Bakanlar
Kurulu'nun 25 Ağustos 2011 tarihli toplantısından çıkan ve 14
Eylül'de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren Milli
Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname özel bir incelemeyi hak ediyor. Hükümetin son
dönemde yaygın bir şekilde uygulamaya koyduğu KHK yöntemi,
kanunların mecliste “oyalanmadan” hızla yürürlüğe
sokulmasını sağlaması itiberiyle, devletin son yıllardaki kabuk
değişiminin de bir ifadesidir. Öyle ki, sermaye sınıfının
programının yürütücüsü olan hükümet, artık, bu programı
çok daha hızlı bir şekilde uygulamakta ve bunu başarabildiği
ölçüde egemen sınıf için işlevsel ve kalıcı olmaktadır.
MEB
üzerine çıkarılan son kanun kararnamesi de, devleti bir bütün
olarak dönüştürme, dönemin, yani küreselleşmenin ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden yapılandırma sürecinin (yargı, ordu,
anayasa değişiklikleri başta olmak üzere çeşitli dönüşümler)
eğitim alanındaki bir devamıdır. Bu yasal düzenleme, gerçekte
Türkiye için son 30 yıla yayılmış ve özellikle son on yılda
devasa bir itilim kazanmış olan eğitimin sermayenin kar alanı
haline getirilme sürecinin (ki bu süreç tüm dünyada işledi ve
işliyor) hukuki çerçevesini düzenlemekten başka bir şey
değildir.
Yeni
düzenlemeyle tüm yetkiler Bakan'ın elinde toplanmış, alt
bürokrasinin hantallığı -yukarıda bahsettiğimiz diğer
dönüşümlerde de olduğu gibi- bir bütün olarak aşılmak
istenmiştir. Böylece sermayenin programı hiç şüphesiz daha
hızlı yürütülecek, küreselleşme çerçevesinde ilerleyen bu
sürece karşı çıkabilecek sermayenin daha güçsüz kesimlerinin
ulusalcı tepkilerinin önüne ilk elden geçilmiş olacaktır.
MEB'in görevleri arasında ifade edilen ve gerçekte sermaye için
başlıca görevi olan şu ifade, yeni düzenlemenin ne anlama
geldiğini açıkça göstermektedir: “küresel
düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi
ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim
programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve
öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede
yürütmek ve denetlemek.” (madde 2, a)
Devlet
tarafından düzenlenen eğitim ve öğretimin, yalnızca Türkiye'de
değil, tüm ülkelerde egemen sermaye sınıfının ihtiyaç ve
talepleri doğrultusunda düzenlendiğini, örneğin 50 yıl önce
1960'larda üniversite kapıları emekçi çocuklarına sermayenin
nitelikli işgücü ihtiyacı için nasıl açıldıysa, bugün de bu
ihtiyacın yerini küresel düzeyde Türkiye burjuvazisinin rekabet
gücünü arttıracak eğitim ve insan ihtiyacı almış; üniversite
mezunu “nitelikli işgücü” sayısı gereğinden fazla olduğu
ve eğitim yalnızca paralı değil pahalı olduğu için emekçi
çocukları yükseköğretimden dışlanmaya başlanmıştır.
İlgili
maddedeki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye Cumhuriyeti” ifadesinin çıkarılması da yine aynı
dönüşümün bir ifadesi olduğu kadar aynı zamanda gerçeği de
yansıtmaktadır. Türkiye burjuva demokrasisiyle yönetiliyor olsa
da, bu aynı zamanda sermayenin bir diktatörlüğünün de ifadesi
olduğu için; laiklik, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren çarpık
bir temele oturtulduğu ve asıl olarak dini devlet
kontrolü-denetimine alarak (Diyanet eliyle) yayma şeklinde mevcut
olduğu, Kemalistlerin bu “laikliği”nin AKP eliyle daha da
daraltıldığı için; sosyal devletin de kapitalist küreselleşme
öncesi bir dönemin ifadesi olduğu, ulusal temelli ekonomilerin
küreselleşme temelinde çözülüşüyle yok olmak zorunda olması
nedeniyle yukarıdaki ifade gerçeği yansıtmaktadır.
Kararnamenin
küresel düzeyde rekabet temelli özüne uygun olarak zaten mevcut
olan sözleşmeli çalışma da yaygınlaştırılmakta ve kapsamı
oldukça genişletilmektedir: “Bakanlık
merkez teşkilatında; Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Talim ve
Terbiye Kurulu Başkan ve Üyesi, Genel Müdür, Rehberlik ve Denetim
Başkanı, Strateji Geliştirme Başkanı, Bakanlık Müşaviri, I.
Hukuk Müşaviri, Grup Başkanı, Basın ve Halkla İlişkiler
Müşaviri, Özel Kalem Müdürü, Millî Eğitim Uzmanı, Hukuk
Müşaviri ve Millî Eğitim Uzman Yardımcısı kadrolarına
atananlar, kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı
Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması
hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak
çalıştırılabilir.” (madde 42)
Bakanlığın
görevleri arasında “performans ölçütleri doğrultusunda
uygulamayı koordine etmek” de bulunuyor. Eğitimde on yıllara
yayılan kapitalist dönüşümün hukuki ifadesi olduğunu
belirttiğimiz bu kararnamenin, esnek çalışma, güvenceli
çalışmanın yerine sözleşmeliliğin ve ücretliliğin
yaygınlaştırılması, rekabetin genişletilmesi, eğitimin yani en
geç 7 yaşından itibaren çocukların kapitalist kar ve rekabet
temelinde (küresel ekonomi çerçevesinde) yetiştirilmelerinin
programlanmasının bir ifadesidir. Mantar gibi biten ve yıllar
içerisinde “kaçınılmaz bir zorunluluk” olarak topluma
benimsetilen dershane olgusunda en net ifadesini bulan bugünün
“eğitim-öğretim” kavrayışı, düşünmeyen, yorumlayamayan,
üretemeyen ancak test çözebilen, itaatkar ve rakebete yatkın bir
genç emekçiler kuşağının yetişmesini sağlamaktadır.
Devlet
eliyle verilen sözde ücretsiz eğitimin de giderek daha da paralı
hale gelmesi ya da özel okulların yaygınlaşması da on yıllar
önce başlatılmış olan eğitimde kapitalist dönüşümün
küresel sermaye ve yerli burjuvazinin çıkarları doğrultusunda
gerçekleşmesidir; burada bu yıllar içerisinde hükümeti
oluşturan ANAP, SHP, DYP, DSP, MHP ya da AKP gibi partiler egemen
sınıfın birer yürütücüsünden başka bir şey değiller, onlar
birer burjuva partisi olarak görevlerini başarıyla yerine
getirdiler ve getiriyorlar.
Egemen
sınıf ve onun çeşitli partilerinin her alanda yürüyen kapsamlı
saldırılarının eğitim alanındaki bir parçası olan son
düzenlemelere karşı koymak için öncelikle bu durumu sağlıklı
bir şekilde değerlendirmek hayati bir önem taşımakta, aksi
takdirde basit bir ulusalcılık temelinde yaşananlara eleştiri
getirmek fakat sağlıklı bir mücadele perspektifi çıkaramamak
kaçınılmaz olacaktır.
Bugün
yaşananlar, otuz yılı aşkın süredir dünya çapında yürüyen
bir sürecin, kapitalist küreselleşmenin sonuçlarıdır.
Sonuçlarla oyalanır ve örneğin “hepsi AKP yüzünden” kısır
döngüsüne saplanırsak gerçekte egemenlerin istediği noktaya
gelmiş olur ve bize gerçek bir çözüm sağlayacak sınıf
mücadelesi perspektifinden uzaklaşmış oluruz. Bu yüzden,
temelden karşı çıkılması gereken asıl nokta, sonuçları
üreten neden, yani bizzat kapitalizm olmalı ve burjuva sınıfının
saldırılarına karşı mücadele de sınıf temelinde, yani işçi
sınıfı merkezli olmalıdır. Eğitim emekçileri ve öğrenci
gençlik işçi sınıfının önderliğinde birleşik olarak
örgütlenmeli, okullarda, üniversitelerde, işyeri ve fabrikalarda
ortak geleceğini inşa etmek üzere harekete geçmelidir. Bu
gerçekleşmediği sürece, sermaye sınıfının çıkarları
doğrultusunda, bizleri daha çok KHK'lar beklemektedir.
güneş
y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder