10 Mayıs 2010 Pazartesi

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Son Durum

Her 24 Nisan'da olduğu gibi bu yıl da bütün burjuva basını ve politikacıları ABD Başkanının ağzına heyecanla baktı, acaba soykırım sözcüğünü mü kullanacaktı, yoksa büyük felaket mi diyecekti. Türkiye'nin bütün politikasının sadece bir sözcüğe indirgenmesi Türkiye'nin bu konuda ne kadar köşeye sıkıştığını ve ne kadar aciz durumda olduğunu gösteriyor.

Soykırım tartışmalarında


aksini bir türlü iddia edemeyen, kendi tezlerini kanıtlayamayan Türkiye, soykırımın gerçekliğini siyasi çıkarları doğrultusunda kabul etmeye yeltenen ülkeleri “ilişkilerimiz bozulur, Türkiye'yi kaybedersiniz” gibi argümanlarla durdurma yoluna gidiyor. Bazı ülkelerde başarıya ulaşamayan taktik, Türkiye'nin konumu ve ABD için önem arz etmesi nedeniyle kısmen de olsa işe yarıyor. Fakat Türkiye'nin bunu nereye kadar devam ettirebileceği meçhul.
Obama, kendisinden önceki başkanlar gibi “soykırım” sözcüğü yerine “büyük felaket” sözcüğünü kullandı ve Türk burjuvası “bu yıl da yırttık” diyerek rahat bir nefes aldı. Milyonlarca insanı kör ve sağır etmeyi amaçlayan ve onlarla alay eden bir durum bu. 95 yıl önce yaklaşık bir milyon civarında Ermeniyi yok eden katliamların bütününü her iki sözcük de karşılayabiliyorken, egemen sınıf büyük felaketin soykırımdan büyük olmadığını anlatmaya çalışıyor. Sanki Ermenilerin başına büyük bir felaketin gelmesinde sorun yokmuş gibi, sanki soykırım büyük bir felaket değilmiş gibi.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da yaşanan 24 Nisan gerilimi, geçtiğimiz aylardaki “ilişkilerin normalleştirilmesi” adı verilen sürecin ardından hiçbir şeyin değişmediğini gözler önüne seriyor. Daha önceki sayılarımızda, bu konudaki yazılarımızda belirttiğimiz gibi Hazar petrolünü ve doğalgazını en güvenilir yol olarak Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye üzerinden taşınmasını hedefleyen ABD ve AB'nin hedefleri doğrultusunda Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ikilisinin barıştırılması amacıyla Ermenistan ve Türkiye masaya oturdu. Ekonomik dar boğazdaki Ermenistan ve yayılmacı amaçlarıyla Türkiye de bu masaya isteyerek oturdular.
İşçi sınıfının hiçbir kazanç elde edemeyeceği, hatta artı değer sömürünün artmasına katkıda bulunacak bu protokollerin içinde aynı zamanda geçmişin hesabının verilmesiyle ilgili bir madde bulunmuyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Mecliste yaptığı konuşmada “bu protokoller Erzurum'u Hazar Denizi'ne bağlayacak” diyerek protokollerin gerçek amacını işaret ediyordu.
Fakat gerek Kafkasya'da tansiyonun (Rusya-Gürcistan gerilimi) şimdilik kısmen düşmesi, gerek protokollerin içinin boş olması ve uygulanamazlığı, gerekse de her iki ülkedeki muhalefetin ve Azerbaycan'ın şiddetli direnişi bu süreci engelledi. Her iki ülkede de iktidar partileri, kendi var oluş amaçlarından ve hizmet ettikleri sınıfın çıkarlarından doğal olarak kopmadılar. Böylece gerçek yüzlerini ortaya çıkardılar ve milliyetçi çizginin dışında kalmadılar/kalamadılar.
Protokoller imzalandıktan sonra ne Ermenistan'da ne de Türkiye'de meclislerde protokoller onaylanmadı. İktidar partileri milliyetçiliği körüklemeye başladılar. Recep Tayyip Erdoğan, “gerekirse yüz bin Ermeniyi geri yollarız” diyerek kendisinin ve partisinin gerçek yüzünü ve konuya bakışını gösterdi ve protokoller fiilen gündemden kalktı. Elbette bu süreç tamamen kesintiye uğramadı. Gelecek aylarda gelişmelerin yaşanması çok zor da olsa muhtemel.
Yine de Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin “normalleşmesi,” sınırların açılması ve Ermenistan'ın Azerbaycan ile barışması, kapitalist düzende burjuva anlaşmalar olarak kalıp, sorunu temelinden çözmüyor. Temelinden çözülmeyen bu sorun yarın ilk fırsatta kendini gösterecektir. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Bugüne kadar yaşananların hesabı hala verilmiş değil ve egemen sınıfın bu hesabı vermek gibi bir niyeti tabii ki de yok.
Bir de şu gerçek var: Bu anlaşma Türk ve Ermeni işçilerin yaşam standartlarını yükseltmediği gibi Türkiye'deki Ermeni işçisini de kendi sömürü çarkına dahil ederek zenginliğini arttırmaya çalışıyor. Ermeni işçi sınıfının aldığı her darbe doğal olarak Türk işçi sınıfını da vuracak, onun da sömürüsü genişleyecek. Aynı zamanda “açılımlar”ın bölgedeki egemen sınıflar arası gerilimi şiddetlendiren yeni savaş tohumları taşıdığı gerçeği unutulmamalı.
Bölgedeki bütün işçilerin ortak bir mücadele hattı geliştirmediği ve egemen sınıftan geçmişin hesabı sorulmadığı, işçilerin kapitalizme karşı birlikte mücadele etmediği şartlar altında, burjuva devletlerin amaçlarını gerçekleştirmede önünün açık olduğunu ve kalıcı bir barışın asla gelmeyeceğini hatırlatalım.

Serdar ö.

Hiç yorum yok: