DİSK’e
bağlı Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) hakkında
İstanbul Valiliği tarafından 2008 Mayıs ayında kapatma talebiyle
açılan dava 29 Eylül tarihinde sonuçlandı. İstanbul 3. Asliye
Mahkemesi’nde görülen davada Genç-Sen’in kapatılmasına karar
verildi. Mahkeme
kapatma gerekçesi olarak 2821 sayılı kanunu gösterdi, buna göre
sendikalar “işçiler veya işverenler tarafından kurulabilir”,
bu yüzden öğrenciler tarafından kurulan Genç-Sen yasalara uygun
değildir ve kapatılmalıdır.
Karara
ilişkin açıklama yapan DİSK, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi'nin "Herkesin çıkarını korumak için sendika
kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır" maddesine
gönderme yaptı. Verilen kapatma kararını temyiz etmeye hazırlanan
Genç-Sen ise, kararı Yargıtay'a taşıyacaklarını, iç hukukta
sonuç alınamaması durumunda ise kapatma kararını, AİHM'ye
taşıyacağını açıkladı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı ve
Avrupa Birliği Temel Haklar Şart gibi sözleşmelerde öğrencilere
de sendika açma hakkı tanınmasına gönderme yapan Genç-Sen de
kararın ardından çeşitli protesto gösterileri gerçekleştiriyor.
Genç-Sen, sendikalarını mahkemelerin kurmadığını, öğrencilerin
sokakta mücadele ederek kurduğunu ve bu yüzden mahkemelerin
Genç-Sen'i kapatamayacağını söylüyor, peki gerçekten de
Genç-Sen'i öğrenciler sokakta mücadele ederek mi kurdular?
Genç-Sen
süreci
2007
yılında DİSK bürokrasisi öncülüğünde “öğrenci gençliğin
örgütlenme sorununu çözmek” adına Genç-Sen kuruluşunu ilan
etti. Çeşitli sol öğrenci örgütlerinin başını çektiği
Genç-Sen'in bugün ilan ettiği gibi sokaktaki bir mücadele
dolayımıyla ya da tabandan yükselen bir kitlesellik temelinde
değil, aksine tamamen yukarından aşağıya, ortada herhangi bir
öğrenci mücadelesi yokken kurulması, kuruluşu itibariyle ikameci
modele uygundur. DİSK'in çeşitli defalar Avrupa'daki öğrenci
sendikalarını örnek göstermesi de bu yüzden temelsizdir.
Avrupa'daki örnekler birer sendika şeklinde değil öğrenci
birlikleri etrafında örgütlenmiş federatif yapılardır ve kayda
değer bir kitlesellik temelinde ortaya çıkmışlardır (Avrupa
Ulusal Öğrenci Sendikası'nın milyonlarca üyesi bulunmaktadır).
Tek başına bu gerçek bile, “Dev-Genç'i yeniden canlandırma”
hayallerinin bir ürünü olan Genç-Sen'in, öğrenci gençliğin
tabandan yükselen kitlesel mücadelesinin bir ürünü olmadığı,
tam da bu yüzden bir “kitle örgütü” olamadığı; asıl
olarak birkaç sol öğrenci grubunun inisiyatifiyle kurulduğunu ve
(işçi sendikalarındaki bürokratlardan aşina olduğumuz koltuk
kavgaları sebebiyle ciddi bir sirkülasyon yaşansa da) onlarla
sınırlı kaldığı gerçeğini neden vurguladığımızı
göstermektedir.
Bir
sendika olarak kurulan Genç-Sen, adına yakışır şekilde
bürokratik temelde örgütlenmiş, Genel Kurulları yumrukların,
kalemlerin, silgilerin havada uçuştuğu, idari organlara yükselmek
için her türlü ilkesiz ittifakın yapıldığı, işçi sınıfını
her türlü saldırıya karşı savunmasız bırakan ve işçilerin
bugüne kadarki birçok mücadelesinin yenilgiye uğramasında
başlıca sorumlu olan DİSK bürokratlarına methiyeler düzen,
kısacası geleceğin “devrimci” bürokratlarının
yetiştirildiği bir örgütlenme olarak şekillenmişti Genç-Sen.
YÖK'ün
kaldırılması talebinden dahi daha geri bir pozisyona çekilen
Genç-Sen, üniversitelerde “söz-yetki-karar hakkı” talep
ediyor ve “özgür ve demokratik bir eğitim”in kurulmasını
talep ediyordu. Sermayenin ve onun devletinin denetimi altındaki
üniversitelerde söz-yetki ve karar hakkı talep etmek, fiiliyatta
bu burjuva kurumların yönetimine talep olunduğu anlamına
gelmektedir ki bunu (öğrencilerin yönetime katılmasını) bugün
Bologna süreci çerçevesinde TÜSİAD da savunmaktadır. Özgür ve
demokratik bir eğitimin kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada,
ondan soyutlanarak üniversitelerde ya da okullarda kurulabileceği
yanılsamasının yayılması da reformizmin karakterini göstermesi
açısından önemlidir. Öyle ki, bu taleplerin verili egemenlik
sistemi içerisinde, yani burjuva mülkiyet ve iktidar ilişkisi
içinde kurulamayacağını, kurulduğu söylendiği takdirdeyse
bunun sermayenin bir aldatmacasından başka bir şey olamayacağını
(aynı kimi fabrikalarda sendikaların da yönetimde olması gibi)
vurgulamadan, dolayısıyla bu sistemi aşan bir mücadele hattı
ortaya koymadan atılan bu sloganlar yalnızca bilinç bulandırmaya
yaradı ve hala da yaramaktadır.
Bu
eleştirileri saklı tutarak,
harç zamlarına karşı gerçekleştirilen eylemleri ve İstanbul
Kabataş'taki Dolmabahçe protestolarının gerçekleştirilmesinin
de önemsiz olduğunu söylüyor değiliz elbette. Hiç şüphesiz,
bu eylemler ortada herhangi bir öğrenci hareketi yok diye
yapılmayacak değildi, yapılmalıydı ve baktığımızda
eylemlerin gücünü fazlasıyla aşan bir oranda gündem de yarattı.
Ancak diğer sendikalardan da alışık olduğumuz üzere, Genç-Sen
de bu eylemleri fazlasıyla büyütmüş ve kendisini değerlendirme
noktasında “bilinçli veya bilinçsiz” bir yanılsamaya
kapılarak bu eylemleri sık sık vurgulamıştır. Varolan
kapitalist toplum ve bugün de onun üzerinde yükselen eğitim
sistemi ile üniversitelere ilişkin (ve hatta sendikalara ilişkin)
sağlıklı bir çözümlemenin yapılmadığı koşullarda,
Genç-Sen'in kendisini sağlıklı bir temelde değerlendirmesini
beklemek, yukarıda da ifade ettiğimiz sebepler doğrultusunda pek
de mümkün olamadı. Bunu, (bir sendika olmanın gereği olarak) YÖK
ve hükümetle pazarlık yapma temelinde olan Genç-Sen'in bu siyasi
karakterini, 2011 Ocak ayında kendisinin de bileşeni olduğu
çeşitli sol gençlik örgütleri tarafından düzenlenen Üniversite
Konferansı'nın* reformist-ulusalcı çizgisinde ya da AKP
karşıtlığı adına CHP'ye göz kırpılmasında da görmek
mümkündü.
Sonuç
yerine
Genç-Sen'in
kapatılmasına karşı DİSK'in ve Genç-Sen'in yaptığı
açıklamalar, her iki örgütün ve onlara önderlik eden
siyasetlerin burjuva yasallığına ne kadar büyük önem
verdiklerini bir kez daha göstermiş oldu. Sokakta mücadeleyle
kurulduğu söylenen ve mahkemelerce kapatılamayacağı belirtilen
Genç-Sen Yargıtay mahkemesi de dahil olmak üzere Birleşmiş
Milletler hukukunu dahi kendisine referans alırken, onun “bizi
mahkemeler kapatamaz” söylemi fazlasıyla havada kalmaktadır.
Öğrenci
gençliğin bir sınıf olmadığı, çeşitli sınıflardan
gençlerin geçici bir dönemini ifade eden toplumsal bir kategori
olduğu gerçeğini atlamadığımız takdirde, gençliğin bir
sendikaya neden ihtiyacı olmadığını anlamak daha kolay
olacaktır. Özellikle de öğrenci gençliğin mücadelesini düzen
sınırlarıyla çevreleyen reformist ve ulusalcı bir sendikaya
öğrenci gençliğin hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur. Fakat bu,
diğer işçi ya da emekçi sendikaları için de olabileceği gibi,
bir sendikanın burjuva devlet eliyle kapatılmasına kararlılıkla
karşı çıkılması ve bu kazanılmış demokratik hakkın
savunulması gerektiği temel pozisyonuyla çelişmez.
Öğrencilerin,
yukarıdan, bürokratik bir şekilde örgütlenmiş sözde kitlesel
örgütlere değil, tabandan gerçekten öğrencilerin mücadelesiyle
inşa edilecek öğrenci birlikleri, dernekler eliyle ve bu düzen
sınırlarını aşma potansiyelini bağrında taşıyan
örgütlenmelere ihtiyaçları bulunuyor. Ancak
bu tür örgütlenmelerin ortaya çıkışı “devrimcilerin”
isteğinden bağımsızdır, beraberinde tarihe ilişkin sağlıklı
bir değerlendirme, bu ve benzeri kitle temelli örgütlenmelerin
yalnızca belirli kırılma dönemlerinde ve kitlesel mücadeleler
üzerinde yükselebileceği gerçeğini bizlere gösteriyor.
Bütün
bu değerlendirmelerimizi ifade ederken bizler, bu gerçekliklere
gözlerimizi kapamadan ve Genç-Sen'e ilişkin yaklaşımımızı
saklamadan, sendikalara ya da diğer kitle örgütlenmelerine ilişkin
temel Marksist yaklaşım çerçevesinde Genç-Sen'in burjuva
mahkemeleri eliyle kapatılmasına kararlılıkla karşı çıkılması
ve bu kapatma kararının devletin öğrencilere yönelik
saldırılarının bir parçası olarak ele alınması gerektiğini
savunuyoruz.
*Reformist-Ulusalcı
Söylemin Gölgesinde Üniversite Konferansı:
http://www.sosyalizm.eu/?p=1955
Sosyalizm
Gençliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder