(ÖKM'nin kapatılmasının ilk gündeme geldiği günlerde aşığıdaki yazı kaleme alınmıştı. Üniversitenin açılmasıyla birlikte, yazıda ifade edilen noktaların doğruluğu da ortaya çıkmış oldu. Bugün ÖKM'ye bağlı kulüpler fakültelere dağıtılmış durumda, ÖKM'ye bağlı olmayan kulüpler de yeni yönetmelikle ona bağlı kılındı ve böylece okuldaki tüm kulüpler kapatılmış oldu; herbirinin yeniden -bu kez yirmi üyeyle- kuruluş başvurusu yapması gerekecek. Fakülteler bünyesine dağıtılan kulüplere de yalnızca o fakültelerin öğrencilerinin üye olabileceği ifade ediliyor. Bu düzenleme ve diğer kulüplerin de kapatılmış olması, öğrencilerin tüm kültürel-sanatsal faaliyetlerinin önüne barikat çekilmek istendiğini çok net bir şekilde gösterdi. Ne yazık ki, bu saldırıya karşı örgütlü bir karşı koyuş da geliştirilebilmiş değil.)
İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM), okulun yaz tatiline girmesiyle birlikte üniversitenin yönetimi eliyle yeni ve bu kez daha kapsamlı bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Bugünkü rektör Yunus Söylet öncesi dönemde de, çeşitli defalar kapatılmaya çalışılan, bu amaçla defalarca faşist güruhların saldırdığı ÖKM ve bünyesinde çalışan kulüpler, bu ve benzeri saldırıları öğrencilerin verdiği ortak mücadelelerle aşmayı başarmıştı.
1990 yılından beri faaliyette olan ve Türkiye üniversiteleri içerisinde -ne yazık ki- tek olma ünvanını sürdüren ÖKM, her yıl gerçekleştirdiği çeşitli kültür ve sanat etkinlikleriyle, yalnızca üniversite bünyesinde değil, aynı zamanda tüm diğer öğrenci ve sanatseverleri de kapsayabilmesi nedeniyle ayrıca öneme sahip bir öğrenci kuruluşu.
Yaz dönemiyle birlikte rektörlük tarafından girişilen kapatma süreci de, geçmişteki çabaların bir devamı olma niteliğini taşıyor. Eski rektör Mesut Parlak yönetiminin son dönemlerinde soruşturma ve uzaklaştırma saldırısıyla artan siyasi, kültürel ve sanatsal baskı, Yunus Söylet'in gelişiyle artan bir süreklilik izledi. Fakülteler arası geçiş yasağının hüküm sürdüğü üniversitemizde, tüm öğrencilerin -çeşitli baskılara ve engellemelere rağmen- bir araya gelebildiği ve kültürel-sanatsal üretimde ısrar ettikleri ÖKM, aslına bakılırsa öğrenim görülen kurumun bir 'üniversite' olduğunun son kanıtlarından birisidir.
Rektörlük, öğrenci ve sanatseverlerin ÖKM'nin tasfiye edilmesine karşı mücadele başlatmaları karşısında bu ayın başında bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamada, tasfiye işlemini “öğrenciler yararına yapıyoruz” masalını okuyan rektörlük, ÖKM'nin kapatılmayıp yerinin değiştirileceğini ifade ediyordu. Aslına bakılırsa bu, ÖKM'nin fiilen ortadan kaldırılması için sermaye açısından atılabilecek en uygun adımdır. Üniversite fakültelerinde oda sıkıntısının varlığı kimse için sır değilken ve fakülteler arası geçiş yasağı yıllardır varlığını koruyorken ÖKM kulüplerini merkezi bir yerden çıkarıp dağıtmaya çalışmak sistemli tasfiyeden başka bir şey değildir.
Hızla sermayeye bırakılan, özel güvenlik birimleri, sivil polisler ve faşistlerin terör estirdiği, eğitimin baştan sona ideolojik ve ezberci olduğu üniversiteler bünyesinde, elbette sermaye için böylesi bir kurum kabul edilemez durumdadır. İşte bu yüzden, uzun bir süredir sürdürülen kapatma çalışmaları, bugün Bologna sürecine de denk düşecek bir adımla birlikte hayata geçirilmeye çalışılıyor.
ÖKM'deki kulüplerin tasfiye edilip, yerine bu mekanın “Uzaktan Eğitim Merkezi” haline dönüştürüleceğini açıklamak zorunda kalan rektörlük, aynı pişkinlikle bunu “öğrenciler için” yaptığını söyleyebiliyor! Halbuki yapılan özetle, üniversite bünyesindeki en faal ve yararlı kurumun, öğrencilerin elinden alınarak sermayeye rant kapısı haline getirilmesidir.
Uzaktan eğitim, Avrupa'dan sonra giderek Türkiye üniversitelerine de yayılan, yüksek öğrenimin bir bütün olarak sermayeye bırakılması (Bologna) sürecinin önemli ayaklarından birisidir. Üniversite yönetiminin “ekonomik” olarak ifade ettiği uzaktan eğitimin, yıllık tutarı öğrenci başına harçlar hariç 2000 ve 3000 lira olarak açıklanmışken, bunun ekonomik olduğunu ifade etmek, aslında bunun sermaye sınıfının çocukları için “ekonomik” olduğunu söylemektir. Dolayısıla ÖKM'nin kapatılması, çok daha kapsamlı bir programın yalnızca bir ayağı olarak değerlendirilmelidir, asıl saldırı bundan sonra başlayacaktır.
Kültür ve sanatı bir bütün olarak tekeline alma ya da ortadan kaldırma tutumu sermayenin çürümüşlüğünün bir ifadesidir. Bunu aynı şekilde üniversitelerin tamamiyle sermayenin bugünkü çıkarlarına tabi kılma çalışmaları izliyor. Bugün bu programın Türkiye'deki 'başarılı' uygulayıcısı AKP hükümetidir, bu doğru. Ancak bizlerin hedefi, bu yaşananların gerçek sorumlusu olan sermaye düzeni olmalıdır, aksi takdirde sermaye sınıfının diğer kanatlarına yedeklenmek işten bile değildir.
Öğrenciler ve sanatseverlerin başlattığı mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek ve başarıya ulaştırabilmek, mücadelenin öğrenci kitleleri içerisinde ne kadar yayılabildiğine ve sahiplenildiğine bağlı olacak. Sermayenin bu saldırısını püskürtmeyi başarmak, hiç şüphesiz üniversitelerdeki “hava”nın olumlu etkilenmesini sağlayacaktır. Fakat elbette bizler “ÖKM'nin kapatılmaması” ile yetinmemeli, üniversitelerde hızla hayata geçirilen bütünlüklü sermaye programına; siyasi ve kültürel dönüşüme de dur demenin yollarını aramalıyız.
İstanbul Üniversitesi'nden öğrenciler
22 Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder