23 Mayıs 2010 Pazar

No Pasaran!

Yunanistan'dan Bir Mektup

Son günlerde Yunanistan'da neler olup bittiğini anlatmak zor. Eğer olanların tam doğru bir analizine sahip olmak istersek bu yaşananların yaklaşık 50 yıllık politik kararların bir sonucu olduğunu kabul etmemiz gerekir..

Yunanistan yaklaşık 300 Milyar Euro'luk bir kamu borcuna sahip. Ekim 2009 seçimlerinden önce, şimdiki “sosyalist” hükümet ülkeyi krizlerden kurtaracak ve aşırı kısıtlamalar getirmeyecek bir planı olduğunu vaat etti. Elbette ki kapitalistlerin işçi sınıfına yüklenmeden krizleri atlatması mümkün değildir. Devlet, Yunanistan'da cumhuriyetin restore edildiği 1974 yılından bu yana uygulanan en işçi karşıtı tedbirleri aldı. İşçi ve emekli maaşlarını düşürürlerken, işsizlik önümüzdeki günlerde artacak. Hükümet IMF ve AB'nin maddi yardımına başvurdu. Onlarsa devletin tedbirlerini yetersiz buldular ve daha da sıkı tedbirleri önerdiler.

İşçi sınıfı, resmi diktatörlük zamanlarından bugüne gerçekleştirilen en kitlesel ve en radikal gösterilerle cevap verdi. Bu esnada devlet aynı ölçüde şiddetle ve ayrım yapmaksızın öğrenci ve yaşlıları hedef alan artan polis şiddetiyle bizi sindirmeye çalışıyor. Medyanın işbirliğiyle göstericileri suçlular ve işkenceciler olarak adlandırıyorlar ve onları küçük düşürüyorlar. Radikal kanatları, anarşistleri ve gerçek komünistleri provokatör olarak damgalamaya çalışıyorlar.

5-6 Mayıs günlerinde yaşanan polis şiddeti aşırıydı. Ülke çapında binlerce insan kazanılmış hakları üzerinde ısrar ederek protestolar gerçekleştirdi. Polis ortada bir sebep olmaksızın göstericilere saldırdı, dövdü, korkuttu ve tutukladı. Ardından herhangi bir vekilin izni olmaksızın Atina'da özgürlükçü bir yerleşkeye girdi ve tahliye etti. Ayrıca göçmenlerin sosyal alanına saldırdı, rastgele evlere girdi ve tutuklamadan şiddet uyguladı. Göstericiler parlamento binasını kuşatmaya çalıştı. 5 Mayıs olayları, o gün grev günü olmasına rağmen bankada çalışan üç insanın ölümüne neden oldu. Bizler mücadele ile ve hatta işçi sınıfının kanıyla kazanılmış özgürlüklerimizin ve haklarımızın hiçbir sınırlanmasını kabul etmemeliyiz. Sermayenin ve onun devletinin karşısında durmalıyız. Kendi asıl silahımızı kullanmalıyız: Dayanışma.

Haydi, dünya işçilerinin haykırmasına izin verelim: NO PASARAN! NOSOTROS PASAREMOS!

Nikos
Yunanistan'dan bir öğrenci arkadaşımız

NO PASARAN!

It's difficult to say what happened lately in Greece: first a lot happened, then what happened, if we want to have an accurate analysis is a result of over 50 years political decisions.
Greece has a public dept of over 300 billion euro. Before the elections of October's 2009 the present "socialistic" government promised that it had a plan that would lead the country out of the crisis and wouldn't take austerity measures. Of course it is not possible for the capitalists to weather their crisis without inflicting the working class. The government adopted the most anti-worker policy since 1974 when the republic was restored in Greece. Unemployment will increase in the next months while they decrease salaries and pensions. The government asked for the International Monetary Fund and EU support. They considered government's measures modest and proposed even harder.
The working class replies with the most massive and radical demonstrations since the official dictatorship. In the meanwhile the state tries to terrify us with the increasing police violence, that hits students and the elderly without separation and with the same brunt. In corporation with the media, they name the social fighters as criminals, imprisons, tortures and humiliates them. They try to mark radical wings, anarchists and real communists as provocateurs.
On 5th and 6th May the virulence of the police violence is significant. Thousands of people demonstrate all over the country insisting on their vested rights. Without real reason police attacks the demonstrators, beats, terrifies and arrests them. Police enters without any procurator's permission and evicts a libertarian squat in Athens, attacks a legal social space of immigrants, enters random civilian houses and beat them without arresting them. Demonstrators try to siege the parliament. The conflicts of 5th led to the death of three people, working in a bank although 5th May was a strike.
We should not accept any limitation of our freedoms and rights that were gained with the struggles, even with the blood of the working class. We must stand against the state and the capital. We must use our real weapon: solidarity. Let the world workers shout: NO PASARAN! NOSOTROS PASAREMOS! *

*They shall not pass! We will pass!
Nikos

10 Mayıs 2010 Pazartesi

15. Sayı

İçindekiler

1 Mayıs'ın Ardından

Anayasa Paketine İlişkin Kısa Bir Değerlendirme

Anayaso

Hastayım, Hastasın, Hastayız, Hastalar...

21. Yüzyılın Utanç Abideleri: Üniversiteler

Erol'a...

Herkese Değil İşçi Sınıfına Hürriyet

Başka Dilde Aşk

Emperyalizmin Gölgesi Altında Irak Seçimleri

Beyaz Bant / Ortak Şarkılar Koleksiyonu

Ahmet Türk'e Yapılan Saldırının Perde Arkasındakiler

Yine ve Bir Kez Daha Polis Terörü

Bir Şair: Cemal Süreya

Paydasız

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Son Durum

Umut İşçileri

Kıskanmak

Direnmek kalırdı...

Denizleri Anlamak ve Aşmak

Kapitalist Militarizmin Gölge Oyunu: Nükleer Güvenlik Zirvesi

Az Veren Candan

Tez Antitez Sentez

Kırgızistan'da Kitlesel Seferberlik ve Hükümet Darbesi

bize yazın: iktisatsiyaset@gmail.com

1 Mayıs'ın Ardından

2010 1 Mayıs'ı tüm dünyada kutlandı. Türkiye'de de birçok ilde gerçekleştirilen kutlamaların her zaman olduğu gibi en dikkat çekeni İstanbul 1 Mayısı'ydı. 200 bini aşkın işçi ve öğrencinin katılımıyla 1 Mayıs Taksim Meydanı'nda kutlanan işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününde kızıl bayrağımız ve Enternasyonal marşıyla yerimizi aldık.

Anayasa Paketine İlişkin Kısa Bir Son Durum Değerlendirmesi

Günlerdir tartışmalı bir şekilde süren Anayasa paketi oylaması 6 Mayıs 2010 gecesi tamamlandı. İktidar partisi tarafından hazırlanan paket, meclisten 336 kabul, 72 red oyuyla geçti. 336 kabul oyu ile yasalaşan Anayasa paketi bugün (7 Mayıs 2010) Cumhurbaşkan'ına sunulacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün paketi geri gönderme yetkisi var ancak resmi gazetede yayınlanması için gerekli onayı çıkaracağı bekleniyor. Gül'ün paketi onaylaması ya da geri göndermesi için 15 gün süresi bulunmakta.

Anayaso

Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov ?

Hastayım, Hastayız, Hastasın, Hastalar…

Siirt’te yaşananlar bir kere daha hatırlattı ki kapitalizm hasta eder, kapitalizm insanın doğasına aykırıdır, kapitalizm her şeyi metalaştırır, kapitalizm iman, töre gibi aldatmacalarla durdurulamayacak kadar hızlı bir seri katildir, kısacası gücü ve iktidarı böylesine kutsayan bu sistem ezen-ezilen ilişkisine her gün binlerce örnek duyurur ve gösterir bizlere.

Bu yüzden orada yaşananlar ne ilk ne de sonuncu, bunu hepimiz bilmekteyiz; ama benim öncelikli
...
Sen yoktun
Ben bir masala inandım
sonsuzluğuna
Ama sonunu da yazdım
Hüzünlü biten
Tüm renklerini koydum hayatın
Yeşilden sarıya yapraklarını
Usanmadan doğan güneşin parlaklığını
Sessiz kaldığım her an
Birden bastıran
Karanlığı da aldım yanıma
Ve inandım, dile gelmemiş her sözün
Bir yerlerde duyulduğuna
Bazen haykırdığına
Bazen sustuğuna
almora

21. Yüzyılın Utanç Abideleri: Üniversiteler

Yaşadığımız ülkede geleceğe yön verecek gençliğin eğitim ve öğretim alanında sözde en ileri durakları olan üniversiteler ortaçağ bağnazlığıyla cebelleşmektedir. Gençlik birer yarış atı olarak

Erol'a...

Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zağrep radyosunda Lili Marlen türküsü

Siperden sipere ateş tokuşturanlar
Karanlıkta dem tutan ishak kuşu ...

Biz insanlar yemin ettik imanımız var
Hürriyet için hürriyet aşkına

Savulacak dönem savulacak düşman
Dehrin cefasını çektik sefasını süreceğiz
...

Kısa ve tatlı
Hiç yaşanmamış gibi güzel,
Asla yaşamayacağım kadar
Uzak ve gizemli...
Yoklukta yarttığım
Geç bulduğumi
Ama değer vermediğim her şey
Geleceğimde bir yer araken kendine,
Ben hiç yaşamadığım duyguları yazıyorum
sessizce
Kısa ve tatlı
Hiç duyulmamış gibi yeni,
Asla duymayacağım kadar
Uzak ve gizemli...

almora

Herkese Değil İşçi Sınıfına Hürriyet

Bir reklam bir süredir televizyonları, reklam panolarını ve gazeteleri sürekli işgal ediyor ve her zaman yapıldığı gibi masum reklam herkesin zihinlerine kazınıyor: 'Herkese Daha Fazla Hürriyet!' reklamı. Doğan Holding'in sahip olduğu Hürriyet gazetesinin bu reklamında çeşitli sanatçılar rol alıyorlar, kendisini “sol”da ifade eden Zuhal Olcay'ı dahi herkese daha fazla hürriyet isterken görüyoruz. Türkiye'nin en büyük sermaye gruplarından birinin, en şovenist yayınıyla yaptığı bu reklamın amacı elbette özgürlükleri değil, gazete satışını arttırmak... Ama reklamın masum yüzünün arkasında ideolojik bir propaganda da yatıyor, işte bizim sorunumuz da onunla.

Başka Dilde Aşk

İlksen Başarır'ın yönetmenliğini yaptığı, Mert Fırat
ve Saadet Işıl Aksoy'un başrollerini paylaştığı Başka Dilde Aşk filmini İşçi Filmleri Festivali'nde izleme fırsatı buldum, aynı zamanda yönetmen ve Mert Fırat'la film sonunda gerçekleşen söyleşiyi dinleme fırsatını da. Filme de önemli bir şekilde yansıyan tevazu ve samimiyeti her iki sanatçının da taşıdığını söylemek gerekiyor.

İşitme engelli kütüphane işçisi Onur ile çağrı merkezinde çalışan Zeynep'in hayatları birbirleriyle tanışmalarıyla beraber değişiyor. Engelli olması yaşama sıkıca tutunması engellemeyen Onur kürek sporu ve kitapları; Zeynep ise çağrı merkezindeki ağır çalışma koşulları ve sorunlu aile ilişkisi arasında kalmış durumda iken tanışıyorlar. Film, engelli olma durumunu hiçbir şekilde dramatize etmeden, Mert Fırat'ın da dediği gibi Brecht'in epik tiyatro yöntemiyle bizlere veriyor. Birçok örnek üzerinden engelli ve engelsiz olma durumları sorgulanıyor ve gerçekte engellerin toplumsal koşullar tarafından yaratıldığı ve insanların bunun üzerinden kendilerini engelledikleri gerçeği ortaya konuyor. Filmin bu önemli ve hassas konuyu oldukça başarılı bir şekilde işleyişi, izleyiciye gerçekte engellinin kim olduğu sorusunu sorduruyor.
Bununla beraber Zeynep'in ailesi ekseninde aile sorgulanırken, çağrı merkezi işçilerinin içinde bulundukları durum ve bunu değiştirme mücadeleleri üzerinden sınıflı toplum ve işçi sınıfı gerçeğine parmak basılıyor. Birçok önemli konuyu sadeliğiyle ve dramatize etmeden sahnelemesi ve oyuncuların da başarılı performasıyla Başka Dilde Aşk izlenmeyi hakeden yerli filmler arasında ifade edilebilir kesinlikle.

Emperyalizmin Gölgesi Altında Irak Seçimleri

Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesi ve Irak savaşının sözde sona ermesinden sonra 15 Ekim 2005 yılında yazılan ve kabul edilen Irak Anayasası, 'medeniyetin öncüleri, yazının mucitleri ve rakamları bulanların beşiği' olan topraklarına atıfta bulunur. Anayasaları der ki, 'Irak milleti ilk kez kanunlar hazırladı'. Bugün seçim yasasını da belirleyen bu kanunlar, 7 Mart tarihinde yapılmış olan Irak milletvekili seçimlerinin muğlaklığını hala yaşıyor. Medeniyetin öncüleri, yazının ve rakamın mucitlerinin yaşadığı Irak toprakları bugün işgal ordularının katliamları ile birbiri ardına gelen intihar eylemlilikleri ve bombaların Irak'ın kalabalık şehir merkezlerine yerleştirilmesiyle neticelenen ölüm haberleriyle anılıyor.

Beyaz Bant

Michael Haneke'nin son filmi Beyaz Bant - Das


weisse Band geçtiğimiz yıl Cannes film festivalinde en iyi film ödülünü kazandı. Film Türkiye'de henüz bu ay gösterime girdi. I. Dünya Savaşı öncesi Kuzey Almanya'da bir köye götürüyor bizi Haneke. Büyük toprak sahibi, doktor, öğretmen, papaz ve köylü çocukları filmin ana karakterlerini oluşturuyor. Esrarengiz bir olayla başlayan film, yine gizemli olaylar etrafında şekilleniyor. Yönetmen, olaylar dizisiyle bizleri ataerkil toplumsal ilişkiler dizisinin içine sokuyor ve psikolojik bir toplum çözümlemesine girişiyor.

Dönemin koşullarını oldukça iyi yansıtan film, aile, cinsellik, okul, din ve diğer kurumlarıyla güçlü bir otoriter toplum eleştirisini ifade ediyor aslında. Çok küçük yaşlardan itibaren psikolojik ve cinsel olarak sakatlanan çocuklar, ailede devleti temsil eden baba, otoriter eğitim, mutlu aile görüntüsü arkasında gizlenmiş ensest, toprak sahibinin yanında çalışırken ölen anne işçi ve oğlunun intikam arayışı ile babanın toprak sahibinde sistemin cisimleştiğini ifade eden konuşmaları... Her yönüyle çarpıcı izler taşıyan bu toplumsal psikolojik film bize, I. Dünya Savaşı'nın öngününde Avrupa'nın en güçlü kapitalist ülkelerinden birinin toplumsal ilişkilerini gözleme fırsatı sunuyor.

Ortak Şarkılar Koleksiyonu

(bir enternasyonal ağıdı)

Yokuşu bir sonra ki güne çıkan ev,
anımsıyor musun beni?
Haber bültenlerini izlerken bir savaşın haberini almıştık.
Deliler telefonlara sarılmıştı;
gecenin üstünü örtüp
sessizlikle,
uyumuştuk.

Bugün yaşanan şu:
Kavgalarımızın su geçirmez zırhı,
dilsiz bir tarihin
meçhul şarkısına giydirilmiş.
Çalan şarkıyı hatırlıyor musun?

Hiçbir şeyimiz yok bu dünyada...
Ne sermayemiz
Ne evimiz
Ne de kedimiz.

Ortak şarkımızdan başka...

-marmara-

Ahmet Türk'e Yapılan Saldırının Perde Arkasındakiler

Geçtiğimiz günlerde, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı eski Genel Başkanı Ahmet Türk ve beraberindeki bir grup BDP'li parti üyesi ve milletvekili Samsun'a gitmişti. Geçen yılın Aralık ayında, Muş'un Bulanık ilçesinde, eski korucu olan (hatta JİTEM ile ilişkileri olduğu iddia edilen) iki kişinin DTP'nin kapatılmasını protesto eden kitleye kalaşnikof silahlarla ateş açması sonucu iki kişinin öldüğü ve ona yakın kişinin yaralandığı 'Bulanık Olayı' olarak da bilinen olayın yargılanmasının, “güvenlik gerekçesiyle” Samsun'a alınan ilk duruşmasını takip etmek için oradaydılar. Duruşma çıkışında Ahmet Türk bir basın açıklaması yaptı ve ardından aracına yöneldiği sırada “duygu”larına engel olamayan “duyarlı bir vatandaş” tarafından polisin gözü önünde faşist saldırıya uğradı.

Yine ve Bir Kez Daha Polis Terörü

Geçtiğimiz Nisan ayı içerisinde arka arkaya iki ilde polis yine terör saçtı. Kuşadası’nda bir gencin sivil polis tarafından sokak ortasında başından vurularak ağır şekilde yaralanması ve Ahmet Türk’e yapılan saldırı Hakkari'de protesto edilirken oradan geçmekte olan 14 yaşındaki bir lise öğrencisinin polisler tarafından yerde sürüklenerek yaralanması bir kez daha polis terörünün geldiği noktayı gösterdi bizlere. Hakkında yakalama kararı olan Umut Tamaç adındaki 27 yaşındaki genç, bir sivil polis tarafından yakalandı ve önce darp edildi ardından yere düşen genci polis sokak ortasında infaz etmeye çalıştı. Kurşun gencin sol gözünün üstünden girerek çenesinin altından çıktı ve genç çevre esnafının müdahalesiyle hastaneye ulaştırıldı. Ateş eden sivil polis, olaya tanık olan esnafa 155’i aramasını söyledi. Olayın ardından gelen diğer polislerin ise

Bir Şair: Cemal Süreya

Yıl 1931'di Cemalettin doğduğunda, yani Dersim Ayaklanması'ndan altı yıl önceydi. Bu insan sadece yedi yılını, hayatına damgasını vuran birkaç kelimeden biri olan “sürgün” sıfatından yoksun geçirdi, hayal meyal hatırladığı yedi yılını ait olduğu topraklarda, “burası benim” diyerek sadece yedi yılını geçirebildi. Bir doğum günü vardı onun da elbet, fakat bilmiyordu. 10 Ağustos'ta da kutladı, 4 Mart'ta da, sırf sevdikleriyle yan yana kutlansın diye.

Paydasız

öylesine gökyüzünü seyretmek nedir bilir misin
bir haber beklerken sevdiğinden
yağmur damlaları dehşetli etkilerken seni
öylesine gökyüzünü seyretmek
genişletilse de birleşmeyen paydalar gibidir
bilir misin

senaryolar kendiliğinden yazılırken kafana
sen gider en karamsarını seçersin
korktuğun afetin nereden geleceğini
hatta ne olduğunu bilmeden
hep bir umut arar gözlerin
olmadık okyanuslara açılır
geri dönmesiz olduğunu bile bile

bir kocaman telefon zili duymaktır
dua diye mırıldandığın dudaklarında
saatlerdir beklediğin sabaha inat
ellerini ısıtmayı denersin
milim milim süzersin apartmanları
öylesine gökyüzünü seyredersin
bilir misin
-ihka..

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Son Durum

Her 24 Nisan'da olduğu gibi bu yıl da bütün burjuva basını ve politikacıları ABD Başkanının ağzına heyecanla baktı, acaba soykırım sözcüğünü mü kullanacaktı, yoksa büyük felaket mi diyecekti. Türkiye'nin bütün politikasının sadece bir sözcüğe indirgenmesi Türkiye'nin bu konuda ne kadar köşeye sıkıştığını ve ne kadar aciz durumda olduğunu gösteriyor.

Soykırım tartışmalarında

Umut İşçileri

Umut bir uçan balon misali ellerinde
İpini kaçırsalar kayıp gidecek sanırlardı
Bu yüzden ne sevgili eli, ne bir içki kadehi
En çok ipleri kavradı elleri sıkı sıkı
En çok ipleri
Kesti de ellerini ipler, hissetmediler acısını
Çocuksu bir sevinçle taşıdılar umudu
Tüm sokaklar umuda çıkar oldu
Kalktı tüm tabelalar caddelerden
Şimdi hepsinin tek bir adı vardı
Umut sokak, umut caddesi, umut şehri...
En çok haritalar yalancıydı

Kıskanmak

Zeki Demirkubuz’un son filmi 'Kıskanmak',

Nahit Sıtkı Örik’in aynı adlı romanından uyarlanan bir senaryo. Hikâye 1930'larda Zonguldak‘ta geçiyor. Afişte ve fragmanda, sanırım bilerek yapılan, kıskançlık duygusunun iki kadın arasında olduğuyla ilgili yanılgı, filmde bambaşka bir şeyle sonuçlanıyor. Zeki Demirkubuz’un diğer filmlerinde de var olan insanı anlama isteği, sıradan insanların da kötülük yapabileceğine vurgu bu filmde de var. Masumiyetten, 3. Sayfa'ya, Yazgıdan, İtiraf'a uzanan filmler silsilesinin her birinin içinde yalnızlık, nihilizm ve suçluluk duygularıyla tatlandırılmış, yenik insan tiplemelerine bir örnek de Seniha. Özgün bir senaryoyla uyarlanan filmde kitap ne kadar anlatılmış tartışmasına girmek yersiz, çünkü Demirkubuz’un film hakkında söylediklerinden derdinin o olmadığını anlıyoruz. Film de Seniha karakterini oynayan Nergis Öztürk Antalya Film Festivali'nde da en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Film oyunculuk konusunda oldukça başarılı, ben her üç oyuncuyu izlemekten de büyük keyif aldım. Ama filme ait genel eleştiriye katılmadan edemiyorum. Demirkubuz’un 3. Sayfa Masumiyet, Yazgı, Kader, C Blok filmlerinden aldığım tadı alamadım belki ama bu Zeki Demirkubuz filmlerinin beklentiyi yükseltmesiyle ilgili olabilir, yine de mutlaka izlenmesi gereken bir film.

Direnmek kalırdı Kürde çünkü yaşamın bir başka adı direnmekti*

Terry Eagleton’ın yazmış olduğu Azizler ve Alimler isimli romanda İrlandalı Marksist devrimci James Connolly ile Mihail Bahtin arasında şöyle bir diyalog geçer; Bahtin: Neden ulusal kimliğe bu kadar önem veriyorsunuz anlamakta göçlük çekiyorum. Peki bu milliyetiniz neden önemli ya da bir kimlik edinmek? Connolly: Sorun ulusal kimliğimizi ortaya koymak değil, bir kimliğin keşfedilmesi sorunu. Öncelikle ne olabileceğinizi bilmek için özgür olmaya ihtiyacınız var, şu anda kim olduğumuzu söylemek bizim için imkansız. Connolly’nin Bahtin'e verdiği cevap dünya halkları arasında geniş bir coğrafyada ezilmeye devam eden başta Kürt halkı için ve diğer ezilen, kimlikleri bastırılmaya çalışılan halklar için önemlidir. Halkların kardeşliğine inancı olan her bireyin dikkate alması gereken bir tahlildir.

Denizler'i Anlamak ve Aşmak

Bu yazı benim de dahil olduğum Türkiyeli gençliğin, özellikle de toplumsal sorunlara duyarlı, bir şekilde solla ilişkilenmiş olan gençliğin, siyasi-toplumsal hayata ilk gözlerini açtığında karşılaştığı ve haklı olarak büyük ölçüde etkilendiği Denizler'i, yani Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'yı ve elbette onların yol arkadaşlarını anlamak üzere kaleme alındı. Burada amacım, yalnızca benim ve benim gibi binlerce insanın başından az çok benzer şekilde geçenleri anlatıp Denizler'i anlamaya çalışmak olmayacak, asıl yapılması gerekenin onları anlamak ve aşmak olduğu düşüncesini ifade etmeye çalışmak olacak.

Kapitalist Militarizmin Gölge Oyunu: Nükleer Güvenlik Zirvesi

Geçtiğimiz Nisan ayında ABD’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Nükleer Güvenlik Zirvesi, öncesi ve sonrası ile dünya gündeminin en önemli maddelerinden birini oluşturdu. ABD Başkanı Obama’nın çağrısı ile Washington’da bir araya gelen 47 ülkenin devlet başkanları ve üst düzey temsilcileri, iki gün boyunca nükleer silahlanma konusundaki “hassasiyetlerini” dile getirdiler. Burjuva siyasetinin ve emperyalist kapitalizmin ikiyüzlülüğünün pervasızca sergilendiği iki gün süresince, burjuvazinin ulusal, bölgesel ve küresel çıkar hesapları birbiri ile çatıştı; bir orta yol bulma çabası, niyetler ve somut durum arasındaki farkın yarattığı çelişkilere takıldı. Zirvenin ana gündem maddesi bilindiği üzere İran’a uygulanması düşünülen yaptırımlardı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunulacak kararların tartışıldığı ve ABD’nin arzuladığı sonucu alamadığı zirve sonrasında ortaya çıkan tablo, kapitalist militarizmin ulaştığı ürkütücü boyutu ve Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Latin Amerika gibi hassas dengelere sahip bölgelerin olası bir savaş halinde dünyayı nasıl bir bütün olarak felakete sürükleyecek dinamikleri taşıdığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Az Veren Candan...

90’ların demirbaş tartışma konusu kayıtdışı ekonomi, tüm canlılığıyla yeniden sahnede. Kötü şöhretli efsanemiz geri döndü. Ya da aslında hep olduğu yerde olanca yasadışılığı ile duruyordu da, biz memleket gündeminin tozu dumanı arasında göremiyorduk. Ülke olarak gelişme yolunda bazen adım adım bazen koşaraktan (!) ilerlerken, ekonomimize taktığı çelmelerden hatırlarsınız onu. Periyodik olarak hazırlanan raporlarla kayıtdışı ekonominin önlenemez yükselişine tanık olduk son otuz yıldır.

Tez Antitez Sentez

''Sen'' ve ''ben''im oluşturduğumuz bir paradoks içinde, depremler oluyor yine içimde bir yerlerde. Yine bir şeyler yazma isteği uyandırıyor kalemim bu garip sentezle...
Tez anitez sentez; sen ben hiç olmayan biz... Ne kadar da örtüşüyorduk bu diyalektik aşamalarla. Ama yanlışlarımızla hiçbir zaman doğruyu da bulamadık yüzyıllardır. Aslında biz hiçbir çelişkiden doğmadık iyi biliyorsun. Varlığımız yalnızca zıtlığın doruğuydu yine yüzyıllardır...

Kırgızistan’da Kitlesel Seferberlik ve Hükümet Darbesi

Kırgızistan’daki muhalefet, birkaç günlük kitlesel gösterilerin ardından, 8 Nisan günü devlet başkanı Bakiyev’i devirdi. Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki bütün diğer benzerleri gibi gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış olan Bakiyev başkentten kaçarken, Başbakan Daniyar Üsenov hükümeti istifa etti; muhalefet de eski dışişleri bakanlarından ve Sosyal Demokrat Partili milletvekili Roza Otunbayeva’nın başkanlığında dört bakandan oluşan bir geçici hükümet kurdu.