4 Ekim 2010 Pazartesi

Ortadoğu'da Son Durum

ABD’nin son dönem Ortadoğu politikası, seçim vaatlerinin havada kalmaması için, Obama yönetiminin Kasım’da gerçekleşecek olan yerel seçimlere yönelik attığı popülist adımlar olarak yorumlanabilir. 2008’deki ABD seçimleri öncesinde büyük beklentilerle (hatta ABD’ye bir sosyalist başkan seçildiği yönlü haberlerle) iktidara gelen Obama yönetimi ilk icraatlarının Ortadoğu’daki istikrarın geliştirilmesi yönünde olacağını belirtmişti.
Buna yönelik olarak ABD’nin 2010 Ağustos sonu Irak’tan çekileceğini söylemiş, sonrasında ise İsrail-Filistin barışının teminatını vermişti (Bunlara ek olarak vurguladığı “Afganistan çözümü”nün savaşın Pakistan'ın içlerine yayılması anlamına geldiğini de ekleyerek bunu ayrı bir yazıya bırakalım). Ancak Obama’nın görevde olduğu bu iki yıla yakın süreçte ne Irak’ta istikrar adına bir ilerleme sağlandı, ne de İsrail-Filistin barışı konusunda olumlu yönde bir değişiklik yaşandı. İsrail’in Gazze’ye yönelik ambargosu 2007 yılından bu yana sürüyor. Bu siyasetin bir benzeri de Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın “one minute” çıkışıyla yaşanmıştı. Obama’nın Ortadoğu konusundaki başarısızlığı ve Erdoğan’ın başarısıyla ABD’ye Türkiye’yle müttefik olmaktan başka seçenek kalmadı. Her ne kadar olay sonrasında Erdoğan yanlış anlaşıldığını söylese de kamuoyu ve Arap dünyası tarafından Tayyip Erdoğan İsrail-Filistin sorunu konusunda en cesur politikacı görünümüne ulaştı. Obama bu konuda Araplara ve genel olarak Ortadoğu halklarına yeterli güveni veremiyor. Bu konuda ABD’nin Türkiye’yi çıkar ortağı olarak görmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’nun küresel sermayeye açılmasını hızlandıracak bir ülke konumunda olmasındandır.


Irak’ın son hali

Irak’ta 7 Martta yapılan seçimlerin ardından oluşturulmaya çalışılan koalisyon hükümetinin kurulup kurulmayacağı konusu belirsizliğini koruyor. Meclisteki 325 sandalyenin 91'ini alan Irakiye Hareketi ile mecliste 89 sandalyeye sahip Başbakan Nuri El-Maliki’nin lideri olduğu Hukuk Devleti İttifakı Şii bloğu arasında Şii-Sünni tartışmaları halen devam ediyor. Son olarak ABD başkanı Obama’nın seçim vaatleri olarak gerçekleştirdiği, ABD ordusunun bir bölümünün (50.000 asker) Irak’tan çekilmesinin ardından El Kaide bağlantılı isyancıların saldırıları hızla arttı. Halen Irak'ta 50 bine yakın ABD askerinin Irak ordusunu ve polisini eğitme amaçlı olarak 2011 sonuna kadar Irak’ta kalacağı kararlaştırılmış durumda. Bu ortamda uzun bir süre daha Irak için istikrar beklenmiyor. ABD’nin Irak’a müdahalesiyle birlikte başlayan büyük çaplı şiddet olayları, artık insanların kanıksadığı bir durum olarak devam ediyor. Çatışmaların durulması için (her ne kadar şu an öyle gözükmese de) ABD askerlerinin bölgeden çekilmesinin bir başlangıç olacağı iddia ediliyor. Ancak Saddam’ın devrilmesinden sonra yeniden şekillenen güç dengeleri, Irak’ın, ABD ve küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanabilmesinin kolay olmayacağını gösteriyor. Bu durumu 7 aydır uzlaşmaya varamayan meclisin genel görünümü teyit ediyor.

Ancak günümüzde küresel sermaye akışı içinde devletler bu akışı olabildiğince hızlandırmak ve var olan engelleri ortadan kaldırmakla yükümlüler. Aslında Ortadoğu’da bir istikrar ortamı görmek bütün kapitalistlerin isteği; ancak sermaye yatırımlarına kapalı, korumacı müdahaleci bir istikrar ortamı kapitalizmin yayılmasının önünde bir engeldir, bu anlayışla yönetilmeye çalışılan devletler emperyalizmin kuşatmasına en şiddetli şekilde maruz kalmaktalar. 2001 sonrasında Ortadoğu ve Asya’da başlatılan emperyalist müdahaleler, ulusal korumacı devlet yapılarının hem ekonomik hem de siyasi olarak emperyalist saldırı tehdidi altında olduklarını göstermiştir. Küresel kapitalizmin krizinden Asya ve Ortadoğu’daki talebi canlandırarak çıkmaya çalışan ve sermaye yatırımlarını bu yöne kaydıran kapitalistler, sermayenin serbest dolaşımı açısından herhangi bir engelle karşılaşmak istemiyorlar.

BM insan hakları heyetinin İsrail raporu
21 Eylül’de BM insan hakları konseyinden 3 kişilik bir heyet, İsrail’in mavi Marmara gemisine düzenlediği baskının raporunu yayınladı. Raporda ambargo altındaki bölgeye yapılan yardımın uluslararası sularda “orantısız” ve “gaddarca” engellendiği ve İsrail’in bu konuda “yasa dışı” davrandığı belirtildi. Ayrıca bu rapordan bir gün önce ABD’nin de dahil olduğu BM Ortadoğu grubu üyeleri İsrail’i Filistin topraklarındaki yerleşim inşaatları nedeniyle kınayan bir açıklama yapmıştı. İran’ın Nükleer programı konusunda ABD, Fransa, Çin, Almanya, Rusya ve İngiltere’nin İran’ı uzlaşmaya ve itaate zorlaması Türkiye’nin atacağı adımlarla istenilen sonuçları verebilir. Eğer İran emperyalist devletlere karşı tutumunu değiştirip, uzlaşı yanlısı bir görünüm sergilemeye başlarsa bu kuşkusuz aracı olan Türkiye’nin bölgede büyük bir itibar kazanmasına yol açar. Aynı zamanda bu durum İsrail’i hem iç politikada hem de dış politikada değişime zorlayan dinamikleri güçlendirecektir.

ABD-İsrail-Filistin barış görüşmeleri
Amerika’da Kasım'da yapılacak seçimler öncesi son kozlarını oynayan Obama, İsrail ve Filistin konusunda 2 Eylül günü Mısır, Ürdün, İsrail ve Filistin liderlerinin katıldığı bir “Barış” görüşmesinde, liderlerle birlikte göstermelik bir fotoğraf karesi vererek bu meseleyi de böylece kapatmış oldu. Sözde İsrail ve Filistin’in barışı için yapılan görüşmenin formalite icabı yapıldığı daha baştan belliydi. Ancak bütün liderlerin ABD tarafından masaya davet edilmiş olması, bu liderlerin itibarlarını pekiştirmek için güzel bir fırsattı. İsrail başkanının Obama’nın yaptığı yeni yerleşimleri durdurma çağrısına İsrail’den gelen yanıt net bir hayırdı. Filistin lideri Mahmud Abbas’ın kesin tavrı ise, 1967’deki sınırlara geri dönülmesi yönündeydi. Hamas bölgede bulunan Yahudilerin bütünüyle bölgeden çekilmesini, bu konuda İsrail ile herhangi bir görüşmede bulunulmaması gerektiği konusunda görüş birliğinde.

Filistin’in işgalden önceki toprak bütünlüğüne geri kavuşması mevcut koşullarda şuan pek mümkün görünmüyor. Hamas'ın önderliğinde gerçekleşecek Filistin’in “ulusal kurtuluşu”nun neye yol açacağını da görmek gerekiyor. İsrail halkının tamamen bölgeden sürülmesini savunan Hamas tersinden İsrail'in tutumunu savunmaktadır. Hamas’ın bu tutumu, Filistin içindeki gerici-milliyetçi ideolojiyi besleyen bir tavırdır. Bu yüzden çözümün işçi sınıfı açısından değerlendirilmesi ve iki tarafın işçilerinin birleşik mücadelesi ve hatta bütün Ortadoğu işçilerinin sosyalist birliği çözüm için ulusal mücadelelerden çok daha gerçekçi ve gereklidir.

Küçük burjuva solunun yorumu
İsrail ve Filistin konusu, küçük burjuva solu tarafından idealist ve gerici bir biçimde yorumlanmaya devam ediyor. Siyonizm ve emperyalizm kavramlarının iç içe geçirildiğini, bir küfür gibi nefretle ağızlardan savrulduğunu ve bu kavramların içinin boşaltılıp aynılaştırıldıklarını görmek zor değil. Bu kavramlara bir de küreselleşme ekleniyor ve ulusalcısından küçük burjuvasına, “sosyalist”inden faşistine bir dolu siyasi oluşum “ortak düşman” ABD karşısında kör düğüşü oynuyor. Oysa devletin sınıflardan bağımsız olmadığını, her ne koşulda olursa olsun temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını zedeleyecek herhangi bir girişimde bulunamayacaklarını görmek gerekiyor. Başlangıç noktasını insanlara, gözü dönmüş Avrupa devletleri ve ABD olarak göstermek, geçmişten bugüne değişmeyen bir yabancı düşmanlığını ve ulusal korumacı zihniyeti üzerimizde egemen kılıyor. Aslında bu durum, tam da küçük burjuvanın sınıfsal çıkarlarına uyacak şekilde, sınıf mücadelesinin evrenselliğinin önemini işçi sınıfına unutturmak için yıllardır uygulanan politikalardan biridir. Oysa mücadele edilmesi gereken tek başına “ABD” ya da “Avrupa devletleri” değil, onların arkasında duran ve onlara yön veren emperyalist burjuvazi ve aynı “kendi” burjuvazimidir.

İsrail’in egemen bir güç olarak Ortadoğu halklarına karşı bir tehdit ve tehlike arz etmesi, onun Siyonist hareketi ile emperyalizmi her zaman aynı kapıya çıkarmıyor. İsrail’in 2007’den beri Gazze’ye uyguladığı ambargo bunun en önemli kanıtı sayılabilir. ABD’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde krizin bir getirisi olarak piyasalar oldukça istikrarsız ve verimsizken birçok yatırımcı ve girişimci Ortadoğu’daki pazara erişememenin sıkıntısını yaşıyor. Özellikle ambargonun kaldırılması yönünde ulus-ötesi şirketlerin ABD yönetimine ve dolaylı olarak İsrail’e bir baskı yaptığını Obama’nın bu konudaki görüşlerinden çıkarmak zor değil. Obama birçok kere Filistin’e yönelik ambargonun kaldırılması gerektiğini dile getirdi, sadece bu durum bile şu an İsrail’in küresel kapitalizmin çıkarlarına aykırı davranmakta olduğunu gösterir. Bu dönemde Türkiye’nin İsrail’e oranla bölgede ABD tarafından en çok desteklenen ülke olması da tesadüf değil. İsrail’in katı ve savaşçı devlet yapısı, ayrıca bölgedeki ticari faaliyetleri önemsemeyen politikaları, AKP iktidarındaki Türkiye’yi çıkar ortağı olarak daha makul kılıyor.


Sonuç

İsrail’in bu katı tutumu siyasetin belirleyicileri adına rahatsız edici bir durum yaratıyor. Siyasi rolü iyi kullanamayan bir devlet olarak İsrail’e, bu rolü daha iyi oynayacak rakip de Türkiye oluyor. İsrail Türkiye’nin bölgede oldukça güçlendiğini ve ciddi söz sahibi ülke konumunda olduğunu görüyor, bu durumda Türkiye’nin gölgesinde kalmak istemeyecektir -ki gemi baskını olayıyla bunu net bir şekilde de ortaya koymuştu. Ayrıca İsrail’in bu katı ve söz dinlemez devlet yapısının bazı radikal değişimlere uğraması kaçınılmaz görünüyor.

Irak’ta ise bölgeden çekilen askerler yeni bir burjuva koalisyonu oluşturmak için yeterli değil. Kaosun daha ne zaman sona ereceğini görebilmek için önce hükümetin oluşturulabilmesi gerekiyor. Ancak bölgenin istikrara kavuşması için Irak hükümetine önümüzdeki dönemde batı dünyasından daha çok baskı gelebilir. Ancak hükümet kurulsa bile kapitalistlerin Irak’ı sürüklediği sömürü bataklığı içerisinde, istikrarın yalnızca sermaye adına istendiği unutulmamalı. Yani Iraklı emekçilerin yaşamlarındaki kötü gidişin burjuva hükümetlerin oluşturdukları koalisyonlarla sona ermeyeceğini ve Ortadoğu emekçilerinin yoksulluğundan ve sömürüsünden kaynaklanan öfkenin, sebebi olmayan etnik çatışmalar gibi gösterildiğini görmek gerekiyor. Irak’tan çıkmaya başlayan ABD askerleri zamanla bölgeden tamamıyla çekilecek ancak geride ABD tahakkümünden çıkmış bir Irak halkı ve küresel kapitalizme kendi başına entegre olabilecek yeni bir sistem bırakılıyor. Batı’da oluşan aşırı üretim krizi, Doğu’nun ham talebini kullanarak aşılmaya çalışılırken, Irak’lı emekçileri de ağır sömürü koşulları bekliyor. “Bu koşullarda” fazla iyimser olmak gerçekçi değil, ayrıca bu tutum yalnızca sermayeye yarar sağlar. Bu açıdan Iraklı emekçilerin ve Ortadoğu’nun tek kurtuluş yolunun enternasyonal bir devrimden geçtiğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor.



Homo homini lupus

Hiç yorum yok: