4 Ekim 2011 Salı

Yeni Bir Döneme Başlarken




İktisat-Siyaset öğrenci fanzini 21. sayısıyla tekrar karşınızda. Bu sayıda olabildiğince gündemdeki konulara ağırlık vermeye çalıştık, içeride değinemediğimiz konularaysa her zamanki gibi burada, giriş bölümünde yer vermeye çalışacağız. Biz öğrencilerin kolektif çalışmasının bir ürünü olan İktisat-Siyaset'in her alanda yaygınlaşması için siz okurlarımızın vereceği desteğin çok önemli olduğunu, her konuda yazı, çizim gibi ya da doğrudan dağıtım gibi katkılarınızı beklediğimizi belirterek yeni bir "öğretim yılı"na daha merhaba diyoruz.


*
Küba'da Havana hükümetinin, Nisan ayında ilan ettiği otomobil alım satımının yasal hale getirilmesi değişikliği, çalışmaların bitirilmesinin ardından 29 Eylül 2011 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasayla birlikte araç satın alanlar %4 vergi ödeyecek ve ülkeyi terk eden Kübalılar araçlarının mülkiyetini yakınlarına devredebilecek. Bu gelişme kuşkusuz, Küba'da "sosyalizmin" varlığını kanıtlamaya çalışan Stalinist cenah açısından yaman bir çelişki içeriyor. Marksizmin enternasyonalist yöntemiyle uzaktan yakından alakası olmayan Stalinist ulusalcılığın "tek ülkede sosyalizm" teorisinin tarihsel çöküşünün somut örnekleri olan SSCB, Doğu Almanya, Arnavutluk vb'de olduğu gibi Küba da, kapitalist küreselleşmenin dinamikleriyle birlikte, kapitalist dünya pazarına entegrasyon sürecinde ilerlemektedir. Ayrıca Obama'nın bu gelişme üzerine "Soğuk Savaş zihniyetine takılıp kalmak istemediğini" ve bazı reformlar sonrasında ABD'nin Küba'ya ambargosunu kaldırabileceğini açıklaması bu açıdan manidardır. Küba'da uzun zamandır süren, son yıllardaysa büyük hız kazanan kapitalist restarasyon, daha önce diğer bürokratik diktatörlüklerde olduğu gibi bizzat Stalinist bürokrasi eliyle yürümektedir, bunu durdurmanın tek yolu ise Küba işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarı ele geçirmesi ve devrimi tüm Amerika'ya yaymalarıdır; kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada "sosyalist adalar" mümkün değildir.

*



ABD'de New York Wall Street'te iki hafta önce başlayan, işçilerin, işsizlerin, öğrencilerin, aydınların başını çektiği, küresel kapitalizmin finans merkezinde işgal ve eylemler sürüyor. Binlerce kişi ekonomik krizin baş sorumlusu olarak gösterdikleri Wall Street önünde eylemlerini sürdürürken, eylemlerin sebepleri arasında yolsuzluklar, bütçe ve sosyal harcamalardaki kesintiler yer alıyor.
Geçtiğimiz günlerde ise Wall Street önünde kamp kurarak eylem yapan göstericilere, polis tarafından sert biçimde müdahale edilmişti. Müdahalenin sonucunda 700 kişinin gözaltına alındığı basına yansıdı. Kapitalizmin krizinin faturasını ödemek istemeyen emekçiler, başta ABD'de olmak üzere hükümetlerin büyük banka ve şirketleri kurtarmalarına karşı "adil bir paylaşım" sloganını öne çıkarıyorlar. Bu slogan hiç şüphesiz kapitalizmin sınıf çelişkileri üzerinde yükselen eşitsizliği ve adeletsizliğine ilişkin -şimdilik bilinçsiz- bir protesto niteliği taşıması açısından önemli. Fakat daha da önemlisi, bu ilksel tepkinin bilinçli kanallara akıtılması ve gerçek sorumlunun; bir bütün olarak sermaye sisteminin hedef alınmasıdır.
*

Türkiye'nin son döneme damgasını vuran dış politikada "sıfır sorun" yaklaşımı İsrail'le yaşanan ve en son Suriye'nin de eklenmesiyle derinleşen gerginlikleriyle birlikte uygulanamaz hale geldi. Suriye'yle de ipler gerilince, bu durum kaçınılmaz olarak ekonomiye yansıdı ve Suriye 25 Eylül'den itibaren Türkiye'den yaptığı ithalatı durdurdu. Bu kararın, Türkiye açısından 1 milyar 152 milyon dolarlık ihracat rakamının da sonlanması anlamına geldiği basında yer aldı.
Bununla birlikte, geçen ay Esad karşıtı tüm muhalif güçleri birleştirme amacıyla kurulan Suriye Ulusal Konseyi ise Türkiye'de yapılan görüşmelerinin ardından, "yeni kurulan siyasi oluşumun amaçları ve yapısı üzerinde anlaşmaya vardıklarını" açıkladı. Bu görüşmelerin Türkiye'de gerçekleşmesi ve önümüzdeki günlerde ekonomik yaptırım paketlerinin açıklanacağı göz önünde bulundurulduğunda, bunlar, Türkiye'nin bu gelişmeler karşısındaki hamleleri olarak okunabilir.
*
AKP Hükümeti’nin, “BM Raporu”ndan İsrail’e herhangi bir yaptırım çıkmaması üzerine açıkladığı beş maddelik “yaptırım paketi” Doğu Akdeniz’de suları daha da ısındırmıştı. Bu ısınma, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin denizde petrol ve doğalgaz arama çalışmasına İsrail'in verdiği destekle de sürüyor. Türkiye ile İsrail arasında yaşanan ve gerçekte uzun süredir artmakta olan gerilimin bugünkü noktaya gelmiş olmasının ardında yatan dinamikleri uluslararası ve ulusal biçiminde iki başlık altında ele almak gerekiyor. Sorunu, birbiriyle sıkı ilişki içinde olan ve her ikisi de ekonomik temeller üzerinde yükselen bu iki başlık çerçevesinde ele aldığımızda ilk olarak, kapitalizmin uluslararası krizini görüyoruz. Emperyalist ve kapitalist devletlerin devasa enerji kaynaklarına ve yeni pazarlara sahip olma uğruna artan rekabetinin ve saldırganlığının ardında, onların içinde bulunduğu derin ekonomik kriz yatmaktadır. Aynı şekilde İsrail'in bölgedeki isyanlardan nasibini alması ve İsrail tarihinin en büyük gösterilerinin gerçekleşmesi, İsrail devletinin artık bir zorunluluk haline gelen siyasi, ekonomik ve askeri dönüşümünü dayatmaktadır.

İsrail’deki Netanyahu hükümeti ile Türkiye’deki AKP iktidarı, uzunca süredir attıkları adımlarla, gerçekte, krizde bugün varılan aşamayı hazırlıyordu. Bir yanda İsrail’in Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile imzaladığı anlaşmalar ve Güney Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de doğal gaz çıkarma girişimi; öte yanda ise AKP iktidarının Libya’da, Mısır’da, Suriye’de ve Filistin’de attığı son adımlar Türkiye-İsrail ilişkilerinin bir krize dönüşmesini sağladı. Kısacası gelinen noktada, İsrail ile Türkiye arasındaki gerilim, onlar arasındaki bölgesel hegemonya mücadelesinin bir parçası, bir aşamasıdır. Bu durumda, iki kapitalist devletin bu hegemonya mücadelesinde herhangi biri ilerici bir role sahip olamaz (bunu kimi "sol" gruplar İsrail'le savaşın haklı bir savaş olacağını söyleyerek ileri sürebilmişlerdi). Yarım yüzyılı aşkın Filistin sorununda, Türkiye'nin gösterdiği ikiyüzlü tavır (İsrail'le gerilimin artmasına paralel "Filistin devletinin tanınması" çabasına hız verilmesi) ne Filistin halkının sorununu çözebilir ne de bölgeye barış getirebilir. Filistin halkının Gazze’de ve başka yerlerde on yıllardır yaşadığı trajediye son verecek ve bunu yaparken İsrailli emekçileri Siyonist devletin zulmünden kurtaracak olan tek güç, Filistinli ve Musevi emekçilerin ortak örgütlülüğü ve eylemi olacaktır. Onların hem Siyonist devleti hem de Filistin Özerk Yönetimi adlı hapishaneyi yıkarak tarihsel Filistin topraklarında sosyalist bir ülkeyi inşa mücadelesi, başta Ortadoğu, ABD ve AB olmak üzere diğer ülkelerden işçilerin devrim ve sosyalizm mücadelesinden bağımsız düşünüleyecek denli kapsamlı ve uluslararası bir mücadeleyi gerektirmektedir.
*

Malatya Kürecik'e kurulacak olan NATO füze kalkanı da, bölgedeki emperyalist ve kapitalist hesaplardan hiç şüphesiz bağımsız değildir. Bizlere "güvenliği sağlama" ve "dış tehditlere karşı" olarak yutturulmaya çalışılan bu proje, yalnızca İran'a karşı değil, Rusya ve Çin gibi ABD yörüngesinin dışındaki devletleri de hedef alan, önümüzdeki savaşlara bir hazırlık projesidir. Türkiye'nin "sıfır sorun" politikasının kaçınılmaz olarak yeni çatışma tohumlarını ekmesi ve iflas etmesine de paralel, Türkiye devletinin de onayıyla gerçekleştirilmek istenen füze kalkanı projesinin kapitalizmin krizi ve yeni savaş hazırlıkları bağlamından koparılarak düşünülmesi mümkün değildir. Hegemonya, kapitalist kar ve kaynak mücadelesini sürdüren emperyalist devletler ve Türkiye gibi onların küçük ortakları bu adımlarıyla işçilere, emekçilere ve gençliğe yeni yıkım projeleri hazırlamaktadırlar. Türkiye'nin bu projelerdeki rolü arttıkça hiç şüphesiz saldırılara hedef olma ihtimali de aynı oranda artmaktadır. Dolayısıyla füze kalkanı başta olmak üzere tüm emperyalist hesaplara karşı mücadele, burada kendi egemen sınıfımızın rolü de atlanmadan ve uluslararası işçi sınıfı temelinde yürütülmelidir. Sermaye sınıfının bu adımlarına karşı durabilecek tek gücün örgütlü işçi sınıfı olduğu gerçeğini unutmadan mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor.
*
Şili’de Mayıs ayından bu yana öğrenci eylemleri sürüyor. 1990 yılında Pinochet diktatörlüğünün sona ermesinden bu yana Şili, en kitlesel gösterilere sahne oluyor. Eylemlerin kitleselliği ve toplum nezdinde meşru bir karakter taşıması Şili Başbakanı Pinera ve onun hükümetinin aldığı desteği büyük oranda geriletti. Keza bu kitlesel gösterilerin işçilerin de 2 günlük “genel greviyle” desteğini alması, hükümeti eğitim dahil birçok alanda reformlara zorluyor. En son geçtiğimiz günlerde de, öğrenci hareketinin liderleri hükümetin müzakere teklifini kabul etti. Öğrenci liderlerinden Giorgio Jackson, hükümetle yapacakları görüşmelerin şimdiye kadar sürdürdükleri demokratik ve ücretsiz eğitim mücadelesinin bir parçası olacağını belirtti.
Pinochet diktatörlüğünün, eğitim alanını kapsayan ve yeni-liberal dönüşümleri içeren yasası LOCE’nin kaldırılmasını talep eden öğrencilerin ve onlara destek veren işçi-emekçi kesimlerin talepleri sadece eğitim alanını kapsamıyor. Taleplerinin önemli bir kısmını, diktatörlük anayasasının yerine daha demokratik bir anayasanın yürürlüğe konmasını sağlayacak çeşitli maddeler oluşturuyor.

Aylardır yükselerek süren öğrenci, işçi ve emekçi eylemleri, talepleri açısından, iş güvencesine, özelleştirmelerin durdurulmasına, parasız eğitime, sağlığa ve ulaşıma daha fazla bütçe ayrılmasına, terörle mücadele yasasının kaldırılmasına kadar uzanan ve eğitim, sağlık, politika vb. alanlarda reformları da kapsayacak biçimde bir anayasaya işaret ediyor.
Bu açıdan bakıldığında işçi sınıfının ve öğrenci gençliğin “daha iyi bir yaşam isteği”, bizzat sendikal bürokrasinin ve öğrenci örgütlenmelerinin önderliğine soyunan yurtsever, reformist partiler eliyle düzen içi taleplerle sınırlandırılmaya çalışılmaktadır.
Şu an harekete önderlik eden Stalinst (Şili Komünist Partisi) veya sosyal-demokrat düzen içi akımların reformist-sınıf işbirlikçisi tavırlarını teşhir edecek ve öğrenci gençliği devrimci işçi sınıfı perspektifine kazanacak bir Marksist örgütlülüğün eksikliği diğer ülkelerde olduğu gibi Şili’de de önümüzde duruyor.


İ-S

Hiç yorum yok: