4 Ekim 2011 Salı

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK Üzerine





Bakanlar Kurulu'nun 25 Ağustos 2011 tarihli toplantısından çıkan ve 14 Eylül'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname özel bir incelemeyi hak ediyor. Hükümetin son dönemde yaygın bir şekilde uygulamaya koyduğu KHK yöntemi, kanunların mecliste “oyalanmadan” hızla yürürlüğe sokulmasını sağlaması itiberiyle, devletin son yıllardaki kabuk değişiminin de bir ifadesidir. Öyle ki, sermaye sınıfının programının yürütücüsü olan hükümet, artık, bu programı çok daha hızlı bir şekilde uygulamakta ve bunu başarabildiği ölçüde egemen sınıf için işlevsel ve kalıcı olmaktadır.


MEB üzerine çıkarılan son kanun kararnamesi de, devleti bir bütün olarak dönüştürme, dönemin, yani küreselleşmenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırma sürecinin (yargı, ordu, anayasa değişiklikleri başta olmak üzere çeşitli dönüşümler) eğitim alanındaki bir devamıdır. Bu yasal düzenleme, gerçekte Türkiye için son 30 yıla yayılmış ve özellikle son on yılda devasa bir itilim kazanmış olan eğitimin sermayenin kar alanı haline getirilme sürecinin (ki bu süreç tüm dünyada işledi ve işliyor) hukuki çerçevesini düzenlemekten başka bir şey değildir.

Yeni düzenlemeyle tüm yetkiler Bakan'ın elinde toplanmış, alt bürokrasinin hantallığı -yukarıda bahsettiğimiz diğer dönüşümlerde de olduğu gibi- bir bütün olarak aşılmak istenmiştir. Böylece sermayenin programı hiç şüphesiz daha hızlı yürütülecek, küreselleşme çerçevesinde ilerleyen bu sürece karşı çıkabilecek sermayenin daha güçsüz kesimlerinin ulusalcı tepkilerinin önüne ilk elden geçilmiş olacaktır. MEB'in görevleri arasında ifade edilen ve gerçekte sermaye için başlıca görevi olan şu ifade, yeni düzenlemenin ne anlama geldiğini açıkça göstermektedir: “küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek.” (madde 2, a)

Devlet tarafından düzenlenen eğitim ve öğretimin, yalnızca Türkiye'de değil, tüm ülkelerde egemen sermaye sınıfının ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda düzenlendiğini, örneğin 50 yıl önce 1960'larda üniversite kapıları emekçi çocuklarına sermayenin nitelikli işgücü ihtiyacı için nasıl açıldıysa, bugün de bu ihtiyacın yerini küresel düzeyde Türkiye burjuvazisinin rekabet gücünü arttıracak eğitim ve insan ihtiyacı almış; üniversite mezunu “nitelikli işgücü” sayısı gereğinden fazla olduğu ve eğitim yalnızca paralı değil pahalı olduğu için emekçi çocukları yükseköğretimden dışlanmaya başlanmıştır.

İlgili maddedeki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti” ifadesinin çıkarılması da yine aynı dönüşümün bir ifadesi olduğu kadar aynı zamanda gerçeği de yansıtmaktadır. Türkiye burjuva demokrasisiyle yönetiliyor olsa da, bu aynı zamanda sermayenin bir diktatörlüğünün de ifadesi olduğu için; laiklik, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren çarpık bir temele oturtulduğu ve asıl olarak dini devlet kontrolü-denetimine alarak (Diyanet eliyle) yayma şeklinde mevcut olduğu, Kemalistlerin bu “laikliği”nin AKP eliyle daha da daraltıldığı için; sosyal devletin de kapitalist küreselleşme öncesi bir dönemin ifadesi olduğu, ulusal temelli ekonomilerin küreselleşme temelinde çözülüşüyle yok olmak zorunda olması nedeniyle yukarıdaki ifade gerçeği yansıtmaktadır.

Kararnamenin küresel düzeyde rekabet temelli özüne uygun olarak zaten mevcut olan sözleşmeli çalışma da yaygınlaştırılmakta ve kapsamı oldukça genişletilmektedir: “Bakanlık merkez teşkilatında; Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkan ve Üyesi, Genel Müdür, Rehberlik ve Denetim Başkanı, Strateji Geliştirme Başkanı, Bakanlık Müşaviri, I. Hukuk Müşaviri, Grup Başkanı, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Özel Kalem Müdürü, Millî Eğitim Uzmanı, Hukuk Müşaviri ve Millî Eğitim Uzman Yardımcısı kadrolarına atananlar, kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak çalıştırılabilir.” (madde 42)

Bakanlığın görevleri arasında “performans ölçütleri doğrultusunda uygulamayı koordine etmek” de bulunuyor. Eğitimde on yıllara yayılan kapitalist dönüşümün hukuki ifadesi olduğunu belirttiğimiz bu kararnamenin, esnek çalışma, güvenceli çalışmanın yerine sözleşmeliliğin ve ücretliliğin yaygınlaştırılması, rekabetin genişletilmesi, eğitimin yani en geç 7 yaşından itibaren çocukların kapitalist kar ve rekabet temelinde (küresel ekonomi çerçevesinde) yetiştirilmelerinin programlanmasının bir ifadesidir. Mantar gibi biten ve yıllar içerisinde “kaçınılmaz bir zorunluluk” olarak topluma benimsetilen dershane olgusunda en net ifadesini bulan bugünün “eğitim-öğretim” kavrayışı, düşünmeyen, yorumlayamayan, üretemeyen ancak test çözebilen, itaatkar ve rakebete yatkın bir genç emekçiler kuşağının yetişmesini sağlamaktadır.

Devlet eliyle verilen sözde ücretsiz eğitimin de giderek daha da paralı hale gelmesi ya da özel okulların yaygınlaşması da on yıllar önce başlatılmış olan eğitimde kapitalist dönüşümün küresel sermaye ve yerli burjuvazinin çıkarları doğrultusunda gerçekleşmesidir; burada bu yıllar içerisinde hükümeti oluşturan ANAP, SHP, DYP, DSP, MHP ya da AKP gibi partiler egemen sınıfın birer yürütücüsünden başka bir şey değiller, onlar birer burjuva partisi olarak görevlerini başarıyla yerine getirdiler ve getiriyorlar.

Egemen sınıf ve onun çeşitli partilerinin her alanda yürüyen kapsamlı saldırılarının eğitim alanındaki bir parçası olan son düzenlemelere karşı koymak için öncelikle bu durumu sağlıklı bir şekilde değerlendirmek hayati bir önem taşımakta, aksi takdirde basit bir ulusalcılık temelinde yaşananlara eleştiri getirmek fakat sağlıklı bir mücadele perspektifi çıkaramamak kaçınılmaz olacaktır.

Bugün yaşananlar, otuz yılı aşkın süredir dünya çapında yürüyen bir sürecin, kapitalist küreselleşmenin sonuçlarıdır. Sonuçlarla oyalanır ve örneğin “hepsi AKP yüzünden” kısır döngüsüne saplanırsak gerçekte egemenlerin istediği noktaya gelmiş olur ve bize gerçek bir çözüm sağlayacak sınıf mücadelesi perspektifinden uzaklaşmış oluruz. Bu yüzden, temelden karşı çıkılması gereken asıl nokta, sonuçları üreten neden, yani bizzat kapitalizm olmalı ve burjuva sınıfının saldırılarına karşı mücadele de sınıf temelinde, yani işçi sınıfı merkezli olmalıdır. Eğitim emekçileri ve öğrenci gençlik işçi sınıfının önderliğinde birleşik olarak örgütlenmeli, okullarda, üniversitelerde, işyeri ve fabrikalarda ortak geleceğini inşa etmek üzere harekete geçmelidir. Bu gerçekleşmediği sürece, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda, bizleri daha çok KHK'lar beklemektedir.

güneş y.

Hiç yorum yok: