4 Ekim 2011 Salı

Mihri Belli'yi “Anmak” ve Anlamak





(Mihri Belli'nin ölümünün ardından yayınlanan aşağıdaki yazıyı üç bölüm halinde yayınlıyoruz)

Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Mihri Belli, 96 yaşında, İstanbul’da öldü. Belli’nin, 18 Ağustos Perşembe günü Şişli Camii’nde düzenlenen cenaze törenine, kurucuları arasında yer aldığı Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖDP) ile Sosyalist Parti’nin (SP) yanı sıra EMEP, EHP, DİP gibi “sol” partiler ve bireyler katıldı. CHP’den milletvekili Süleyman Çelebi ile iki eski belediye başkanının da konuşma yaptığı törende, DİSK yöneticileri ve BDP milletvekillerinden Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Gülten Kışanak ve Sebahat Tuncel de hazır bulundu. Belli’nin cenazesi, Şişli Camii’nde kılınan namazının ardından Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Belli’yi anmak
Belli’nin ölümü, cenazesinde yaşanan “ilginçlikler” (dini tören düzenlenmesi, Kürkçü’nün konuşmaması, Belli’nin eski bir yoldaşının gönderdiği mesajın, içerdiği -sınırlı ve son derece kibarca kaleme alınmış- “eleştiri”den dolayı makaslanması vb.) bir yana, asıl olarak, katılımcıların söylemiyle dikkat çekiyordu. Küçük burjuva solunun ulusalcı, Stalinist, liberal, merkezci bütün kesimleri (hatta “Troçkist”ler), ağız birliği etmişçesine, Mihri Belli’nin “devrimciliğine”, “sosyalistliğine” ve “enternasyonalistliğine” övgüler düzdü. Şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Bugün Şişli Camii’nin avlusunda, Belli’nin tabutu başında saygıyla bekleyenler ve ona övgüler düzenler (en azından onların ezici çoğunluğu), onun ve savunduğu “Milli Demokratik Devrim” (MDD) çizgisinin sosyalist işçi hareketine verdiği devasa zarar üzerine yüzlerce sayfa yazı yazmış olan insanlar değil miydi? 


...
Bütün bu özellikleriyle Mihri Belli’nin cenazesinin, “Türkiye solu”na ayna tuttuğunu ve onun siyasi dürüstlük düzeyini gözler önüne serdiğini söyleyebiliriz. Kendisini, lafta da olsa, MDD’ye karşı konumlandıran bütün bu siyasi önderlikler, Mihri Belli’nin cenazesinde ve sonrasında sergiledikleri tutumla, yalnızca kendi inanılırlıklarını bir kez daha zedelemekle kalmadığı; aynı zamanda, bu Stalinist önderin anısına da saygısızlık yaptığı açık değil mi?
Mihri Belli’ye yönelik ilginin ölümüyle birlikte artmış olması, yalnızca “sosyalist sol” ile de sınırlı kalmadı. Mihri Belli, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na göre “Hep aranan, danışılan, görüşlerine değer verilen önder”dir. DSP’nin Genel Başkanı Masum Türker onun “bıraktığı mücadele azmi ile anılacağını” söylüyor, Belli’yi onyıllar boyunca “CİA ajanı” olmakla suçlamış olan TKP ise “önünde saygıyla eğiliyor”(!) Bitmedi. Silivri’de darbe suçlamasıyla yargılanan Ergenekon sanıkları da, Kürt Partisi BDP de ona övgüler yağdırıyor. Peki neden? Böylesi farklı konumlarda olan siyasi hareketlerin tamamını Belli’nin arkasında hizaya geçiren şey ne?

Saygı” ilkesizlik değildir
Bu soruyu yanıtlamadan önce, bir noktayı açığa kavuşturmakta yarar var. Marksistler, kişileri, diğer insanlardan yalıtılmış özellikleriyle değil; toplumsal ilişkiler içindeki konumlanışlarıyla ve yapıp ettikleriyle değerlendirirler. Bunu yaparken de, sözümona “kibarlık” ya da “anısına saygılı olma” adına gerçekleri gizlemez, asla yalan söylemezler. Bu, kişinin hem kendisine hem de andığı insana ve izleyicilerine duyduğu saygının gereğidir. Dahası, burada söz konusu olan, kişinin ölen hakkındaki gerçek düşüncelerini saygı gereği gizlemek durumunda kalabileceği bireysel bir başsağlığı ziyareti değil; siyasi bir eylemdir. Marksistlerin hem yaşayanlar hem de ölenler için sergiledikleri bu tutum, en çok da önder konumundaki insanlar için geçerlidir. Zira önderler, sıradan insanlardan farklı olarak, attıkları her adımda ve yazdıkları her yazıda binlerce, onbinlerce insanın yaşamını etkilerler.

Bu yüzden, Mihri Belli gibi, Türkiye’deki devrimci hareketi üzerinde son derece önemli rol oynamış bir insanı değerlendirirken, muhatabımız, ne onun üzgün ailesidir ne de arkadaşları… Burada muhatap alınması gereken, Mihri Belli’nin önderleri arasında yer aldığı siyasi akım ve onun savunucularıdır. Her siyasi önder gibi, Mihri Belli’nin cenaze töreni de siyasi bir eylem olarak düzenlenmiştir; dolayısıyla, orada söylenen her söz ve atılan her adım, failleri farkında olsun ya da olmasın, kitlelere yönelik siyasi mesajlar içermektedir.

Belli’yi anlamak
Mihri Belli, “komünizm” ile (siz “Stalinizm” olarak okuyun) 20’li yaşlarının başında, 1936′da eğitim için gittiği ABD’de tanışmıştı. Türkiye’ye döndükten sonra TKP’de siyasi faaliyete başladı ve 1944′de İlerici Gençler Birliği koğuşturmasında tutuklanarak iki yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 1946’da, Yunanistan İç Savaşı’nda, Yunanistan Komünist Partisi’nin “Demokrat Ordu”sunun (DSE) saflarında savaştı. Türkiye’ye döndükten sonra 1951 yılındaki “TKP tevkifatı”nda yeniden tutuklandı ve 7 yıl hapis ve iki yıl dört ay mecburî ikamet cezasına mahkûm edildi. 1960′larda Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) ve onun gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda (FKF) faaliyet gösterirken, Yön’de, Türk Solu’nda ve Aydınlık Sosyalist Dergi’de yazılar yazan Belli, ünlü MDD tezini bu yıllarda geliştirdi.

12 Mart 1971 darbesinde yurt dışına çıkan Belli, bir süre Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından misafir edildi. Türkiye’ye döner dönmez yeniden tutuklanan Belli, kısa süre sonra, 1974 Genel Affı ile hapisten çıktı ve 1975 yılında Türkiye Emekçi Partisi’ni kurdu. 12 Eylül darbesi olunca yeniden yurtdışına çıkan Belli, 1992′de Türkiye’ye geri döndü ve 1996′da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP), 2002’de de Sosyalist Demokrasi Partisi’nin (SDP) kurucuları arasında yer aldı. Belli, SDP’de 2007 yılında yaşanan bölünmenin ardından, 2008′de Sosyalist Parti’nin (SP) kurucularından biriydi. Belli, ayrıca, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde DEHAP’tan İstanbul’dan milletvekili adayı olmuştu.

Yukarıdaki bilgiler, Belli’nin siyasi mücadele ile damgalanan fırtınalı yaşamı hakkında bir fikir veriyor. Ama bu yaşamın hangi davaya hizmet etmiş olduğunu anlamak için, söz konusu sürece daha yakından bakmakta fayda var. Bunu yaparken, 1940’lı-50’li yıllarda TKP içinde yaşanan hizip mücadelelerine, “51 tevkifatı”na ve Stalinist kadroların bu süreçte birbirine yönelik suçlamalarına değinmeyecek; yalnızca, Belli’nin siyasi bir önder olarak ortaya çıktığı 1960’lı yılları ele alacağız.

TİP içinde muhalefet
1960’lı yıllarda tek yasal sol parti, 13 Şubat 1961’de kurulmuş olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) idi. Stalinistinden Kemalistine, devrimcisinden reformistine bütün solu çatısı altında toplayan bir “cephe-parti “ olan TİP, bu yüzden, sonraki yıllarda ortaya çıkacak olan bütün sol akımlara ev sahipliği yapmıştı. 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Yön Dergisi çevresinde faaliyet gösteren Mihri Belli, yurtdışındaki resmi TKP’den bağımsız bir çizgi izleyerek, TİP ile onun yan kuruluşu olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) içinde çalışmakla birlikte, yasal / parlamenter alandaki mücadeleye karşı çıkıyordu.

TİP, TKP’nin yurt dışındaki merkezinin de bastırmasıyla, 1965 seçimlerinde 15 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmesinin ardından, programında yer almamasına rağmen açıkça “sosyalizm“den söz etmeye ve Marksist literatürü kullanmaya başladı. Sadun Aren-Behice Boran-M.Ali Aybar üçlüsünün önderliğindeki TİP, daha da ileri giderek, anti-emperyalist mücadelenin öncüsünün işçi sınıfı olduğu ve sosyalist mücadele ile anti-emperyalist mücadelenin birlikte yürütüleceği tezlerini ortaya attı. TİP, elbette, bir proleter devrimini savunmuyor, sosyalizme giden yolun parlamenter yoldan gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Ama onun işçi sınıfına vurgu yapan “sosyalist” söylemi bile Kemalist geleneğin “devrimci” izleyicileri olduklarını iddia eden Yöncüleri ayağa kaldırmaya yetti ve TİP içindeki mücadeleyi iyice kızıştırdı.

Sosyalist devrimci” Aybar-Aren-Boran ekibi, TİP’in 1966 yılındaki II. Kongresinin ardından “demokratik devrimci” Reşat Fuat-Mihri Belli grubunun üyelerini partiden ihraç etti. “Demokratik devrimciler” de kendi aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı Yön dergisinin yayın faaliyetine son verdiler ve 1967 Kasımında Türk Solu dergisini yayınlamaya başladılar. Kendisini Türkiye’deki sol geleneğin mirasçısı olduğunu ilan eden Türk Solu, TİP yönetiminin çizgisini eleştiren Hikmet Kıvılcımlı tarafından da desteklendi.

Kemalist-milliyetçi Yöncülerin Aybar önderliğindeki TİP içindeki başlıca gücü Mihri Belli idi. Asıl olarak, yükselen gençlik hareketinin TİP önderliğinin parlamentarist-reformcu çizgisi karşısındaki hoşnutsuzluğuna oynayan Belli, bir yandan Avcıoğlu’nun darbeci “devrim” stratejisi ile flört ederken, aynı zamanda, Kremlin bürokrasisinin 1956’daki XX. Kongre sonrasında itibarsızlaştırmış olduğu Stalin’e sarılarak, TKP ve onun TİP içindeki temsilcileri ile arasındaki mesafeyi ideolojik olarak da açacaktı. Mihri ve Sevim Belli çiftinin, Kremlin’in ve komünist partilerin aforoz ettiği Stalin’in eserlerini çevirerek 1970’li yıllarda Sol Yayınları’ndan yayınlaması, bu çabanın ürünüydü. Mihri Belli, böylece, Stalinizmin en kaba sürümünün bu topraklarda kök salmasına ve bütün bir devrimciler kuşağını zehirlemesine büyük katkıda bulundu.

(devam edecek)

24 Ağustos 2011

Sosyalizm

Hiç yorum yok: