4 Ekim 2010 Pazartesi

Küba'da Kapitalist Restorasyon Hızlanıyor

Geçtiğimiz hafta Küba'nın eski devlet başkanı Fidel Castro'nun ABD'li bir gazeteciye verdiği röportajda "Küba modelinin hala ihraç edilebilir olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuna cevap olarak "Küba modeli, bizim için bile işlerliğini kaybetti" demesi dünyanın gündemine tabiri caizse bomba gibi düştü. Hemen bunun arkasından bunu yalanlayan bir açıklama yapan Castro, aslında sözlerinin yanlış yorumlandığını, sosyalizmin ilkelerinden ödün verilmeyeceğini ve onun güvence altına alınacağını belirtti.


Restorasyonun Biçimi
Halihazırda Küba'da piyasa ekonomisine dönüş adımları zaten söz konusuydu; bugünlerdeyse bu sürece hız kazandırıldığını söylemek mümkün. Castro'nun çelişkili görünen açıklamaları dikkatli okunursa aslında çelişkili olmadığı görülür: bu açıklamalar aslında Küba'nın ne tip bir restorasyona yöneldiğinin altını çiziyor. Castro, "Küba modeli, bizim için bile işlerliğini kaybetti" derken şu an var olan ulusalcı-bürokratik planlı ekonomik düzenin günümüz şartlarına uygun olmadığını ve kapitalizm karşısında yenilgiye uğradığını kabul ediyor ve piyasa ekonomisine dönüş sürecine girildiğini itiraf ediyor. Ertesi gün ise "sosyalizmin ilkelerine sadık kalacağız" derken üst yapıda bir değişiklik olmayacağını, tıpkı Çin'deki gibi bu sürecin 'Komünist Parti' tarafından yürütüleceğini, ülkenin bundan sonra kapitalist olsa da isminin sosyalist kalacağını söylemek istiyor.

SSCB'nin çöküş ve Çin'in serbest piyasa reformlarıyla kapitalizme geçiş sürecini dikkatli okuyan Küba bürokrasisi, kapitalizme dönüş sürecini zarar görmeden atlatmak ve bir Küba burjuvazisi yaratmak için en uygun yolun Çin'deki sürecin bir benzeri olduğunu biliyor. Sovyetler Birliği ekonomisi, kapitalizme dönüldüğü takdirde piyasada tekel olabilecek sermaye birikimine ve büyük iktisadi kuruluşlara sahipti. Bunun yanı sıra olağanüstü doğal kaynakları mevcuttu. Kısacası kapitalizme ani bir dönüş halinde kapitalist tekeller hemen var olabilecekti. Geriye kalan, bürokrasinin üst katmanının kendisini bir burjuva sınıfı olarak örgütleyebilmesiydi ki bu da oldu. Buna rağmen ekonomide önemli bir gerileme söz konusu olmuştu.

Küba'da ise bu düzeyde büyük bir ekonomi yok. Tersine, ülke büyük bir yoksulluk içinde ve kapitalizme geçişle birlikte bürokrasinin egemen kapitalist sınıf olarak var olmasını sağlayacak önemli bir sanayi altyapısı bulunmuyor.
Ayrıca kapitalizme ani bir dönüş, Küba'yı gözüne kestiren ulus-ötesi şirketler için de ciddi sorunlar yaratabilir. Küba'ya yapılacak sermaye yatırımların istihdam edeceğinden daha fazla bir emek gücü arzı, sosyal patlamalara neden olabileceği gibi plansız ve programsız bir geçiş sermaye için her alanda sorun olabilir.
İşte bu nedenlerle Küba Komünist Partisi ve onunla özdeş devlet bürokrasisi bu işi üstlenip Çin'de olduğu gibi kapitalizmin ilerlemesinin motoru olacak. Küba yönetimi, ardı ardına reformlarla bir plan çerçevesinde bu işi yürütecektir –ki bu işe başladı bile.

Yeni Reformlar
90'lı yıllarda bazı sektörlerde (en başta turizm) dışa açılmanın gerçekleşmesi ve sınırlı sayıda da olsa özel mülkiyete izin verilmesi kapitalist restorasyonun ilk adımlarıydı. Geçtiğimiz birkaç yıla kadar bu adımlar çok yavaş ilerlese de sermayenin Küba'daki yatırımları 1 milyar dolar civarında. Küba, gıda mallarının %80'ini ithal ederken, kendi ekilebilir alanlarının yarısı kullanım dışı durumda. Ülkenin gıda üretiminin %60'ı ise özel çiftlikler tarafından yapılıyor. Bu özel girişimler 250.000 çiftlik ve 1.100 kooperatiften oluşuyor. [1] Bu verilerin iki yıl öncesi gelişmelerle ortaya çıktığını da hesaba katarsak, yukarıdaki rakamların bu süreçte arttığını söylemememiz için bir sebep görünmüyor.

Fakat bütün bunlara rağmen ekonomik krizle birlikte bu yapılanların yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Küba'nın dünya ekonomik krizinden etkilenişi, onun ayrı bir dünya ve kapitalizmden soyutlanmış bir ekonomi olmadığını gösteriyordu. Zaten yukarıdaki veriler de bunu gösteriyor. Bu nedenle Küba ekonomisi, ekonomik krizden çok kolay etkilendi. Ülkeye dışarıdan para girişinde önemli rol oynayan turizm sektöründen gelen karlar kriz döneminde düşüşe geçti. Küba'nın ana ihracat maddesi nikelin fiyatı da oldukça düştü. Bunun doğrudan sonucu ise restorasyon sürecinin hız kazanması oldu. Geçtiğimiz dönem içerisinde elektronik malların Küba'ya kolaylıkla girişinin ve bu piyasada satışının yolunu açan reformlar bunun sadece bir örneğiydi.

Ülkede bir milyon insanın bir iş yapmadığı halde devletten maaş aldığını söyleyen devlet başkanı Raul Castro, buna bir son vereceğini uzun zamandır belirtmekteydi. Ayrıca gizli işsizliğin de çok yoğun olduğu ve bürokrasinin fazlasıyla şişmiş olduğu biliniyor. Küba yönetimi, değişime buradan başlamayı planlıyor. Küba İşçi Federasyonu, basına yaptığı açıklamada 500.000 kişinin işten çıkarılacağını belirtti. Böylece gelecekteki sermaye yatırımları için önemli bir ucuz işçi piyasası yaratılmış oluyor.

Ayrıca devlete bağlı pek çok esnafın çalıştığı yerin kendi mülkiyetlerine geçirilmesi ve devletten bağımsız olarak çalıştırılmaları da gündemde. Devlet ilk adımda bu küçük işletmelerden elini çekerken bu alanlara yapılan harcamalardan kurtulmayı hedefliyor; bu alanlarda çalışan insanların pek çoğunun devletin desteği olmadan var olamayacağını (Küba'daki insanların gelirleri oldukça düşük) ve proleterleşeceklerini görmek zor değil.

Restorasyon Bir Kişi Sorunu mu?

Fidel Castro'nun sağlık sorunları nedeniyle

devlet başkanlığından çekilmesi ve yerine kardeşi Raul Castro'nun geçmesiyle beraber hız kazanan reformlar nedeniyle bu sürece dair önemli yanılsamalar ortaya çıktı. Restorasyonun Fidel'in gidişiyle başladığı, Fidel'den sonra "sosyalizme ihanet"in ve kapitalistleşmenin ilerlediği iddia ediliyor; Fidel Castro'suz bir Küba'nın dayanamayacağı söyleniyor.

Bu tür yaklaşımlar Fidel Castro'yu bir aziz gibi göstermekle kalmıyor, yeni sürecin diyalektiğini anlamak yerine sorunun nedenlerini tek bir insanın varlığına ve yönetimine bağlıyor. Biz, bu sürecin ekonomik ve toplumsal nedenleri anlaşılmadan ona ilişkin doğru bir tutum alınamayacağı görüşündeyiz. Yukarıda sözü edilen aksi tutumlarınsa, tarihsel maddeci yöntemle dünyayı anlamaya çalışmaktan çok, idealist bir tarih anlayışından doğduğunu belirtmek gerek. Bu yaklaşıma sahip "sol" kesimlerin, Doğu Bloku'nun çöküşünü de partinin ve önderlerin ihanetiyle açıklamaya çalıştıklarını; yani gerçekte açıklayamadıklarını da unutmayalım.

Doğu Bloku'nun yıkılışı, Çin ve Vietnam'ın reformlarla kapitalizme yönelişi, Küba ve Kuzey Kore'nin toplumsal-ekonomik iflasın eşiğine gelmesinin altında yatan şey bu totaliter bürokratik diktatörlüklerin kapitalizm karşısında "kağıttan kaplan" oluşu ve dünya kapitalizmin 30-40 yıldan beri yaşadığı köklü değişimdir.

Kapitalizmde sermaye üretken bir nitelik taşıyıp kendisini sürekli genişletme güdüsüne sahiptir. Elde edilen artı değerin bir kısmıyla yeni üretim araçları ve olanakları yaratılarak sermaye kendisini büyütüyor. Bu artan üretimle birlikte kapitalizm yeni sektörler ve pazarlar yaratıyor. Gerek küçük üreticiler arasındaki sıradan kapitalist rekabet, gerekse tekellerin uluslararası düzeydeki rekabeti bu konuda itici rol oynuyor. Üretimde kullanılan yeni teknolojiler, işçilerin üzerindeki artı değer sömürüsünün artışı ve rekabet, meta fiyatlarının aşağı çekilme eğilimini doğuruyor.

Kapitalizmin bu dinamik yapısının karşısında statik bir yapı arz eden bürokratik ulusal "sosyalizmler" ise kendi içlerinde bu dinamiği taşımıyor. İşçilerden elde edilen artı ürün yeni üretim imkanları ve pazar yaratmak için kullanılmamakta olup bürokrasi tarafından emiliyor. Ortada kendisini yenileyecek ve yeni yatırımlar yapacak sermaye adında bir unsur yok. Bu rejimlerin pek çoğu ilk dönemlerinde ekonomiye yeterli gelmeyen üretim nedeniyle sanayileşme yaşansa da arz talep dengesi kısmen bile olsa sağlandığında yeni üretim imkanların yaratılması süreci duruyor. Kapitalizmde ise her şartta bu süreç devam ediyor ve piyasanın ihtiyaçları üretenler tarafından belirleniyor.

Doğu Bloku'nun zaman içinde kapitalizm karşısında geri kalmasının nedeninin bu olduğunu söyleyebiliriz. İkinci Dünya Savaşının ardından başlayan ulusal kalkınmacılık ve sosyal refah politikaları, 70'lerde sermayenin kabına sığmaması ve üretimde yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birlikte son buldu ve dünya kapitalizminin yapısında önemli değişikler meydana geldi. Küreselleşme adını verdiğimiz bu süreçle kapitalizm yeni bir döneme girerken "reel sosyalizm" krize girdi ve 90'ların başında kapitalizme döndü. Hala direnen veya direnmeye çalışan Küba ve Kuzey Kore gibi ülkeler ise kendilerini sefaletin içinde buldular. Bu iki ülke, asıl olarak uluslararası durumdan kaynaklanan özgün koşulları nedeniyle kapitalizme dönüşlerini günümüze kadar geciktirdiler. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz ekonomik kriz ve onun Küba üzerindeki etkileri zaten zor durumda olan Küba ekonomisi için başka çare bırakmadı. Kısacası restorasyon bir kişi sorunu değil, Küba ekonomisinin iflasının ve kapitalizm karşısında ezilmesinin bir sonucu olarak ele alınabilir. Fidel Castro "Küba modeli bizim için bile işlerliğini kaybetti" diyerek bunu itiraf ediyor.

Çözüm: İşçi İktidarı
Marksistler her ne kadar Küba'nın piyasa ekonomisine dönüşüne karşı çıksalar da oradaki bürokratik rejimi savunmazlar. Çünkü Küba'daki rejimin ne sosyalizmle ne de –yozlaşmış bile olsa- işçi iktidarıyla bir ilgisi yok. Ortada işçi sınıfının üretimde ve siyasal yaşamda egemen olmasını sağlayan sovyetler-konseyler-işçi meclisleri adına birşey yok. Ülke Komünist Parti'nin egemenliğindeki devlet tarafından yönetiliyor ve bürokrasi her şeye egemen. İşçi sınıfı sadece birkaç yılda bir seçimlerde oy vermekten başka bir şekilde yönetime katılamıyor. Bu seçimlerdeyse bütün adaylar Komünist Parti tarafından belirleniyor ve halka sadece onaylayıp onaylamadıkları soruluyor.

Küba'nın kapitalizme dönüşünü engelleyecek güç bürokrasi olamaz, çünkü bürokrasi dünya kapitalizmin işleyiş yasalarının kendisine dayattığı restorasyonu gerçekleştirmek zorunda. O, bir süredir Küba'da kapitalizmin gelişmesinin itici gücü olmayı planlıyor. Bürokrasinin piyasa ekonomisine karşı yapabileceği bir şey olsa bile bu sadece tekrar ulusal sınırlar içine kapanmak ve bütün ekonomik teknolojik gelişmelerden vazgeçip "kendi halinde" yaşamaya çalışmak olurdu ki bu devasa bir geri gidişten başka bir şey olamaz. Sadece bürokrasinin değil hiç kimsenin tarihi tersine çevirmeye gücü yetmiyor.

Tarihin de kanıtladığı gibi, Kuzey Kore ve Küba gibi totaliter bürokratik diktatörlükler üretici güçlerin gelişmesinin önünde birer engel haline gelmişlerdir ve aynı kapitalist restorasyonu gerçekleştiren diğerleri gibi, yıkılmaya mahkumdurlar. Can çekişmekte olan bu rejimleri tekrar diriltmeye çalışmak aynı kendi içe kapalı bir kapitalizm çerçevesinde "ulusal kalkınmacı" politikalar uygulamaya kalkışmak gibi, tarihin çarklarını tersine çevirme yolunda beyhude bir çabadır. Bu tür çabalar işçi sınıfının yoksulluğunu ve üzerindeki baskıları arttırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

Küba ve benzeri ulusalcı bürokratik-planlamacı ekonomilerin içine düştüğü durum doğrudan dünya kapitalizmi ile bağlantılı olup ulusal sınırlar içinde çözümlenemez. Küba'nın kapitalizme yönelişini engelleyecek tek güç işçi sınıfıdır ki bu, Kübalı işçilerin var olan düzeni yıkarak bir işçi devleti kurmasıyla gerçekleşebilir. Ancak küçük bir ada devleti olan Küba'da bir işçi devletinin kurulması ve yaşaması, başta ABD ve Latin Amerika olmak üzere, uluslararası işçi sınıfının ortak eyleminin ürünü olabilir.

Dipnot:

•Bu veriler http://www.wsws.org/tr/2008/mai2008/cuba-m01.shtml adresindeki makaleden alınmıştır.



Eren Atıcı

23 Eylül 2010

sss-sosyalizm.org'dan...

Hiç yorum yok: