31 Ekim 2011 Pazartesi

İstanbul '6 Kasım Eylemi'ne Çağrı

Sermaye sınıfının 12 Eylül'ün ardından üniversiteleri yeniden düzenlemek, tamamen kontrol altına almak ve tüm devrimci sesleri sindirmek amacıyla kurduğu YÖK, bu yıl 30. kuruluş yılında bir kez daha protesto edilecek. Bugün, yapısının değiştirilerek, sermayenin 'Bologna Süreci'yle birlikte daha işlevli hale getirmeye çalıştığı YÖK ve onun düzenine karşı İstanbul'da bir protesto eylemi örgütlenmiş bulunuyor.  Eylemde öğrenciler gündemdeki yakıcı konulara ilişkin de sözlerini söyleyerek, işçi ve emekçilerle birlikte mücadeleyi vurgulayacaklar. 2 Kasım çarşamba günü saat 13.30'da Beyazıt Meydanı'nda gerçekleştirilecek eylem için saat 13.00'de Laleli tramvay durağında biraraya gelinecek. 
Bizler de, yalnızca kısır bir YÖK karşıtlığıyla yetinmeyen, eğitimin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bir bütün olarak dönüşümüne, giderek daha paralı hale getirilmesine ve işçi-emekçi çocuklarına kapatılmasına, anadilinde eğitim yasağına karşı çıkan herkesi çarşamba günü saat 13.00'de Laleli tramvay durağında olmaya çağırıyoruz. 

27 Ekim 2011 Perşembe

24 Ekim 2011 Pazartesi

İstanbul Üniversitesi’nde Faşist Provokasyonlar ve Polis Saldırıları

19 Ekim’de, Çukurca saldırısı sonrasında hayatını kaybeden 24 askerin haberinin yayılması sonrasında birçok bölgede sokaklara inen ve genelde BDP bürolarına saldıran faşistler, son iki gündür ise polis-okul idaresi-ÖGB işbirliğiyle birlikte İstanbul Üniversitesi’ndeki devrimci öğrencilere saldırılar düzenlediler.
Ülkenin mevcut politik atmosferini provokasyon ve saldırılar için fırsat bilen ülkücü faşistler, 20 Ekim Perşembe günü, sivil polislerin ve Özel Güvenliklerin (ÖGB) yardımıyla yaklaşık 25-30 kişi okula girerek, devrimci öğrencilere satır, döner bıçakları ve sopalarla saldırdırlar ve Hukuk Fakültesi koridorunda bulunan devrimci siyasetlerin, öğrenci kulüplerinin afişlerini yırttılar. Bu saldırı sonucunda üç öğrenci yaralanırken, ülkücü faşistler ise çevik kuvvetlerin ve sivil polislerin “koruması” eşliğinde okul içerisindeki bahçede beklemeye başladı.

4 Ekim 2011 Salı

21. Sayı


İçindekiler




Yeni Bir Döneme Başlarken 2

Geçtiğimiz Yıl Öğrenci Gündemi ve Bu Yıl 6

Harç Zammından Yola Çıkarak 17

Ekim Devrimi'nin Işığında “Arap Baharı” Üzerine 18

Genç-Sen'in Kapatılması Üzerine 25

Varoluş Tarihi Eski, Tanımlanış Tarihi Yeni Bir Terim Olarak Patriyarka 28

Kapitalistler Kıdem Tazminatına Göz Diktiler 31

Kürt Sorunu Nereden Nereye? 33

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK Üzerine 42

Bienal 45

Mihri Belli'yi “Anmak” ve Anlamak 47









* Çizimleri için İsmail Doğan'a teşekkür ederiz.

tüm yazılar iktisatsiyaset.org'dan alınmıştır

Yeni Bir Döneme Başlarken




İktisat-Siyaset öğrenci fanzini 21. sayısıyla tekrar karşınızda. Bu sayıda olabildiğince gündemdeki konulara ağırlık vermeye çalıştık, içeride değinemediğimiz konularaysa her zamanki gibi burada, giriş bölümünde yer vermeye çalışacağız. Biz öğrencilerin kolektif çalışmasının bir ürünü olan İktisat-Siyaset'in her alanda yaygınlaşması için siz okurlarımızın vereceği desteğin çok önemli olduğunu, her konuda yazı, çizim gibi ya da doğrudan dağıtım gibi katkılarınızı beklediğimizi belirterek yeni bir "öğretim yılı"na daha merhaba diyoruz.

Geçtiğimiz Yıl Öğrenci Gündemi ve Bu Yıl





Bu yazıda, geçtiğimiz yıl öğrenci mücadelesinde yaşananlar üzerine, ağırlıklı olarak İstanbul Üniversitesi merkezli bir özet çıkarmaya ve buradan yola çıkarak bizleri bu yıl nelerin beklediğini görmeye çalışacağız.

Harç Zammından Yola Çıkarak




Bu sene harçlara zam yapılmayacak açıklamasının ardından, 26 Ağustos 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile dolaylı olarak yapılan haksız ve habersiz zam şokuyla yeni döneme başladık. Önce alttan alınan ders ve krediye bağlı harç zammı ortaya çıktı ardından üniversitelere verilen harçları artırma yetkisinin yüzde 20’den yüzde 30’a yükseltildiği açıklandı. Bu haberin ardından üniversite öğrencileri zammın uygulanmasını önlemek amacıyla eylemler ve imza kampanyaları örgütlediler. Kısa süre sonra YÖK zam kararını askıya aldı ve “ilgili kanun değişikliğinin gerçekleştirileceği tarihe kadar öğrencilerden alınan katkı payı/öğrenim ücretine ilave mali yükümlülüğün ertelendiğini bildirdi.” Ödenen zamlı harçların iadesi yapılacağı da sonraki günlerde gündeme geldi.

Ekim Devrimi'nin Işığında "Arap Baharı" Üzerine




Bir Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus'ta işsiz bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan kitlesel halk ayaklanmaları sadece Kuzey Afrika ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Ortadoğu'nun birçok ülkesine yayılarak aslında 2011 yılının siyasi gündemine adeta damgasını vurdu. Bununla birlikte bu halk ayaklanmalarının sonucunda, kimi ülkelerde burjuva hükümetler düşüp yerlerine yine burjuvazinin başka bir kanadı geçerken, kimi ülkelerde ise bu kitlesel gösteriler burjuva yönetimleri krize sokacak noktaya ulaşamadı.

Genç-Sen'in Kapatılması Üzerine



DİSK’e bağlı Öğrenci Gençlik Sendikası  (Genç-Sen) hakkında İstanbul Valiliği tarafından 2008 Mayıs ayında kapatma talebiyle açılan dava 29 Eylül tarihinde sonuçlandı. İstanbul 3. Asliye Mahkemesi’nde görülen davada Genç-Sen’in kapatılmasına karar verildi. Mahkeme kapatma gerekçesi olarak 2821 sayılı kanunu gösterdi, buna göre sendikalar “işçiler veya işverenler tarafından kurulabilir”, bu yüzden öğrenciler tarafından kurulan Genç-Sen yasalara uygun değildir ve kapatılmalıdır.
Karara ilişkin açıklama yapan DİSK, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin "Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır" maddesine gönderme yaptı. Verilen kapatma kararını temyiz etmeye hazırlanan Genç-Sen ise, kararı Yargıtay'a taşıyacaklarını, iç hukukta sonuç alınamaması durumunda ise kapatma kararını, AİHM'ye taşıyacağını açıkladı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şart gibi sözleşmelerde öğrencilere de sendika açma hakkı tanınmasına gönderme yapan Genç-Sen de kararın ardından çeşitli protesto gösterileri gerçekleştiriyor. Genç-Sen, sendikalarını mahkemelerin kurmadığını, öğrencilerin sokakta mücadele ederek kurduğunu ve bu yüzden mahkemelerin Genç-Sen'i kapatamayacağını söylüyor, peki gerçekten de Genç-Sen'i öğrenciler sokakta mücadele ederek mi kurdular?

Varoluş Tarihi Eski, Tanımlanış Tarihi Yeni Bir Terim Olarak Patriyarka




'Aman kızım namusun senin en kıymetli hazinen
Aman kızım dost var düşman var ağır başlı ol laf ettirme
Aman kızım güvenme kimseye
Aman kızım sokakta erkeklerle konuşma
Aman kızım eteğinin boyu mu kısalmış
Aman kızım çok mu makyaj yapmışsın
Aman kızım babanlar görmesin...
Adım adım yaklaşarak, çoğalarak gelir zamanla bu sesler kulağına,
Aman kızım kocana birşey deme
Aman kızım çocuktur
Aman kızım yemek
Aman kızım bulaşık
Aman kızım
Aman kı..
Ama...
A...
Aaaaa!.. '

Replikler çok... Kaç kadın var ki bunları duymadan büyümüş olsun? Kaç kadın var ki bu lafların baskısı ister istemez her hareketini etkilememiş olsun? Kimilerinin alıştığı, bir süre sonra normalleştirdiği bu söylemler kimilerininse dikkatini çekmeye, kulağını tırmalamaya başlar. Bir kadın olarak durumu fark edip işin içine nedenleri niyeleri kattığındaysa olayın rengi değişir.

Kapitalistler Kıdem Tazminatına Gözlerini Diktiler





Kar oranlarının azalma eğiliminde olduğu kapitalizmde bunu arttırmanın tek yolu sömürüyü arttırmaktır. Emeğin sömürüsünün arttırılması ve karşılığında değer biçilen ücretin azaltılmasıyla bu sömürü kendi rayına oturup yol almaya başlar. İşçi ve sermaye sınıfları arasındaki mücadelede, sermaye sınıfının bir aracı olan devletse bu durumda sadece patronların taleplerini meşrulaştırmakta rol oynar, tıpkı yakın zamanda Torba Yasa süreciyle de tanıklık ettiğimiz gibi.

Torba yasa; asıl adıyla "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı" olan ve bugün tasarıdan öte yasa olarak geçen, içinde her daldan değişikliği bulundurduğu için Torba Yasa adını alan bir düzenleme.

Kürt Sorunu Nereden Nereye?




(Kürt sorunu üzerine Eylül ayının sonunda yayınlanan kapsamlı bir değerlendirmeyi kısaltarak yayınlıyoruz.)

BDP’nin meclise gelip gelmeme konusunda açıkladığı “boykota son veriyoruz, 1 Ekim’de meclisteyiz” tavrı ne kadar önemliyse, geçtiğimiz günlerde yaşanan başlıca gelişmeler de en az o kadar önem taşıyor. Erdoğan’ın ABD ziyareti sonrası yaptığı açıklamalar bunlardan birisi. Erdoğan “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi iradeyle de müzakere ederiz. Terörle mücadele sonuna kadar ama siyasetle müzakere. Siyasete gelen bizimle konuşabilir ama gelmeyen bizimle konuşamaz” açıklamasını yaptığı sıralarda BDP’ye yönelik operasyonlar sürüyordu. Bugün, 26 Eylül itibariyle İzmir’de gerçekleşen 30 tutuklamayla beraber son günlerde en az 75 BDP’li tutuklanmış oldu. Son altı ayda 1500′e yakın BDP’li tutuklanırken 2009′dan bu yana tutuklananların sayısı 3500′ü geçmiş bulunuyor. “Siyaset”le yapılan müzakerenin nasıl sürdüğünü hiç şüphesiz bu rakamlar göstermektedir. Bununla birlikte, söz konusu tutuklamalar AKP hükümetinin -bir kez daha- BDP’nin de mecliste bulunması yönünde bir açıklama yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Öcalan ile avukatları arasındaki görüşmelerin 2 aydır engellendiği, PKK’nin saldırılarını şiddetlendirdiği, devletin de hem PKK’ye hem de BDP’ye topyekun saldırdığı bugüne nasıl gelindiğini anlamanın en sağlıklı yolu hiç şüphesiz uluslararası gelişmelerden bağımsız bir Kürt sorununun olmadığı gerçeğini hatırlamak olacaktır.
“Kürt açılımı” adı verilen sürecin başladığı dönemdeki Ortadoğu’nun durumu ve Türkiye’nin konumu ile şu andaki durum önemli ölçüde değişikliğe uğramış durumda. “Kürt açılımı”nın kesinlikle TC Devleti’nin sınırlarıyla sınırlı bir proje olmadığını, Suriye, Ermenistan ve Irak kolları da bulunan geniş kapsamlı uluslararası bir “açılım” olduğunu o dönemki değerlendirmemizde (“Kürt Açılımı”nın Ardındaki Dinamikler ve Marksist Perspektif, 28 Ekim 2009) şöyle ifade etmiştik: “Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, neredeyse eş zamanlı olarak gündeme getirdiği üç açılım paketiyle hem iç hem de dış siyasi gündemi belirlemektedir. Ermenistan, Suriye ve Kürt (belki de “Irak” demek gerek) “açılımları” olarak adlandırılan bu paketler, mevcut hükümetin sağduyusunun ya da iyi niyetinin ürünü değildir. Bu “açılım”ın ardında, uluslararası sermayenin Orta Asya-Kafkasya- Ortadoğu eksenine “istikrar” kazandırma çabaları ve onunla bütünleşmiş olan Türkiye burjuvazisinin taşeron konumunda Ortadoğu’ya ve Kafkasya’ya açılması; özetle, Türkiye ekonomisinin küresel sermaye ile bütünleşmesi yatmaktadır. Dolayısıyla, “Kürt Açılımı”nı, ilk olarak, Ermenistan ve Suriye “açılımlarını” da içeren tek bir açılımın parçası olarak ele almak gerekir.” [1]

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK Üzerine





Bakanlar Kurulu'nun 25 Ağustos 2011 tarihli toplantısından çıkan ve 14 Eylül'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname özel bir incelemeyi hak ediyor. Hükümetin son dönemde yaygın bir şekilde uygulamaya koyduğu KHK yöntemi, kanunların mecliste “oyalanmadan” hızla yürürlüğe sokulmasını sağlaması itiberiyle, devletin son yıllardaki kabuk değişiminin de bir ifadesidir. Öyle ki, sermaye sınıfının programının yürütücüsü olan hükümet, artık, bu programı çok daha hızlı bir şekilde uygulamakta ve bunu başarabildiği ölçüde egemen sınıf için işlevsel ve kalıcı olmaktadır.

Kitap Önerisi





N. V. Yeliseyeva başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanan bu kitap 1648 İngiliz devriminden 1917 Sovyet Devrimi'ne uzanan tarih kesitini ele alıyor. 300 yıla yakın bu süre boyunca dünyanın farklı ülkelerinde yürütülen sınıf mücadeleleri, burjuvazinin yükselişi ve sanayi devrimi, emperyalizmin doğuşu ve palazlanışı ve bu süreç içinde emekçi sınıfların ve ezilen halkların mücadeleleri tarihsel maddeci bir yaklaşımla inceleniyor. 

Bienal





Eylül ayının 17. günü sanatseverlere kapılarını açan 12. İstanbul Bienali “sanatla politika arasındaki zengin ilişkiyi araştırıyor ve hem biçimsel bakımdan yenilikçi, hem de siyasi anlamda sözünü esirgemeyen yapıtlara odaklanıyor. 12. İstanbul Bienali, Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzales-Torres’in (1957-1996) yapıtlarını çıkış noktası olarak alıyor. Gonzalez-Torres’in çalışmaları bir yandan kişiselle siyasi arasındaki alanı kat ederken bir yandan da sanatsal üretimin biçimsel yönlerine önem veriyor; günlük yaşam temalarına, üst modernizm, minimalizm ve kavramsalcılıktan atıflarda bulunuyor. Bienal beş karma sergi ve 50’den fazla kişisel sunumdan oluşuyor .”
“İsimsiz” başlığı altında sergilenen eserler belirli ana konular üzerinde oluşturulmuş; dikkat çekici, “rahatsız edici” ve üzerinde düşündüren yapıtlar. Özellikle ırkçılık, polis tarafından işlenen cinayetler, silah-silahlanma, mevsimlik işçiler ve toplumsal hareketler üzerinde yoğunlaşmış farklı çalışmalar çizgilerle hayat bulmuş.

Mihri Belli'yi “Anmak” ve Anlamak





(Mihri Belli'nin ölümünün ardından yayınlanan aşağıdaki yazıyı üç bölüm halinde yayınlıyoruz)

Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Mihri Belli, 96 yaşında, İstanbul’da öldü. Belli’nin, 18 Ağustos Perşembe günü Şişli Camii’nde düzenlenen cenaze törenine, kurucuları arasında yer aldığı Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖDP) ile Sosyalist Parti’nin (SP) yanı sıra EMEP, EHP, DİP gibi “sol” partiler ve bireyler katıldı. CHP’den milletvekili Süleyman Çelebi ile iki eski belediye başkanının da konuşma yaptığı törende, DİSK yöneticileri ve BDP milletvekillerinden Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Gülten Kışanak ve Sebahat Tuncel de hazır bulundu. Belli’nin cenazesi, Şişli Camii’nde kılınan namazının ardından Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Belli’yi anmak
Belli’nin ölümü, cenazesinde yaşanan “ilginçlikler” (dini tören düzenlenmesi, Kürkçü’nün konuşmaması, Belli’nin eski bir yoldaşının gönderdiği mesajın, içerdiği -sınırlı ve son derece kibarca kaleme alınmış- “eleştiri”den dolayı makaslanması vb.) bir yana, asıl olarak, katılımcıların söylemiyle dikkat çekiyordu. Küçük burjuva solunun ulusalcı, Stalinist, liberal, merkezci bütün kesimleri (hatta “Troçkist”ler), ağız birliği etmişçesine, Mihri Belli’nin “devrimciliğine”, “sosyalistliğine” ve “enternasyonalistliğine” övgüler düzdü. Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Bugün Şişli Camii’nin avlusunda, Belli’nin tabutu başında saygıyla bekleyenler ve ona övgüler düzenler (en azından onların ezici çoğunluğu), onun ve savunduğu “Milli Demokratik Devrim” (MDD) çizgisinin sosyalist işçi hareketine verdiği devasa zarar üzerine yüzlerce sayfa yazı yazmış olan insanlar değil miydi? 

Kitap Önerisi



Lev Sedov, “1936 Moskova Duruşmaları Üzerine Kızıl Kitap”ı yazarak, Sovyet bürokrasisinin Bolşevikler'e karşı düzenlediği en berbat komplolardan birini açığa çıkarma görevini hakkıyla yerine getirdi. Bu broşür, Stalin'in Bolşevik-Leninistlere yönelik kampanyasını başarılı biçimde teşhir eder. Troçki bu kitabı, “paha biçilmez bir armağan ...Kremlin çarpıtmacılarına ilk ezici cevap” olarak tanımlamıştı.