4 Ekim 2011 Salı

Geçtiğimiz Yıl Öğrenci Gündemi ve Bu Yıl





Bu yazıda, geçtiğimiz yıl öğrenci mücadelesinde yaşananlar üzerine, ağırlıklı olarak İstanbul Üniversitesi merkezli bir özet çıkarmaya ve buradan yola çıkarak bizleri bu yıl nelerin beklediğini görmeye çalışacağız.




ÖKM'nin tasfiyesi
Geçtiğimiz yılın ilk gündemi, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi'nin (ÖKM), okulun yaz tatiline girmesiyle birlikte üniversitenin yönetimi eliyle yeni ve bu kez daha kapsamlı bir saldırıyla karşı karşıya kalmasıydı. Bugünkü rektör Yunus Söylet öncesi dönemde de, çeşitli defalar kapatılmaya çalışılan, bu amaçla defalarca faşist güruhların saldırdığı ÖKM ve bünyesinde çalışan kulüpler, bu ve benzeri saldırıları öğrencilerin verdiği ortak mücadelelerle aşmayı başarmıştı.

Hızla sermayeye bırakılan, özel güvenlik birimleri, sivil polisler ve faşistlerin terör estirdiği, eğitimin baştan sona ideolojik ve ezberci olduğu üniversiteler bünyesinde, elbette sermaye için böylesi bir kurum kabul edilemez durumdaydı. İşte bu yüzden, uzun bir süredir sürdürülen kapatma çalışmaları, Bologna sürecine de denk düşecek bir adımla birlikte hayata geçirilmiş bulunuyor.
ÖKM’deki kulüplerin tasfiye edip, yerine bu mekanı “Uzaktan Eğitim Merkezi” haline dönüştüren rektörlük, aynı pişkinlikle bunu “öğrenciler için” yaptığını söyleyebilmişti! Halbuki yapılan özetle, üniversite bünyesindeki en faal ve yararlı kurumun, öğrencilerin elinden alınarak sermayeye rant kapısı haline getirilmesi ve İÜ'nün en üretken, sanat ve kültür adına çalışmalar yürüten alanının kapatılmasıydı.

Uzaktan eğitim, Avrupa’dan sonra giderek Türkiye üniversitelerine de yayılan, yüksek öğrenimin bir bütün olarak sermayeye bırakılması (Bologna) sürecinin önemli ayaklarından birisidir. Üniversite yönetiminin “ekonomik” olarak ifade ettiği uzaktan eğitimin, yıllık tutarı öğrenci başına harçlar hariç 2000 ve 3000 lira olarak açıklanmışken, bunun ekonomik olduğunu ifade etmek, aslında bunun sermaye sınıfının çocukları için “ekonomik” olduğunu söylemektir. Dolayısıla ÖKM’nin kapatılması, çok daha kapsamlı bir programın yalnızca bir ayağı olarak değerlendirilmelidir.

KPSS skandalı
10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan ve yaklaşık 800 bin kişinin girdiği Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) sonuçlarının açıklanmasının ardından eğitim bilimleri bölümünde sorulan 120 soruda 120 net çıkaran 350 kişinin ortaya çıkması akıllara kopya çekildiği şüphesini getirmişti.

26 Eylül’de yapılacak KPSS Ön Lisans/Orta Öğretim ve TUS sınavlarının ertelenmesi, ÖSYM’ye baskın yapılması, son beş yılın sınavlarının incelemeye alınması, daha önce bazı hile olaylarının ÖSYM tarafından bilinmesine rağmen gözardı edildiği haberleri, bu ortaya çıkanların tuzu biberi olmuş, başta KPSS olmak üzere, gençlere yaşamlarını zehir eden, eğitimin ve yaşamın artık bir sınavlar sistemi olduğunu hatırlatan birçok sınavda kopya çekildiği ortaya çıkmıştı. Hiç şüphesiz bu AKP hükümetiyle başlamış yeni bir durum değildir, hükümetler ve bürokrasinin her zaman kayırmalara, torpillere ve böylesi sınavlarda “desteklere” açık olduğu bilinen bir gerçekti. Tek başına devasa karlı bir sektör haline gelen dershaneler ve sınav sistemi ile onların üzerinde yükseldiği düzenin çürümüşlüğünü sergileyen bu ve benzeri durumlara karşı tüm sınavların kaldırılması, dershane ve özel okulların karşılıksız kamulaştırılması, herkese parasız, anadilde eğitim; çalışma saatlerinin kısaltılması ve herkese güvenceli iş imkanı gibi taleplerin öne çıkarılması ve bunların da ancak varolan kapitalist sistemin aşılmasıyla mümkün olduğunu tekrar vurgulamak gerekiyor.

YÖK'ün Olağanüstü Hal kararı
Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) 24 Ağustos’ta aldığı ve üniversiteleri resmi ve sivil polis eliyle hükümetin denetimine sokmayı amaçlayan kararlar 6 Ekim 2010 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan haberle birlikte deşifre olmuştu. Bu kararlar üniversitelerde olağanüstü hal (OHAL) uygulamasına geçildiğini de resmi olarak teyit etmiş olmuştu.

Traji-komik bir şekilde “Özgür ve Güvenli Üniversite” isimli toplantıda üniversite, Emniyet Müdürlüğü ve Yurt-Kur’un ortak aldığı kararlar (ki bu toplantılar her yıl yapılmakta) Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden tüm illerin valiliklerine ve üniversitelerine iletilmişti. YÖK’ün deşifre olan bu kararlarının hedefi, açıkça, üniversitelerdeki devrimci ve Kürt öğrencilerdi. Ancak bu kararlarla hedef tahtasına yerleştirilenlerin yalnızca onlarla sınırlı olmadığı; tüm üniversite öğrencilerini yakından etkileyeceği de alınan kararlara bakıldığında net bir şekilde görülüyordu.

Öğrenci olaylarını başlamadan veya anında yapılacak müdahale ile büyümeden engellemeyi” amaçladığı belirtilen kararlarla birlikte, üniversitelere karakollar kurulması ile oralarda zaten cirit atan sivil polislerin / ajanların varlığı kurumsallaşmakta; üniversitelerin kameralarla sürekli kontrol edilmesi ve öğrencilerin fişlenmesi istenmekteydi.

YÖK’ün, iktidarın üniversiteleri ve üniversite gençliğini sindirme planının bir parçası olan kararlarında şunlar vardı:
- “Güvenlik koordinatörleri ile ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları yetkilileri arasında bir yarıyılda en az iki defa toplantı yapılması. Yani, üniversite yönetimi – polis işbirliği daha da sıkılaştırıldı.
- “Olaylara süratle müdahale edilmesi amacıyla öğretim yılını kapsayacak şekilde, ihtiyaç halinde başvurmak üzere kolluk kuvveti talebi ve sivil emniyet personeli görevlendirme yazılarının eğitim-öğretim yılının başlangıcında rektörlüklerce valiliklerden talep edilmesi, ayrıca üniversitelerimizin imkânları ölçüsünde ve uygun gördükleri alanlarda kampüste görev yapacak sivil kolluk güçleri ile ilgili yer tahsis etmeleri. Yani, üniversitelere kalıcı karakollar kurulması ve istihbarat toplamanın dışında ajan-provokatör rolü de oynayan sivil polislerin varlığı kurumsallaştı.
- “Yerleşke güvenliğine yönelik olarak giriş-çıkış noktalarının kontrolü, aydınlatma sistemlerinin geliştirilmesi, kamera sisteminin yaygınlaştırılması, fiziki ve parmak izi gibi elektronik tedbirlerin alınması.” Yani, üniversiteler birer hapishaneye dönüştürüldü.
- “Stant, bilgilendirme masaları vb. faaliyetlerin rektörlüklerce kurulan değerlendirme komisyonuna önceden bildirmek ve komisyonun uygun görmesi şartıyla gerçekleştirilmesi, ayrıca öğretim başlamadan önce her kurumun ayrı ayrı stant açması yerine ortak stant açılması. Yani, öğrencilerin her türlü sosyal, kültürel ve siyasi faaliyeti idarenin iznine tabi kılındı.
- “Öğrencilerin kayıt olma işlemlerine yardımcı olma kisvesiyle öğrencilerle temasa geçen ideolojik grupları, kampüs alanları dışında ve çevrelerinde oluşturulan stantlara müsaade edilmeyerek, gerektiğinde güvenlik kuvvetlerinden yardım talep edilmesi. Yani, iktidarın “iyi çocuklar”ının dışında kalan öğrenciler arasındaki her türlü dayanışma ve bilgilendirme faaliyeti “ideolojik faaliyet” adı altında birer tehdit olarak kabul edilecek ve engellenecek.

Hükümetin YÖK eliyle muhalif üniversite gençliğine karşı uygulamaya koyduğu saldırı bununla da sınırlı değildi. “Birimlerde ve yurtlarda psikolojik danışmanlık ve rehberlik servislerinin etkin hale getirilmesi” gerektiğini belirten genelge, üniversite yönetimlerine “adli soruşturma sonucu beklenmeksizin” idari soruşturma yapma hakkı da vermektedir. YÖK, üniversiteleri birer cezaevine ve karakola dönüştüren bütün bu önlemlerin yetersiz kalması olasılığını da düşünmüş olacak ki, kararlarına, “haklarında adli ve idari işlem yapılan öğrenciler ile yasadışı faaliyetlerde bulunan öğrencilerin durumlarının ailelerine bildirilmesi” ve “yasal bir tebligat adresinin tespit edilmesi”ni de ekliyor.
YÖK’ün bu kararlarıyla birlikte, üniversitelerde rektörlük-polis-özel güvenlik sacayağı üzerinde yükselen bir OHAL ilan edilmiş bulunuyor.

ÖGB saldırısı
1 Kasım günü gerçekleşen olayda, Gençlik Federasyonu’ndan iki öğrenci, üstlerinin ve çantalarının keyfi olarak aramasına karşı çıktıkları için ÖGB saldırısına maruz kaldılar.

ÖGB tarafından fiilen gözaltına alınan öğrenciler, Merkez kapı girişindeki odaya çekilerek darp edildiler, diğer devrimci öğrencilerin onlara yardım etmesini önlemek için Merkez giriş kapısı kapatıldı ve öğrenciler içeri alınmadı. ÖGB’nin işkencesinin ardından devreye polis girdi ve iki öğrenci yine darp edilerek karakola götürüldüler. Yalnızca bu durum bile, üniversitelerdeki sivil polislerin ve güvenliklerin neyin güvenliğini sağladığını ve kime karşı olduklarını göstermeye yetiyor. Faşistlerin okul içine çeşitli delici, kesici aletlerle ve hatta yeri geldiğinde tabancayla (Akdeniz Üniversitesi’ni hatırlayın) girmesine göz yuman yine aynı bu devletin güvenlik birimleridir.

Olayın duyulmasının ardından saat 13′te biraraya gelen çeşitli gruplardan devrimci öğrenciler, hem gerçekleştirilen saldırıyı hem de öğrencilerin üstlerinin aranmasını protesto etmek için toplu olarak araç kapısından üniversite içerisine giriş yaptılar. ÖGB’nin bu eylemi araç kapısını kapatarak önlemeye çalışmasına rağmen öğrenciler kapıların kapatılmasına izin vermemiş ve sloganlarla okul içerisinde yürüyüşe geçmişlerdi. Havuzlu bahçede ve yemekhanede öğrencilere yaşananlar anlatılmış ve bu saldırılara karşı hep beraber karşı durulması gerektiği ifade edilmişti.

Kabataş-Dolmabahçe eylemi



4 Aralık günü polis Genç-Sen üyelerine Kabataş’ta, İstanbul dışından etkinlik için gelen Öğrenci Kolektifi üyesi öğrencilere ise Çamlıca gişelerinde sert bir şekilde müdehale etmişti. Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde gerçekleştirilecek rektörler zirvesini protesto etmek isteyen Genç-Sen’li öğrenciler aynı gün Kabataş’ta toplanmıştı. Kabataş’tan Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe geçtikleri sırada polis müdahalesi gerçekleşti ve 14 öğrenci gözaltına alındı. Hem gözaltıları protesto etmek hem de tekrar yürüyüşe geçmek için öğrenciler öğlen saatlerinde Kabataş tramvay durağında tekrar toplandı. Polis barikatıyla engellenen öğrenciler yürüyüşe geçmek isteyince polisin saldırısına maruz kaldı ve 13 öğrenci de bu müdehalede gözaltına alındı. Tekrar toplanıldığında ise yine yürüyüşe izin verilmedi ve basın açıklaması polis barikatı önünde gerçekleştirilip eylem bitirildi. Polisin hunharca saldırıları sonucu bir kadın öğrenci bebeğini kaybetti. Bazı öğrencilerin kolu ve burnu kırıldı.

Bu yoğun baskılar ve saldırılar sonucunda çeşitli protesto eylemleri ve basın açıklamaları gerçekleşti. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen, “Türkiye’de Anayasa” konulu konferansa katılan CHP sözcüsü ve Genel Sekreteri Süheyl Batum’un, öğrencilerin alkışlı protestosuyla konuşturulmaması bunlardan biriydi. Burhan Kuzu da aynı gün ve yine aynı kürsüde protesto edildi ve konuşturulmadı.

Genç-Sen üyesi bir grup öğrenci 7 Aralık’ta CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’le birlikte TBMM’ye girip basın toplantısına katılmak istedi. Öğrenciler içeri alınmayınca Dikmen Kapısı’nda Genç-Sen üyeleriyle birlikte Sevigen bir basın açıklaması yaptılar. Daha sonra Sevigen, olayı grup toplantısına taşıdı ve öğlen saatlerinde Genç-Sen’li öğrenciler basın toplantısı salonuna değil CHP grubuna gittiler. Burada Kılıçdaroğlu’yla Genç-Sen’liler bir görüşme yapmışlar ve ne yazık ki AKP karşıtlığı adına bir başka burjuva partisinin desteğini almaya çalışmışlardı.

İÜ'de polise 1 yıllık arama izni verilmesi
İ.Ü. rektörlüğünün savcılığa başvurarak aldırdığı mahkeme kararına göre polis bir yıl boyunca Beyazıt’taki bütün fakültelerde arama yapabilecek. “Önleme Araması Kararı” adıyla duyurulan kararda öğrencilerin çanta, paket, poşet, araç ve özel kağıtlarının da aranabileceği belirtilmiş. Ayrıca arama yapılacak yerler de karara eklenmiş, buna göre Fatih sınırlarındaki bütün fakülte, yüksekokul ve idari binaların girişinde, hatta çevresinde de istenildiği taktirde arama yapılabilecek.
Karara karşı, devrimci öğrenciler 30 Aralık günü Beyazıt meydanında yaklaşık 150-200 öğrencinin katıldığı bir protesto gerçekleştirdiler. Sermayenin bu topyekun saldırısına karşı birleşik bir direnişin ortaya konduğu eylemde üniversite ana kapısına “İstanbul Üniversitesi Yarı Açık Cezaevi” pankartı asıldı. Polis ve ÖGB ablukasında gerçekleştirilen eylem, baskı ve saldırılara karşı mücadelenin kitlesel eylemlerden geçtiğini bir kez daha ortaya koydu.

Ocak ayı ve soruşturma dalgası

İstanbul Üniversitesi’nde pazartesi günü okula giden 45 öğrenci rektörlüğün soruşturma ilanıyla karşılaştı. Soruşturma gerekçesini “27-28 Ekim ve 1 Kasım 2010 tarihlerinde kimlik göstermeden, çanta kontrolü yaptırmadan zorla okula giriş yapmak” olarak sunan üniversite yönetimi, daha önce yaptığı düzenlemelere ve öğrencilere yönelik saldırılarına bir yenisini daha eklemiş oldu.
İÜ yönetiminin açılan soruşturmaları tam da o günlerde açıklamasının arkasında, final dönemine (ve ardından da yarıyıl tatiline) girecek öğrencilerin ciddi bir direniş örgütleyememesi hesabının yattığı da düşünüldüğünde, soruşturmaların tamamen bilinçli bir saldırının ürünü olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Aynı hafta önce Marmara Üniversitesi’nde faşistler Göztepe kampüsüne gelerek bir öğrenciyi satırladılar. Aynı günlerde yine İstanbul Üniversitesi’nde özel güvenlik birimleri (ÖGB) üç Ekim Gençliği okuruna üstlerini aratmadıkları için pervasızca saldırdı. Aynı pervasızlık güvenliklerin öğrencilerden sonraki süreçte davacı olmalarıyla da sürdü.

Üniversite Konferansı
7 Ocak tarihinde, Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde geniş katılımla gerçekleştirien Üniversite Konferansı'nı düzenleyen kurumlar Emek Gençliği, TKP’li öğrenciler, Genç-Sen, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci kolektifleri, Üniversite Konseyleri Derneği, Öğretim Üyeleri Derneği ve Eğitim-Sen'di.
Üniversite Konferansı’nda öğrenciler 30′un üstünde sunum gerçekleştirdiler. Açıkça ifade etmek gerekir ki sayabileceğimiz 5-6 sunum dışında diğer bütün sunumlar monolitik bir karakter taşımaktaydı. Gerçekleştirilen sunumlardaki ortak söylem kapitalizm karşıtlığı üzerinde değil, aksine salt AKP karşıtlığı üzerinde yoğunlaşmıştı. Sunumların genelinde AKP eliyle gerçekleştirilen cemaatleşmeye dikkat çekildi, Türkiye’de neo-liberalizmin “yegane” uygulayıcısı olarak AKP vurgulandı, YÖK düzeninin gerici olduğu fakat AKP eliyle daha da “geriye” götürüldüğü ve Bologna sürecinin uygulanmasının temelini AKP’nin oluşturduğu vb. tespitler yapıldı ve çözümün “özerk-demokratik üniversite” olduğuna ilişkin sunumlar üzerinde mutabakat vardı. Konferansa egemen olan bu reformist ve ulusalcı söylem ile AKP karşıtlığıyla sınırlı (dolayısıyla diğer burjuva partilerinin değirmenine su taşıyan) düzen içi mücadele anlayışına karşı Marksist anlamda bir katkı, bizim konuşma talebizimin geri çevrilmesiyle de ne yazık ki gel(e)medi. 

Kendilerini “sosyalist” ya da “devrimci” olarak adlandıran reformist / ulusalcı yapılar Üniversite Konferansı’nda ifade ettikleri tespitleri üzerine son tahlilde burjuva düzenin diğer temsilcilerine (başta CHP) yedeklenmiş ve Marksist yöntemin ne kadar uzağında olduklarını bir kez daha kanıtlamışlardı.

Çözüm önerisi olarak sunulan “özerk-demokratik üniversite” de aynı üst yapısalcı yöntemin üniversiteye uyarlanmış halidir. 1970′lerdeki ODTÜ/ÖTK deneyiminden yola çıkılarak “güçlendirilmek” istenen “özerk-demokratik üniversite” talebinin sistem içi sınırlılıkları, üniversitelerin kapitalist devlet kurumları ve sisteme göbekten bağlı kurumlar oldukları düşünüldüğünde, daha iyi anlaşılacaktır. 12 Eylül askeri diktatörlüğüyle birlikte, öncesinde elde edilmiş bir demokratik kazanım olan ÖTK deneyimi ortadan kaldırılmış yerine küresel ekonominin işleyiş ihtiyaçları doğrultusunda bir “üniversite yapısı” inşa edilmiştir.

Öğrenci hareketindeki çeşitli gruplar tarafından sık sık dile getirilen “üniversiteler bizimdir” sloganı da bu bağlamda gerçekte ulaşılmak istenen hedefi göstermelidir. Nasıl ki fabrikalar işçilerin değilse, üniversiteler de henüz üniversite bileşenlerinin değildir. Üretim araçlarının “sahibi” değişmediği ve iktidar alınmadığı sürece üniversitede kazanılan demokratik hakların burjuvazinin saldırı potansiyeli tehdidi altında sonsuza dek korunması mümkün değildir.

Tüm bu sebeplerle öğrenci gençliğin mücadelesi işçi sınıfının mücadelesinden ayrı görülmemeli ve en temel demokratik talepler dahi kapitalizmin ilgası mücadelesine tabi kılınmalıdır. Konferansta atlanan temel noktalardan birisi de buydu. Öğrenci gençlik içerisinde reformist solun öne çıkmasının arkasında işçi sınıfı hareketinin mevcut güçsüz durumunun bulunduğu da unutulmamalıdır. 
İÜ'de soruşturma eylemleri
İstanbul Üniversitesi’ndeki 45 öğrenciye açılan soruşturma ve güvenliklerin keyfi üst aramaları 12 Ocak günü üniversite ana kapısında yapılan eylemle protesto edildi. Eyleme 200′ün üzerinde öğrenci katıldı.

Üniversitede saldırılara karşı pazartesi günü bir imza kampanyası başlatılmıştı. “Polise verilen 1 yıllık arama yetkisinin iptal edilmesi, güvenliklerin keyfi üst aramalarına son verilmesi, soruşturmaların ve cezaların geri çekilmesi” talepleriyle sürdürülen kampanya, içinde bulunulan durumun öğrencilere birebir ulaştırılmasını sağladı ve önemli derecede ilgi gördü. 

Eylemde birçok slogan Türkçe ve Kürtçe atıldı; basın bildirisinin de iki dilde okunmasından sonra “Bu Üniversitede OHAL var!” pankartı güvenliklerin baskısına rağmen ana kapıya asıldı. Grup Yorum ve Bandista’nın da müzikleriyle destek verdiği eylem ana kapıda sonlandırıldı.

Aynı gün akşam saatlerindeyse Edebiyat Fakültesi civarında faşistler satır ve sopalarla devrimci öğrencilere saldırmaya çalıştılar, fakat devrimci öğrencilerin karşılık vermesiyle saldırı girişimi başarısızlığa uğratıldı. Pazartesi günü de Edebiyat Fakültesi’ne 15 kadar faşist girmeye çalışmış, polisin “içeride ezilirsiniz” uyarısının ardından geri çekilmişlerdi. Aynı gün 200 civarında devrimci öğrenci okuldan toplu çıkış yaparak faşist saldırı girişimini sloganlar eşliğinde yürüyerek protesto etmişti.

İstanbul Üniversitesi’nde 21 Ocak günü de ana kapı önünde bir oturma eylemi gerçekleştirildi. Soruşturmalara, cezalara, polise verilen arama yetkisine ve özel güvenliklerin (ÖGB) keyfi üst aramasına karşı geçtiğimiz hafta başlayan imza kampanyası bu hafta noktalanmıştı.

Binin üzerinde öğrencinin destek verdiği kampanya binlerce öğrenciye birebir saldırıların anlatılmasını sağlayarak üniversitede önemli bir farkındalık yarattı. Aynı süreçte gerçekleştirilen tamamlayıcı eylemlerle bu bütünlüklü direniş kazanımlarla sonuçlandı.

Polise verilen 1 yıllık sınırsız arama yetkisinin mahkeme kararıyla kısa süre içerisinde iptal edilmesi hiç şüphesiz öğrencilerin verdikleri mücadelenin yarattığı basıncın bir sonucudur. Buna, zaten birçok devrimci grubun müsaade etmediği çanta aramalarının da o günlerde sonlandırılması eklendi (elbette bunun kalıcı bir sonuç olduğunu söylemek yanlış olacaktır, rektörlük buna karşı x-ray cihazlarını devreye sokmuş durumda).

Saat 11.30′da ana kapıda başlayan oturma eylemi bir saat sürmüş, öğrenciler eylem boyunca Beyazıt Marşı, Çav Bella, Herne Peş, Avusturya İşçi Marşı ve Enternasyonal’i söylemişlerdi.

Süren saldırılar
İstanbul Üniversitesi yönetiminin ilk dönemle beraber Öğrenci Kültür Merkezi’ni kapatmasını, daha sonraki aylarda fakültelerdeki muhalif öğrenci kulüplerini kapatması izledi.  En son, İktisat Fakültesi’nde bulunan Sosyal Bilimler Kulübü ve Ekonomi Kulübü “tüzüklerinin benzer olduğu” gibi saçma bir gerekçeyle kapatma işlemine tabi tutuldular.

Merkez kampüs yemekhanesinde “izinsiz afiş asmak ve bildiri dağıtmak” gerekçe gösterilerek İktisat-Siyaset fanzini okuru iki öğrenciye bir soruşturma daha açıldı. İktisat-Siyaset öğrenci fanzininin Ocak ayında yaptığı “Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve Yoldaşları; Sermayenin Katlettiği Enternasyonalistlerin Sınıfsız Bir Dünya İçin Verdikleri Mücadele Sürüyor!” başlıklı afiş ve bildiri gerekçe gösterilerek öğrencilerin siyaset yapma ve görüşlerini açıklama haklarına yönelik bir saldırı gerçekleşmiş oldu.
28 Ocak’ta Başbakan’ın Erzurum’daki öğrenci buluşmasını protesto etmek için Beşiktaş’ta yürüyüş gerçekleştiren Öğrenci Kolektifleri üyesi öğrenciler polis saldırısına uğramıştı. Saldırıya uğrayan 29 öğrenciye “kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak” suçlamasıyla 4 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.

Yine,  Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG) üyesi çoğu İstanbul ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler, geçtiğimiz günlerde tek tek evleri basılarak gözaltına alınmış ve yirminin üzerinde öğrenci çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildiler. KCK operasyonlarının üniversite ayağını oluşturan bu tutuklamalar “açılım”ın nasıl süreceğini de gösteriyordu.

Mart ayına geldiğimizde, Akdeniz Üniversitesi’nde, 21 Mayıs 2010 tarihinde, Muğla’da polis kurşunuyla katledilen Şerzan Kurt için yapılan anma ve basın açıklaması hakkında rökter-polis işbirliğiyle açılan soruşturma sonucunda, Akdeniz üniversitesi’ndeki devrimci öğrencilere ceza yağdı. Bir öğrenci bir yıllık uzaklaştırma cezası alırken, 30′a yakın öğrenci uyarı ve kınama cezası aldı.

İÜ'de faşist provokasyon
Ülkücü-faşist hareket içerisinde “başbuğ” olarak tapılan faşist lider Alparslan Türkeş’in ölüm yıldönümü vesilesiyle önce 3 Nisan Pazar günü Süleymaniye’de anma düzenleyen faşistler, 5 Nisan günü ise öğlen saatlerinde İstanbul Üniversitesi Beyazıt ana kapısı önünde bildiri dağıtmaya başladılar. Dağıtımın fark edilmesi üzerine devrimci öğrenciler merkez kampüs içerisindeki havuzlu bahçede toplanıp  ana kapıya doğru yöneldiler ve faşist güruhun bildiri dağıtımına devrimci öğrenciler tarafından müdahale edildi.  Bildiri dağıtan yaklaşık 10-15 faşist üzerilerindeki satırları, bıçakları çıkararak devrimci öğrencilere yönelik tehditler savurdu. Fakat devrimci öğrencilerin kararlı duruşu faşistlerin provokasyonuna ve saldırısına geçit vermedi. Müdahalenin ardından faşistler yine aynı kapı önünde bulunan çevik kuvvetin arkasına kaçmışlar, çevik kuvvet ise okul içerisine girerek devrimci öğrencilere saldırmıştı. Öğrenciler arasında ciddi bir yaralanma yaşanmazken, öğrenciler hem faşistlerin provokasyonunu hem de çevik kuvvetin saldırısını püskürtmeyi başardılar. Kolluk kuvvetlerinin ve faşistlerin okuldan uzaklaşması dolayısıyla öğrenciler toplu bir şekilde havuzlu bahçeye geri döndüler.


Kocaeli'de ulaşım eylemi
Ulaşım ücretlerine yapılan zamlara ve zorunlu Kentkart uygulamasına karşı Kocaeli Üniversitesi öğrencileri, son 1 aydır, her hafta, çeşitli eylemlerle bu durumu protesto etmişlerdi. Bilindiği üzere Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, ulaşıma 20 kr zam yapmış, öğrenciler için Kentkart uygulamasını zorunlu kılmış ve her öğrenciden 10TL toplamıştı.

6 Nisan çarşamba günü de sokağa çıkan ve bu durumu protesto eden Kocaeli Üniversitesi öğrencilerine polis müdahale etti: 11 kişi gözaltına alındı. Kocaeli Üniversitesi yemekhanesi önünde saat: 13.30’da toplanan öğrenciler, sloganlarla üniversiteden şehir merkezine kadar tek şeridi kapatarak yürüdüler. Anıtpark Kampüsü önünde öğrencilerin yürüyüşünü “ulaşımı engelledikleri” gerekçesiyle durduran polis, ilk olarak öğrencileri çembere aldı, daha sonra biber gazı ve coplarla müdahale etti. Öğrencilerin ise polise taşla yanıt vermesiyle oluşan arbedede 11 öğrenci gözaltına alınarak Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü.

Sivil itaatsizlik eylemi

Demokatik Yurtsever Gençlik tarafından 7 Nisan günü İstanbul Üniversitesi’nde bir “sivil itaatsizlik” eylemi yapıldı. Önce saat 15.00′te Edebiyat Fakültesi önünde toplanan yaklaşık 250 kadar öğrenci Kürtçe ve Türkçe yazılı pankartla Beyazıt Meydanı’ndaki Anakapı’ya doğru yürüdü ve Anakapı önünde sosyalist öğrencilerin de destek amaçlı katılımıyla bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
Yürüyüş süresince taşınan dövizlerde “Anadilde eğitim”, “Askeri ve siyasi operasyonların durdurulması”, “Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması” ve “Tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması” talepleri bulunurken basın metni Kürtçe ve Türkçe okundu. Okunan basın metninde, “Kürt halkı olarak, taleplerinin demokratik eylemselliklerle dile getirilmesine rağmen, çözüm çadırlarına saldırılar düzenlendiği, askeri ve siyasi operasyonların devam ettiği” vurgulandı. Basın açıklamasının devamında Anakapı önünde 10 dakikalık bir oturma eylemi gerçekleştirildi.
Eylemin ardından slogan ve marşlarla Laleli’ye doğru yürüyüşe geçen öğrenciler burada tramvay hattına geçip yolu trafiğe kapattılar. Beraberinde 10 dakikalık bir oturma eylemi de tramvay yolunda gerçekleştirildi. Çevik kuvvet ekiplerinden herhangi bir müdahale veya provokasyon gelmezken öğrenciler Aksaray’a doğru yürüyüp eylemi sonlandırdılar.

Meslek Liselerinin özelleştirilmesi
Meslek liseleri devletin kamu hizmeti adı altında sanayi ve hizmet sektöründe mesleki-teknik bilgi ve beceri isteyen vasıflı işlerde sermaye sınıfının işgücü ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkmıştı. Sermayenin ucuz işgücü deposu olarak görülen meslek liselerinin son sınıfında okuyan öğrenciler, uzun bir süreden beri, sanayi ve hizmet sektöründe “iş öğrenme ve meslek geliştirme” bahanesiyle staj adı altında sermaye sınıfının boyunduruğunda bir yıl boyunca haftanın 3-5 günü gibi değişen zaman zarfında zaten yoğun bir sömürüye maruz kalmaktaydılar. İş güvencesi ve sendikal haklar gibi birçok haktan yoksun bir şekilde düşük ücretlerde çalıştırılmaları da elbette atlanamaz. Meslek liselerinin özelleştirmesiyle birlikte burjuvazi, sanayide yapmak istediği üretimin bir kısmını ticarethaneye ve öğrencilerin köle gibi çalıştırıldığı yerlere dönüşecek meslek liselerine kaydıracak, yetiştirdiği öğrenciyi okul zamanında da işyerinde çalıştırabilecektir. Bu durum, burjuvazinin daha çok artı-değer elde etmesini sağlayacaktır.

Stajyer öğrencilerin ücretleri 3308 sayılı Meslek Eğitim Kanunu’nun 25. maddesinin birinci fıkrasında geçen “mesleki eğitim gören öğrenci, aday çırak ya da çırağa yaşına uygun asgari ücretin %30′undan aşağı ücret ödenemez” tanımlamasına göre belirleniyordu. Ancak sermaye, stajyer öğrencilerin almış oldukları bu üç kuruş paraya da göz dikmiş, hükümet Torba Yasada bu madde ile ilgili “net ücret üzerinden %30′un altında ücret ödenemez” gibi bir değişiklik yaparak ücretlerin düşürülmesinin önünü açmıştır.

15 Temmuz 2010′da ‘İstihdam ve Mesleki Eğitim İlişkisinin Güçlendirilmesi Eylem Planı’ Resmi Gazetede yayımlanarak meslek liselerinin özelleştirilmesinin alt yapısı hazırlanmıştı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu Başanlığı’nın ortak çalışmalarıi ile Çalışma ve Sosyal Güvenliği Bakanlığı’nın, Meslek Yeterlilik Kurumu sekteryası tarafından yürütülen Eylem Planının amacı:
1- Mesleki ve teknik eğitimin iş piyasasının ihtiyaçları doğrultusunda verilmesi,
2- Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi,
3- Hayat boyu öğrenme anlayışı içinde aktif iş gücü piyasası politikalarının etkin olarak uygulanması,
4- Mesleksizlik sorununun giderilerek işgücünün istihdam edilebilirliğinin artırılması için bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör arasında işbirliği ve koordinasyonun geliştirilmesi olarak dört maddelik bir çerçevede belirlendi. İşsizlik sorununu çözeceği ve yeni istihdam olanakları yaratacağı yalanıyla hazırlanan eylem planından, çok açık bir şekilde, mesleki eğitim kurumlarının sermaye sınıfının ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde şekillendiği anlaşılmaktadır.
Eğitimle üretimin birleştirilmesi hiç şüphesiz karşı çıkılacak bir durum değildir. Bizler, mesleki eğitimin sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda verilmesinin, yüzbinlerce gencin kölece koşullarda çalıştırılması anlamına geldiğini vurguluyor ve bu ücretli kölelik sistemine karşı çıkıyoruz. Bu, mesleki eğitimin sigortasız-yarı sigortalı yoğun bir emek sömürüsü ile esnek ve güvencesiz çalışma koşulları altında verilmesi, yani kapitalistlerin meslek lisesi öğrencilerini dizginsizce sömürmesi demektir. Buna karşı işçi sınıfının yeni genç kuşağını ifade eden meslek lisesi öğrencileri örgütlenmeli, ancak bu örgütlenmeli kesinlikle ortak örgütlenme olmalı yani fabrika ve işyerleri merkezli, okulları da kapsayan taban komiteleri temelinde sınıfın birliği sağlanarak saldırılara karşı durulmalıdır ve ancak bu şekilde sermayenin saldırıları püskürtülebilir ve kazanımlar elde edilebilir.
Meslek liseleri özelleştirme kapsamına alınarak burjuvazinin vasıflı ve nitelikli ucuz işgücü ihtiyacını karşılamanın yanı sıra kar ve ticari amaçlı kurumlara dönüşürken, buna benzer olarak, üniversiteler de üniversite-sanayi işbirliği ile aynı hizmete dönüşmektedir. Bugün, meslek liselerinin özelleştirilmesi, üniversite-sanayi işbirliği demek, yarın eğitimin bir bütün olarak özelleştirilmesi demektir.

Sonuç
Eğitimin bir bütün olarak sermayenin kar alanı haline dönüştürülmesinin önemli bir ayağı meslek liselerinin özelleştirilmesiyken bir diğer ayağı da hiç şüphesiz üniversitelerin dönüşümüdür. Bu da asıl olarak 'Bologna Süreci' olarak adlandırılan düzenlemeler çerçevesinde hayata geçirilmeye başlanmış bulunmakta. Geçtiğimiz yıl hükümet, YÖK ve sermaye kesimleri bu program çerçevesinde birçok toplantı gerçekleştirmişler ve bu yönde önemli adımlar atmışlardır. Sermaye sınıfının planı; dershane, özel okul-üniversite, güvencesiz çalışma ve zaten ideolojik olan eğitimin artık tamamiyle kapitalist mantıkla sunulmasının yanı sıra üniversiteleri de birkaç yıl içerisinde tamamiyle denetim altına alarak, buralara asıl olarak üniversite-sanayi işbirliğinin üretim alanları haline getirmek, öğrencileri de daha okul sıralarından itibaren düşük ücret güvencesiz çalışma yoluyla iş yaşamına sokmayı hedeflemektedir. Devletin eğitimden tamamiyle çekilmesi, mali özerkliğin güçlendirilmesi ve “tam rekabet piyasası”nın egemen kılınmasıyla paralel yürümekte, üniversitelerin kapıları her yıl daha fazla emekçi çocuklarına kapatılmaktadır. Yazının başında ifade ettiğimiz YÖK'ün OHAL'i de, soruşturma ve ceza terörü de, faşistlerin provokasyonları da sermayenin bu bütünlüklü saldırısını kolaylıkla hayata geçirmeye ve öğrenciler eliyle buna karşı kitlesel bir mücadele örülmesinin önüne geçmeye yöneliktir. Hiç şüphesiz bu yıl da, sermayenin üniversitelerdeki dönüşüm projesi yeni adımlarla sürecektir, dolayısıyla işe başta Bologna süreci olmak üzere bu kapsamlı dönüşüm projesi hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olmak bizler için zorunludur.

Özetle, sermaye sınıfının çıkarlarının bir ifadesi olarak gerçekleşen, başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun ezilen kesimlerine yönelik saldırların bir parçası olan eğitimdeki dönüşüm sürecine karşı, biz öğrenciler taban komitelerimizde örgütlenmek, kitlesel bir mücadele hattını örmek ve her şeyden önemlisi mücadelemizi işçi sınıfı mücadelesiyle birleştirmek için elimizden geleni yapmak sorumluluğuyla baş başa bulunuyoruz.

Hiç yorum yok: