10 Mayıs 2010 Pazartesi

21. Yüzyılın Utanç Abideleri: Üniversiteler

Yaşadığımız ülkede geleceğe yön verecek gençliğin eğitim ve öğretim alanında sözde en ileri durakları olan üniversiteler ortaçağ bağnazlığıyla cebelleşmektedir. Gençlik birer yarış atı olarak


hazırlandığı yüksek öğretim koşusunun finalinde üniversite adı verilen gericilik ve safsata merkezlerinde beyin tökezlemesi ile yıllarını geçiriyor. Bir tarafta mevcut düzen ve onun getirileri ile maddi anlamda müreffeh bir hayat kurma felsefesine malik olan bireyler; diğer tarafta ise, görüşlerini ve ideolojilerini empoze kaygısı taşıyan akademisyenler; ve bu mentalitelerin yarattığı üniversiteler: iş ve işçi bulma kurumları... Hal böyle olunca, bilimsel kaygının iflas ettiği üniversitelerde akıl dışı durumlar, inanılması ve tahammül edilmesi imkansız gidişatlar peydah oluyor.

Bugün Türkiye'de Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi'ne asgari bir puanla yerleşip bir dönem okuyan öğrenciler Kafkas Üniversitesi'ne devşirilerek tezli yüksek lisanslarla akademisyen oluyor. Aynı üniversiteden mezun; yüzlerce kitaptan oluşan külliyatı okuyup; şiirler, öyküler yazıp kendisini çok iyi geliştiren arkadaşım işsiz geziniyor. Bu trajik durum, sadece bu iki üniversitede değil, ülkenin birçok üniversitesinde mevcut. Bu insanlar, kaybettikleri “ahlak”larının rahatlığıyla yardakçılığı, yaltakçılığı nirvanada yaşayarak mevkilere geliyor; aynı yöntemlerle kendi adamlarını getirtiyor. Yine aynı insanlar, örümcekleşmiş beyinleri ile kürsülerden ilim (!) dağıtıyor.


Üniversiteler kışlaya dönmüş. Her kampüste Özel Güvenlik Birimlerinden geçilmiyor. Ne yazık ki bu sözde bilim yuvalarında sürüleri bekleyen çobanlar gibi, her dem başınızda ÖGB'den biri bulunur. Ve bunların çok ilginç görevleri vardır: kampüste nerede, nasıl oturulması gerektiğini, binalara giriş-çıkış kapılarını, vs. belirlerler. Bu saçma sapan işlerin onlara verilmesi gereksiz maaş ödeme durumunun üstünü örtmek için olsa gerek! Fakat biz biliyoruz ki, üniversite yönetimlerinin kampüslere ÖGB yığınağı yapmasının asıl sebebi, öğrenciler üzerinde bir korku ve baskı mekanizması oluşturarak olası öğrenci muhalefetini engellemektir.

Son dönemde hemen hemen bütün üniversitelerde görülen teknolojik gelişmeler ise kayda değer nitelikte! Hemen her yere (tuvaletler hariç!) konulan kameralarla öğrenciler tüm gün gözlenir olmuş. Bu teknolojik kurulumla öğrenciler 'biri bizi gözetliyor üniversiteleri'nde en yasal haklarını dile getirirken bile fişleniyorlar ve cezalandırılıyorlar.


Utanç verici durumlara birçok örnek vermek mümkün. Celal Bayar Üniversitesi'nde YÖK karşıtı eylemde öğrencilere üniversite yönetimi tarafından anti-demokratik uygulamalarla soruşturma açılıyor; yol ücretlerinin fahişliği sebebiyle duyarlı öğrencilerin yaptığı çalışmalar faşist saldırılara uğruyor. Atatürk

Üniversitesi'nde yöresel, kültürel kıyafeti puşi taktı diye bir öğrenci linç girişimine maruz kalıyor, ki aynı üniversitede faşist ve gerici yapılanmaların üniversite yönetimi destekli saldırı ve baskılarının haddi hesabı yok. Kantinlerde sivil polisler öğrenci mimliyor; devlet yurtlarında odalar basılıp sol görüşlü öğrenciler dövülüyor. Utanç verici... İki yıl önce Akdeniz Üniversitesi'nde faşist öğrencilerle kol kola verip etrafa mermiler yağdıran magandanın çıkıp: “Bugün olsa yine yaparım” diye laçka bir açıklama yaptığı ve kayda değer ceza almadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunlara benzer baskı ve saldırıların sadece son bir ay içersinde onlarcasının gerçekleştiğini belirterek geçelim.

Günümüz üniversitelerinde sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerse pek dişe dokunur cinsten değil. Bu faaliyetleri hiçe sayan üniversite yönetimleri kapitalist şirketlere pazar açma konusunda ise üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getiriyor. Amfiler, salonlar bu şirketlerin reklamlarını rahatlıkla sergilemesi için tahsis ediliyor ve öğrenciler kapitalizmin azgınca tüketim şuuruna sevk ediliyor.

İşte bu bilime, edebiyata, sanata kapalı mağaralarda kemikleşen gerici, baskıcı ve çağ dışı sistemle birey olma bilincini kaybeden; ahlak ve erdemden yoksun, hiçbir düşünsel ve eylemsel faaliyette bulunmayıp var olan bütün aksaklıkları sindiren gençler, yarın bu ülkeye yön verecek siyasetçiler, yazarlar, aydınlar, doktorlar, öğretmenler vs. olacak. En üst düzeydeki eğitim-öğretim kurumlarından, “kazanacaklarını zanneden zavallılar” olarak ayrılacak çok kimse. Anne babalarının: “Oğlum, kızım hiçbir olaya karışma; kafanı eğip okuluna git, gel. İşini yürüt.” sözlerini düşünce yapılarının temeline oturtan sürüler! Acınası bir durum değil mi?

Nec-ATİ

Hiç yorum yok: