14 Aralık 2009 Pazartesi

Cinsel Devrim II

Çocuk Cinselliği

Bu güne kadar öğrendiğimiz kadarıyla, cinsel dürtünün çocukta bulunmadığı, ancak erginlik döneminde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Aslında bugün yaşadığımız cinsel bilgisizliğin temelini oluşturan bu düşünce, buyurgan ahlakın dinsel çilecilik öğretisidir. Cinsel evrimin nedenselliği çocuğun davranışlarının özünde yatar. Sağlıklı yada sağlıksız cinsellik, çocuğun cinsel yaşamına bağlı olarak şekillenir. Çocuğun doğumuyla cinsel filizlenme başlar, bu gelişme zaman zaman bastırılarak gizli kalır, zaman zaman meydana çıkar. Cinsel gelişmeleri gözlemlemek için en elverişli zaman ise 3, 4 yaşlarıdır. Bu yaşlara gelindiğinde çocuk cinsel konularda bir sorgulama ve merak içine girer.

Çocuğun haz alacağı duyguları bastırması ve bunları bilinçaltına itmesi Freud tarafından “yüceltme” olarak tanımlanmıştı. Önceleri sosyologların uygarlığın gereği olarak gördüğü “yüceltme” davranışı cinsel evrim zincirini geriye döndürmeye çalışır. ”Yüceltme” sayesinde, çocuğun cinsel isteklerinin bastırılmasının ileriki dönemlerde kişinin daha edepli bir birey olmasını sağlayacağı, bu sayede toplumun uygarlık düzeyinin artacağı düşünülmektedir. Yüceltmeyle birlikte cinsellik bu çocukluk yılları boyunca işlevsiz kalır. Uygarlığın bu aşamasında cinsellik kendiliğinden sapıklığa yol açar. Şehvet uyarıcı bölgenin önemi ortadan kaldırılarak hazsızlık yaratılmaya çalışılır. İğrenme, utanma, ahlak bu hazların önünde set oluşturur. Çocukluk anıları bu gibi yöntemlerle gizlenmeye ve unutturulmaya çalışılır. Bu yönteme Reich “içe tıkma” diyor. Ancak bu anıların tamamen unutulup kaybolması söz konusu değildir. Yetişkinlikte bireyin bu izlenimlerden etkilenerek cinselliğini şekillendirdiği görülür.
Şehvet uyarıcı bölge, derinin yada mukozanın belli bir şekilde kamçılandığı zaman haz uyandıran bölümüdür. Bu olayın gıdıklanmayla bir benzerliği vardır. Şehvet uyarma özelliği vücudun belli bölümlerindeymiş gibi gözükse de, emme örneğinde olduğu gibi aranılan erojen (şehvet doğuran) bölgedir. Bu örnek derinin şehvet uyarıcı bölge olarak kullanılabileceğini gösterir. Öyleyse haz duygusunda önemli olan vücudun kamçılanan bölgesinin neresi olduğundan çok, kamçılanma tarzıdır. Şehvet duymak için emen çocuk vücudunda daha sonra alışkanlık haline gelecek bir yer arar. Rastlantı onu erojen bölgelere yönlendirirse bu bölgeler üstünlük kazanır. Çocuktaki cinsel dürtünün amacı daha önce yaptığı kamçılanmalardan duyduğu hazdır. Yani bunu tekrarlaması daha önce tatmin duygusu yaşadığı içindir.
Emme davranışı çocuğun cinsel davranışının en temel örneğidir. Onu uyutur ve bir çeşit orgazma götürür. İlk olarak doyma ihtiyacıyla emmeye başlayan çocuk doyduktan sonra da memeyi bırakmaz ve bu onu bir çeşit mastürbasyona götürür. Havelock Ellis bu davranışa “otoerotik” diyor. Çocuğun dudaklarından geçen sıcak süt akışının dudaklarda haz uyandırdığını ve şehvet uyarcı bölge olarak dudakların ileri dönemlerde de bireyin en etkin haz aracı olduğunu görürüz. Emme davranışının doygunluktaki rolü sona erdiğinde çocuk emmek için bedeninin uygun bölgelerini kullanacaktır. Bu bölgelerin yetersizliği çocuğu ikinci bir şehvet uyarıcı bölge arayışına iter. O da başka birinin dudakları olur.
Çocuk cinselliğini en iyi anlama şekillerinden birisi de mastürbasyon amaçlı davranışlardır. Anüs ve üreme bölgelerinin faaliyetleri birbirlerinden ayrıdır. Anüs haz duyma konusunda üreme bölgelerinden daha önce keşfedilir. Çocuk dışkı maddelerinin anüsünün halka kasından geçerken kas büzülmeleri yapar ve bir kamçılanma yaşayana dek tutarak acı duymasına neden olur. Bu acı duygusuna bir zevk duygusu eklendiği düşünülüyor. Örneğin çocuk lazımlığa oturduğunda annesinin emriyle dışkısını yapmayı kabul etmez. Ancak yatağına yattığında dışkının fazla biriktiği anda elde ettiği hazzı kaçırmamak için annesinin istemediği bir şeyi yapmak durumundadır. Tabii ki annenin isteği gerçekleşirse bu çocuk için hazzın yaşanamaması demektir ve bu olay ne kadar çok tekrarlanırsa çocuğun cinsel sağlığı da o kadar zarar görür.
Çocukların cinselliğe merak ve sorgulamayla yaklaştığını biliriz. Çocukların üreme faaliyetlerini keşfetmeden önce klitorisin ve penisin karşılığında karşı cinste ne olduğunu anlamaya ve gözlemlemeye karşı büyük bir merak oluşur. Bu merak onların yetişkinler tarafından çizilen sınırlarda bir takım arayışlara ve oyunlara yöneltir. Kız ve erkek çocukların yakınlaşma çabası, doktorculuk gibi oyunlarla “kendilerine çizilen sınırlar içerisinde” fizyolojik işleyişi incelemeye çalışmaktır. Zaman zaman bu çizgiyi aşmamakta çelişkiye düşerler, hatta suçluluk duygusu ve kendini geri çekme gibi durumlar yaşayabilirler. Ancak bu davranışların amacı doğrudan haz uyandırmaktan ziyade, merakın giderilmesinden doğan haz olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında çocukların anne ve babalarıyla uyumak istemesi yetişkinler tarafından ne kadar öyle gözükmese de, onun cinsel arayışlarının bir sonucudur. Bütün bu bilimsel gözlemler çocuğun davranışlarında cinselliğin ne denli önemli olduğunu bize gösteriyor. Bir önceki yazıda, çocukluktan itibaren baskı ve otorite yetkesi altında yetiştirilen bireylerin hiçbir zaman özgür olamadıklarını; bu yüzden, hayatlarının devamında da otoriteye olan bağlılıktan kurtulamadıklarını ve kurtulmak da istemediklerini belirtmiştim. Otoriteye sevdalanan çocuk kendine olan güvenini yitirir ve varolan düzen dışındaki bütün fikirlere “şiddetle” karşı çıkar. Cinsel ahlakın çocuk cinselliğini yok sayması gerek aile yapısının devamı için gerek çocuğun kontrol altında tutulabilmesi için hayati önem taşır. Bu yüzden de burjuva ahlakta çocuğun cinselliğinden söz edilemez.

Erginlik

W. Reich, erginliğin cinsel olgunluk olduğunu söylüyor. Bu dönemin gençlerin özgürlüklerini ve sağlıklarını kazanabilmeleri için oldukça önemli olduğunu belirtiyor. Oysa erginlik çağına giren bir genç, bu dönemde hızla artan cinsel dürtülerini doyuramaz ve büyük bir bocalama içine girer. Bu cinsel çatışkının temeli, gençlerin ergenlik dönemiyle birlikte eriştiği cinsel olgunluk ile, toplumun cinsel ilişki için zorunlu kıldığı evliliği maddi ve ruhsal açıdan gerçekleştirememe arasındaki çelişkidir. Buyurgan ahlak öğretisine göre cinsel olgunlaşma tamamlanana kadar gençlerin birbirleriyle yakınlaşması ahlaki açıdan son derece zararlı görülür. Cinsellik sıkı bir cinsel perhizle bastırılmadığında dünyanın çivisinin çıkacağı, edepsizliğin kol gezeceği gibi şeyler düşünülür. Böylece sıkı bir cinsel perhizin kişiyi hem daha edepli bir birey yapacağı hem de bu şekilde insanların cinsel suçlara karşı daha az meyilli olacağı öngörülür. Bu çağ dışı iddianın hiçbir bilimselliği olmadığı halde, hala gençlerin bu gerici kafa yapısıyla yetişiyor olması da ayrıca acı verici bir durum. Cinsel perhizin sonucu olarak cinsel duyarsızlaşma yada körelme dediğimiz durum doğabilir, ancak bunun edeplilik yada erdemlilik olarak yüceltilmesi ve ideal davranış olarak gençlerin beyinlerine kazınması akla mantığa aykırıdır. Ayrıca cinsel suçların da bu yolla tam tersine hızla arttığına her gün şahit oluyoruz.
İlkel anaerkil çağlarda durum buyurgan ataerkil toplumdan oldukça farklıydı. Cinselliğin önemi biliniyordu ve doğal dürtülere meydan okuma saçmalığına henüz girişilmemişti. Cinsel mutluluk gençlerin erginliğe adım atmalarıyla birlikte özenle geliştiriliyordu. Tekeşli evliliğin bulunduğu ilkel toplumlarda bile, erginlik çağıyla evlilik arasında gençlerin tam anlamıyla cinsel özgürlüğü olduğu söylenebilirdi. Gençlerin erginliğe adım atmaları törenlerle kutlanıyordu. Ancak bunun amacı, günümüzdeki düğün törenlerinden oldukça farklıydı. Bugünkü düğün kutlamalarının amacı tam manasıyla, gençlerin cinsel tutsaklığa boyun eğdirilişinin şaşalı gösterileridir. İlkel anaerkil dönemde ise cinsel özgürlük ve mutluluk esas alınır ve gençlik evi gibi şeylerle gencin erginlik sonrası cinsel yaşamı desteklenirdi.
Günümüzde cinselliğin özellikle gençlerde şiddetli baskıya uğraması, gençleri doğal olarak kendi kendini doyurmaya götürüyor. Elbette mastürbasyon tek başına cinsel uyarılmaları bastırmaya yetmez; ayrıca bilgisizliğin de buna eklendiğini düşünürsek, gençler önemli yaşlarda bir çok cinsel sorunla karşı karşıya bırakılıyor. Bunun yanında genç, cinsel isteğinden dolayı suçluluk duygusuna kapılabiliyor. Bu durumda “uslu” çocuk olup cinselliğini tutucu ahlak doğrultusunda bastırabilirse, saygı duyulan, kabul görülen bir insan olur ve ondan ileride iyi bir eş, edepli bir insan ve ayrıca tutucu toplumun sinir hastası adaylarından biri olur. Eğer genç cinsel özgürlüğünü arayan, başkaldırıcı biriyse; topluma aykırı, saygı duyulmayan ve itilip kakılan biri olarak tutucu toplum içinde yaşamaya çalışır.
Cinsel uyarılma doyurulmak ister, eğer birey bu uyarılmayı doyuramazsa dayanılmaz bir acı verir ve kişiyi ya kendi kendini doyurmaya yada bastırmaya iter. Bu cinsel enerjinin bastırılması iki türlü bozukluğa yol açabilir. Birincisi sinirsel bozukluklardır, diğeri ise cinsel uyarılmanın niteliğinde bir değişim gerçekleşebilir. Cinsel uyarılmaların acı veren uyarılmalara dönüştüğü görülür. Evlilik öncesinde, kadının el değmemişliğini korumak için genç kızlara uygulanan yasaklamalar ve baskıların bir çok gençte benzer cinsel sorunlara yol açtığını söyleyebiliriz. Özellikle vajinismus ve cinsel soğukluğun, genç kızlarda sıklıkla görülmesi şaşırtıcı değildir. Gerici cinsel ahlakın akıl hocalarına göre cinsel perhizin kemik uçları kaynayana kadar yani 24 yaşına kadar sürmesi isteniyormuş; oysa bu yaşa kadar bastırılan cinsel enerjinin yaşattığı bozukluklar bireyin hiçbir zaman cinselliğini doğal bir şekilde yaşayamamasına neden oluyor. Bununla birlikte cinsel hastalıkların önü alınamıyor. İlişkilerin bir çoğu cinsel körelme, cinsel isteksizlik, vajinismus, cinsel soğukluk gibi hastalıklar nedeniyle sağlıksız bir şekilde yürüyor. Kadınlarda en çok karşılaşılan sorunun isteksizlik, tahrik olamama ve orgazm olduğu söyleniyor ve uzmanlar bu sorunların kaynağının büyük bir kısmının nörolojik olduğunu belirtiyor. Bu hastalıkların sonucu olarak karşılıklı tatmin ömür boyu sağlanamadığında cinsel şiddetin kapısı da aralanmış oluyor. Evliliğin kapalı yapısından dolayı cinsel şiddet somut örneklerle hiçbir zaman gündeme gelmez ancak biliyoruz ki evlilik içinde kadına uygulanan cinsel taciz ve tecavüz vakaları istatistiklere yansıyandan oldukça fazladır.

Zorlama Evlilik
Zorlama evlilik, cinsel birliktelikten öte yaşamı kolaylaştırmak için oluşturulan bir dayanışma biçimidir. Eğer cinsel yönü ağır bassaydı, zaten insan böyle bir resmi yükün altına girmeyi göze almazdı. Uyuma ve doyuma ulaşan evlilikler katı kurallar ve iktisadi koşullar nedeniyle, kişiyi cinsel bakımdan soyutlar ve hazlarını köreltir. İnsan hiçbir şeyden tat alamaz, ancak 'namuslu' yaşam evliliğin devamını gerekli kılar. Cinselliği sadece evlilik içine koyan burjuva ahlakı, aslında bireyin heyecanını, yaşam enerjisini alır. Kişi bir doyuma ulaştıktan sonra, artık evliliği sürdürmesi onun için haz uyandırmaz. Cinsel haz duymayan kişi mutsuz bir yaşamı sürdürmek zorunda olduğunu düşünür. Bu psikolojik baskı cinsel suçların kapısını aralamakta yardımcı olur. Ensest ilişki, tecavüz, taciz, direk olarak cinsel haz duygusunun yoksunluğundan kaynaklanan suçlardır. Bunun yanında, şiddete yönelik diğer suçların da bu cinsel durgunluğun stresine bağlı olarak yaygınlaştığı söylenebilir.
Evlilik işinin iki yönü vardır. Bir; kağıt üzerindeki resmi yönü, diğeri; eşlerin birbirlerine karşı duyduğu his. Resmi yönden, nikah memurunun bu çiftle ilgili en ufak bir bilgisi olmamasına rağmen, çiftlerin hayatlarını birleştirmesi onun kaleminden geçer. Eskiden gelen töre evlilikleri bugün hala bir çok yerde kabul görmektedir. Bu evliliklerin dinsel mekanlarda yapılmasının yada dinsel görevlilere yaptırılmasının evlilik kurumunun yapısıyla yakın ilişkisi vardır. Biz ne kadar modern çağlarda yaşarsak yaşayalım, cinsellik bugün hala tanrının onayı olmadan gerçekleşemiyor. En özgürlükçü burjuva demokrasilerinde bile insanlar hala sevişmek için bir takım yükümlülüklerin altına imza attırılıyor. Yasalar insanlara açık açık, “eğer cinselliğini yaşamak istiyorsan o halde bunu ömür boyu tek bir insanla yaşayabilirsin” diyor. Özellikle bilgisiz ve çok çocuklu işçi aileleri için evlilikten kısa bir süre sonra cinsellik yerini neredeyse tamamen geçim derdine bırakıyor. Böyle ailelerde cinsel mutsuzluk ne kadar önem taşıyordur dersiniz. İnsanların bu geçim koşullarında özgürce boşanıp yeni ilişkiler yaşaması ne kadar mümkündür. Peki cinsel ilişkilerin miadı tükenmez midir? Gerçekten de yapılan araştırmalara göre her cinsel ilişkide er geç, sık yada ender olarak çekiciliğin azaldığı hatta yok olduğu dönemler ortaya çıkar. Eşler, duygusal hazlarla ve sevecenlikle birbirlerine ne kadar çok uyabilmişlerse, bu dönemler o kadar az olur. Bununla birlikte, her cinsel ilişki aşınır. Bu deneyle saptanmış bir olgudur. Hiçbir ahlaki iddia bunu değiştiremez. Cinsel ilişkinin ömür boyu değişmeyecek bir eşle yaşanmasını isteyen zihniyet, kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi sadece üremeye indirger. Eğer üreme yetilerimiz bir günde son bulsa, herhalde bu anlayışa göre ne cinsel uyarılmaların ne hazların ne de kadın erkek arasındaki bu çekimin bir önemi kalacaktır, bununla birlikte cinsel ilişkinin gereksiz bir edepsizlikten başka bir şey olmayacağı düşünülerek, herhalde evliliğe bile gerek duyulmayacaktır.
Ahlaki baskıların ilişkileri yavaş yavaş aşındırdığına dair bir sürü örnek vardır. İlişkinin sürdürülmesi zamansız gelen arzular tarafından sürekli yoklanır. Kişi kendi kendine suçluluk psikolojisine girebilir. Örneğin bu arzuların eşe karşı bir nefret ve soğukluk hissettirmesi, her sürekli ilişkinin temel sorunudur. Bu nefret bir süre sonra suçluluk duygusuyla birlikte yerini yapışkan bir bağlılığa bırakabilir. Artık hiçbir paylaşımları kalmadığı halde ayrılamayan bir çok insan vardır. Ayrıca birçok insanda sadece başka birini düşünmeyi bile aldatmak sayar. Oysa bütün bunlar insanların elinde olmayan sadece cinsel dürtülerdir. Ahlaki yasalar bu dürtülere karşı koyamaz.
Özel mülkiyet bütün kavramlar gibi cinsel ahlak üzerine de nüfuz etmiştir. Öyle ki, evlilik, önceleri kadının “sahibi” olan erkeğe teslimiyle başlardı. Bu anlayış cinsel ilişkinin erkeğin kadına “sahip olması” kadının ise kendini erkeğe “vermesi” şeklinde yorumlanır oldu. Kendini erkeğe veren, sunan kadının cinselliği kökten değersizleştirildi. Bu durum kadını ister istemez bir dizi ruhsal çatışkının içine sürükledi. Onun baskı mekanizmasının bir oyuncağı olmasını hızlandırdı. Hem duyduğu arzulardan dolayı kendini “hafif” görüp suçluluk içine itti, hem de yaşadığı cinsel bastırmayla birlikte yaşamdan uzaklaştı. Kısacası, gerici ahlakın ona biçtiği pasif rolü oynamaktan başka seçeneği kalmadı. Kadına sahip olmak ise erkeklik belirtisi olarak saygınlaştı. Bunun yanında kadına uygulanan bütün cinsel içerikli şiddet de meşrulaştı. Cinsel ilişkide kadına daha fazla acı vermenin, onu cezalandırmanın erkeksel bir haza dönüşmesinin altında yatan psikolojik nedenin mülkiyet sorunuyla doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyorum. Ataerkil toplum yapısından dolayı kadının cinselliği zaten değersiz olduğu için, onun vücudu tamamen metaya dönüşmüştür. Tek eşliliğin getirdiği cinsel duyarsızlaşma kişinin gözünü başkasına çevirmesine neden olur. Ataerkil toplumda burjuva erkek kendi dürtülerini doyurmak için alt sınıftan bir kızla – fahişelerle – beraber olurken, evleneceği kadın ise kendi sınıfına yaraşır bir kadın olmalıdır. Bununla birlikte tüm sınıflardan erkeklerin para karşılığı cinsel ilişkiye girdiği de ortada. Bunun nedeni, evlilik öncesi kadının bekaretinin kutsanması ve cinselliğin bastırılmasıdır. Fahişelikten nefret eden burjuva ahlakı, gerçekte onu sürekli yeniden üretir. Tek eşliliği bu kadar önemseyen bir toplum için kuşkusuz fahişelik çok büyük bir çelişki ama aynı zamanda büyük bir ihtiyaç da. Ahlaki açıdan son derece “yanlış” bulunan bu meslek tüm dünyanın ekonomisinde oldukça sağlam bir şekilde yer ediyor. Öyle ki bazı ülkeler bu meslek sayesinde ekonomilerini ayakta tutuyorlar. Sonuç olarak fahişelik ataerkil sınıflı toplumun bir ürünü ve ancak onun ortadan kalkmasıyla maddi zeminini yitirecektir.
Evlilik yada uzun süreli cinsel birlikteliğin doğal olduğu iddiası, doğallığın neye dayandırıldığına bağlı. Doğa yasaları elbette vardır, ancak doğa insanların oluşturduğu yapay yasalara riayet edecek kadar güçsüz değildir ve onları yıkar geçer. İlişkiler beş gün, bir ay yada on yıl da sürebilir ancak; buna yasalar değil özgür kadın ve erkekler karar vermelidir. Eğer evlilik, yani ömür boyu tek bir eşle yaşamak doğal bir şey olsaydı, insanlar ekonomik özgürlüklerini ellerine aldıkları anda boşanmazlardı. Bütün ileri ülkelerde boşanmalar yıl yıl hızla artmaktadır. 1929 ekonomik bunalımında boşanmalarda büyük artışlar görülmüştür. Evlilik varlık nedenini üretim araçlarının özel mülkiyete geçişinden alır. Özel mülkiyet kalkarsa evlilik de kendiliğinden tasfiye olacaktır. Çünkü evliliği ayakta tutan cinsellik değil, yasalar ve yasaların getirdiği ekonomik yükümlülüklerdir. Rusya'daki Ekim devriminden sonra, evliliğin ne büyük bir hızla dağıldığını o günlerde tutulan istatistiklerden görebiliyoruz. Ancak daha sonra Stalinist karşı devrimle birlikte bürokratik devlet eliyle tekrar hortlatılması bu kafa yapısının ne denli gerici olduğunu bir kez daha herkesin görmesini sağlıyor. Son bölümde Sovyetler Birliği'nde cinsel devrimin ne kadar yol aldığını ve nasıl boğulduğunu göstermek, pratikte cinsel devrimin işleyişini ve tutarlılığını anlamak açısından iyi olacaktır diye düşünüyorum.

Kaynak: Gençliğin cinsel eğitimi, Cinsel devrim W. Reich

Hiç yorum yok: