Dersim Katliamı da böylesi toplumsal yıkımlardan birini ifade etmektedir. Dönemin tanıklarının dilinden Dersim, bambaşka bir etki uyandırmaktadır. Hazırlanmış olan bu metin ne yaşanmış bu büyük acıları yansıtabilmektedir, ne de 1937-1938 yılları arasında Dersim Bölgesi’nde yıkıma direnen Alevi Kürt halk hareketini yeterince ele alabilmiştir. Önümüzdeki aylarda yayınlanacak sayılarda Dersim’e ilişkin daha geniş çalışmaların bir analizini sunma şansımız olacağını umduğumuzdan sınırları özenle çizilmiş bu metni okuyucuyla paylaşmayı uygun bulduk.)
gamlı baykuş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder