6 Ekim 2010 Çarşamba

Anadilde Eğitim İçin Okul Boykotu Üzerine

Bu yılki ilk ve ortaöğretimde yeni eğitim döneminin ilk haftasına TZP Kurdi'nin (Tevgera Ziman û Perwerdehiya Kurdî - Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi) anadilde eğitim için okul boykotu damgasını vurdu. 20-25 Eylül tarihleri arasında yapılacağı açıklanan okul boykotuna BDP'den de destek gelmişti. Devletin ve basın-yayın organlarının boykota katılım konusunda ilgisiz görünmeye çalıştığı ama gerçekte kaçınılmaz olarak ciddiye aldığı gözlerden kaçmadı. Daha boykot başlamadan hem hükümet hem de burjuva medya ona karşı yoğun bir karşı propaganda ve karalama kampanyası başlatmıştı. Burjuva düzenin bu bekçilerine göre boykota katılım oldukça sınırlı kalmış, hiçbir şekilde başarıya ulaşmamıştı.

Burjuva karşı propaganda ve saldırı kampanyası

Okul boykotu kararına yönelik ilk saldırı Başbakan Erdoğan'dan gelmiş ve Başbakan, Hakkari'deki mayınlı saldırıya ilişkin açıklamasına, okul boykotunun anayasal bir suç olduğunu da eklemişti. Onun ardından Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun açıklaması geldi; o da bunun “çocuk istismarı” olduğunu, veliler hakkında yasal işlem yapılabileceğini ifade ederek açık bir tehditte bulunmuştu (Okul boykotu sonrası yapılan fişlemeler bu tehditlerin yersiz olmadığını da gösterdi).

Anadilde Eğitim Boykotu Üzerine -3Bu iki açıklamayı diğerleri izledi. Hepsinin de ortak noktası, çocuk haklarının 12 Eylül'deki referandumla birlikte anayasal bir güvenceye alındığı (!) ve anadilde eğitim için çocukları okula göndermemenin “çocuk istismarı” olduğuydu. Böylece, okul boykotu gibi kitlesel bir eylemi “terör” olarak karalama şansı olmayan burjuvazinin, toplum nezdinde onun görebileceği desteği baltalamak, meşruiyetini ortadan kaldırmak amacıyla çocuk istismarı söylemine sarıldığına tanık olduk.

Çocukların yalnızca Türkiye'de değil, tüm dünyada her alanda istismar edildikleri doğru. İyi de bunun anadilde eğitim hakkı mücadelesi ile ne ilişkisi var? Dahası, bu konudaki sorun, anadilde eğitim hakkı için mücadeleden değil, bizzat bu ülkedeki burjuva egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Eğer Türkiye’de çocukların istismardan söz edilecekse, bunların başında cumhuriyetin kuruluşundan beri sürdürülen, eğitim politikası gelir. Bu ülkede yaşayan ve anadili Türkçe olmayan çocuklar, Türklerin ve Türkçenin mutlak egemenliği uğruna, ilkokuldan başlayarak sistematik olarak istismar edilmektedir.

Zorla asimilasyondan başka bir anlama gelmeyen bu devlet politikası, Türk burjuva ulus-devletinin inşasında çok önemli bir araç olarak kullanılmış ve bugünlere miras kalmıştır. Henüz 6-7 yaşında anadilinden başka bir dil bilmeyen (burada yalnızca Kürtler sözkonusu değildir) çocuklara zorla tek dilli bir eğitim dayatmak, egemen sınıfın çıkarları için çocukları istismar etmek ve onların ulusal-kültürel kimliklerini yok sayarak sistematik bir travmaya tabi tutmak demektir. Çocuklara yönelik bir diğer istismar konusu, yine sistemin bekası için uygulanan eğitim sistemidir. Anadilde eğitimi yadsıyan ilk istismardan ayrı düşünülemeyecek olan bu konu da, çocukların beyinlerini devletin resmi ideolojisiyle şekillendirme, yani onların beyinlerini yıkama faaliyetidir. Bu eğitimin önemli ayaklarından birisi, var olan burjuva diktatörlüğe uyum sağlayacak, yeri geldiğinde devletin hizmetine koşacak, sorgulamayan, yalnızca itaat eden bireyler yetiştirilmesidir ki bu amaca ulaşmak için asıl olarak milliyetçilik ve din kullanılır.

Çocuk istismarına dair, her alanda ne yazık ki birçok örnek verilebilir; bu örneklerin birbiriyle bağlantısı ve hepsinin kökeninde burjuvazinin çıkarları olduğu ayrıntılarıyla gösterilebilir. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 1999 verilerine göre 6-17 yaş arası 16 milyon çocuğun 6,5 milyonunun çalıştığı bir ülkeden söz ettiğimizi hatırlarsak, yukarıdaki ifadelerimiz daha anlaşılır olacaktır. Bu duruma karşı devletin ve kimi büyük sermaye kesimlerinin kimi göstermelik faaliyetleriyle çocuk emeğinin ve bu anlamda çocuk istismarının ortadan kaldırılacağını düşünmek için fazlasıyla saf olmak gerekiyor. Bugün çocukların çalışması ciddi önlemlerle yasaklansa bile, çocuklar yine kölelik koşullarında çalıştırılacaklardır. Çünkü işçilerin sürekli azalan ücretleri onların çocuklarını da çalışmaya zorlamakta, ucuz çocuk emeği sömürüsü günden güne yayılmaktadır. Bütün bunlara, çocukların cinsel istismarını da eklersek tabloyu daha da netleştirebiliriz.

Boykot ve Anadil sorunu

Okul boykotu yapılacağı açıklamasıyla beraber tüm burjuva cephesinin tek bir vücut halinde buna karşı saldırıya geçmesi ve tehditler savurması; boykot başladıktan sonra, önce onun etkisiz olduğu yönünde kampanya yürütmesi ardından da görmezden gelmeye çalışması, gerçekte oldukça öAnadilde Eğitim Boykotu Üzerine -2nemli ipuçları sunuyor. Tüm bunlar, aslında burjuvazinin tedirginliğinin birer ifadesinden başka bir anlam taşımıyor. Öyle ya, yukarıda da değindiğimiz gibi, okul boykotu, kırsalda ya da şehirlerde gerçekleştirilen silahlı eylemler gibi kolayca “terörist bir eylem” olarak gösterilebilecek bir eylem biçimi değildir. Aksine kitleselliği ve gördüğü destekle orantılı olarak, onun meşruiyeti gün yüzüne çıkacak, yalnızca Türkiye'nin değil, dünya gündemine de gelmesiyle Türkiye devletini zor duruma sokacaktır.

Türk milliyetçisi burjuva medyası, konuyla ilgili haberleri “Okul boykotu tutmadı” başlığı altında verdi ama yalanın da bir sınırı vardı. Nitekim medya Hakkari, Şırnak ve Batman'da yoğun katılım olduğunu, bu illeri Diyarbakır ve Van'ın izlediğini itiraf etmek zorunda kaldı. Aslına bakılırsa okul boykotuna katılımın, BDP'nin bölgedeki gücüne paralel bir oranda olacağı en başından beri belliydi. Boykotu destekleme niyetinde olan diğer Kürtlerin en azından bir kısmının tehdit yoluyla caydırıldığı da düşünülebilir. Ancak her durumda, anadilde eğitim hakkı için girişilen bu eylem, zorla asimilasyona dayalı mevcut sistem için, katılım oranı ile ölçülemeyecek bir tehdit içermektedir. Bu, devletin baskı aygıtlarını felç edecek türde, “sivil itaatsizlik” diyebileceğimiz kitlesel ve meşru mücadele biçimlerinin yayılmasıdır.

Marksistler için, işçi sınıfının sosyalizm programında da yer alan anadilde eğitim mücadelesi, ulusal ayrıcalıkların ortadan kaldırılması ve her ulustan emekçilerin birliğinin önünün açılması için elzemdir. Bizler, herhangi bir dile resmi devlet dili, herhangi bir ulusa egemen ulus olma ayrıcalığı tanınmasına ve diğer halkların dilleriyle birlikte yok sayılmasına karşı çıkarız. Eğer bir devletin sınırları içinde farklı dilleri konuşan halklar yaşıyorsa, o devletin tek bir resmi dili olamaz, olmamalı. Dolayısıyla, -yalnızca Kürt halkının değil- her halkın kendi anadilinde eğitim görmesini; bunun da özel okullarda ya da kurslarda değil, resmi devlet okullarında gerçekleşmesi gerektiğini savunuruz. Bu, dar kafalı ve cahil milliyetçilerin iddia ettikleri gibi halkların bölünmesini değil, onların gönüllü birlikteliğini sağlayan bir taleptir. Bugün birçok ülkede tek bir devlet dili yoktur ve çokdilli eğitim yapılmaktadır. Örneğin, İsviçre’de Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Romanş resmi dil olarak kullanılmaktadır. Öte yandan, birçok gelişmiş kapitalist ülkede ana dilin dışındaki diller devlet okullarında ikinci dil olarak öğretilmektedir. İnsanlar, kuşkusuz, kapitalist gelişmenin fiilen dayattığı bir dili (örneğin, uluslararası düzeyde İngilizce’yi) kaçınılmaz olarak öğrenirler. Ancak bu yukarıdan devlet zoruyla, dayatmayla değil toplumsal koşulların doğal sonucu olarak kendiliğinden gerçekleşir ve anadilinde eğitimi dışlamaz.

Bir diğer önemli konu, anadilinin devlet okulları dışında “özel kurslar” adı altında serbestleştirilmesidir. 2001'deki anadilde eğitim için okul boykotlarının arkasından çıkarılan yasayla önü açılan “Kürtçe özel kurslar”, var olan bölücü eğitimin sisteminin aşılması değildi. Nitekim BDP’nin ve öncülü partilerin, devletin bu manevrasını ileri bir adım olarak değerlendirip sahiplenmesi beklenenin tersine sonuçlar vermiş ve çok sayıda “Kürtçe kurs”, ekonomik nedenlerden dolayı, kısa süre içinde kapanmıştı. Anadilde eğitimin devlet okullarında yaşama geçirilmemesi durumunda, Kürt halkının bu konuda bugüne kadar verdiği mücadele mevcut sistem içinde eritilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Bugün anadilde eğitim mücadelesinin en kitlesel-örgütlü tabanını oluşturan ve bu sorunu en yakıcı olarak yaşayan KürtAnadilde Eğitim Boykotu Üzerine -1 halkına, kalıcı çözümün devlet okullarında anadilde eğitimden geçtiği ve çözüm olarak sunulan özel kursların kesin olarak reddedilmesi gerektiği anlatılmalıdır.

İşçi sınıfı, bir halkı diğer halklardan izole eden, kaçınılmaz olarak halklar arası uzaklaşma ve bölünme yaratan ayrı ya da “özel” eğitimi kategorik olarak reddeder. Bu tür “özel” eğitimin bölücü karakterinin Türkiye'deki en açık örneği, sayıları birkaç on bine indirilmiş olan Ermeni ve Rum halklarının içinde bulunduğu durumdur. Bu halklar, cumhuriyet tarihi boyunca devlet eliyle sürdürülen şoven Türk milliyetçisi bölücü politikalar nedeniyle tamamen içe kapandılar ki Rum ve Ermeni emekçileri ile Türkler arasında yaratılan uçurumda, Türkçenin tek resmi dil olması ve bu halkların çocuklarının ayrı okullarda eğitim görmesi belirleyici rol oynamıştır.

Kitlesel mücadele kazanım getirir

Baskı ve yıldırma hareketiyle geri adım attırılmaya çalışılan anadilde eğitim mücadelesinin sonucunu tayin edecek olan şey, hiç şüphesiz hareketin kitlesel gücü ve toplumun göstereceği destek olacaktır. Bugün örgütlü bir işçi sınıfı hareketin olmadığı kimse için sır değil; ancak anadilde eğitim hareketinin başarıya ulaşmasının tek koşulu, bu mücadelenin başlıca öznesi olması gereken işçi ve emekçilerin ülke genelinde moral desteğinin sağlanması ve mücadelenin meşruiyetini kanıtlanmasıdır. Marksist devrimciler, ana dilde eğitim hakkı için girişilecek okul boykotu ve benzeri eylemlerin Kürtlerin katılımıyla sınırlı kalmaması ve asıl olarak Türk emekçilerinin ve gençliğinin fiili desteğinin sağlanması için ellerinden geleni yapmalıdırlar; yalnızca birleşik ve kitlesel mücadele kazanım getirecektir.

Yusuf Ateşçi

27 Eylül'de sss-sosyalizm.org'da yayınlanan yazının gözden geçirilmiş halidir.

Hiç yorum yok: