10 Mayıs 2010 Pazartesi

Az Veren Candan...

90’ların demirbaş tartışma konusu kayıtdışı ekonomi, tüm canlılığıyla yeniden sahnede. Kötü şöhretli efsanemiz geri döndü. Ya da aslında hep olduğu yerde olanca yasadışılığı ile duruyordu da, biz memleket gündeminin tozu dumanı arasında göremiyorduk. Ülke olarak gelişme yolunda bazen adım adım bazen koşaraktan (!) ilerlerken, ekonomimize taktığı çelmelerden hatırlarsınız onu. Periyodik olarak hazırlanan raporlarla kayıtdışı ekonominin önlenemez yükselişine tanık olduk son otuz yıldır.
Sistemin kangren olduğu yerlerde, kendi kendini besleyen kısır bir döngü halini aldı yeraltı ekonomisi.

Bu döngüyü besleyen unsurlardan biri suça ilişkin
olanlar. Coğrafi konum dolayısıyla her türlü kaçakçılık için dünyanın oldukça cazip bir yerinde duruyoruz. Çoğunluğu Afgan menşeili olmak üzere İran’dan Pakistan’a ve hatta Uzak Doğu’dan Balkanlar ve Avrupa’ya uzanan uyuşturucu ticaretinde “aktarma noktası” olmayı sürdürüyoruz. Yetkililer 2005 yılından itibaren ülkede sentetik uyuşturucu ele geçirimlerinde artış olduğunu ifade ediyor. Ben diyeyim 50 siz deyin 60 ton, Emniyet kayıtlarına göreyse, Türkiye’de 2007 yılında gerçekleştirilen 1100 uyuşturucu operasyonunda 13.2 ton eroin ele geçirilirken, 2008 yılında yapılan 1407 operasyonda 15 ton eroin ele geçirildi. 2009 yılının ilk 6 ayında ise 8.5 ton eroin ele geçirildi. Türkiye’nin uluslararası işbirliği olmaksızın uyuşturucu kaçakçılığının önüne geçebilmesi mümkün değil. Aynı zamanda terörün önemli finansman araçlarından olan uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, pek çok ülkenin sorumluluğunda olmalı! Bu yazdığıma ben inanıyor muyum? Tabii ki hayır! Her şeyde olduğu gibi, bunda da rant sağlayan bir

kesim varoldukça bu işin köklü çözümü anneannemin dediği gibi “kırmızı kar yağınca”. Kayıt dışı ekonominin suça ilişkin olan bir diğer kanadı da yolsuzluk ve rüşvet. İnsanlık tarihi kadar eski midir bilmem ama Anadolu’da ilk rüşvet Asurlular tarafından dört bin yıl önce verilmiş. Varın siz tahmin edin daha kaç bin yıl bu gerçekle yaşayacağımızı. Bir Türk büyüğünün dediği gibi “benim memurum işini bilir”.
Yeraltı ekonomisinin diğer ana başlığıda “vergilendirme politikası” var. Türk Vergi Sistemi piyasa ekonomisi ile barışamadı bir türlü. Türk vergi sisteminin adaletsizliği dolaylı vergilere dayalı olmasından kaynaklı. Katma değer hususunda Maliye Bakanlığı’nın ardından kovalayan atlı mı var bilinmez! Dolayısıyla vergilendirmedeki adaletsiz yapılanma mükellefleri kayıtdışı ekonomiye yöneltiyor. Bu noktada da Laffer’in dediği oluyor ve belli noktadan sonra vergi oranları vergi gelirlerinde düşüşe neden oluyor. Vergi gelirlerindeki yetersizlikler kamu harcamalarının finansmanında borçlanma ve para basımı yollarına gitmeyi zorlamakta bu da enflasyonist açığı sürekli genişletmektedir; bu cümlenin Türkçesi halk arasında, vatandaşa giren şemsiye açılmaz şeklinde yorumlanabilir. Özellikle borçlanma yoluyla özel sektörün üretken yatırımlarına gidebilecek fonlarını kamu kesimine aktarmak ve bunları özel sektörden daha verimsiz kullanmak, büyüme hızlarını sürekli düşürmekte ve ekonomik istikrarsızlıklara yol açmaktadır. Bu cümlede şuna delalettir ki kanımca, devletin malı deniz yemeyeni yeriz. Çeşitli nedenlerle getirilen vergi afları gibi istisna ve muafiyet uygulamaları da rekabet eşitsizliğine, mükellefin nasılsa af var diyerek kaseyi iyice yayıp, kayıtdışında kalmasına bir nevi teşvik ediyor.
İşsizlik de kayıtdışı ekonomiyi besleyen önemli damarlardan biri. Yönetimler seneler senesi bölgesel kalkınmada yetersiz kaldı. Bu durumda iç göçü içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Hızlı nüfus artışı, göç gibi demografik faktörlerin de katılımıyla sosyal ve ekonomik adaletsizliğin yarattığı kayıtsız ekonomi gittikçe büyüdü, yönetimlerin kayıtsızlıklarıyla! Kaçak işçi çalıştırma, işyeri hekimi bulundurmama gibi mevzuatlara aykırı durumlarda mükellefi ağır vergi yükünden kurtarmakta. Netekim ülkemizde vergi oranlarının yüksek olmasının yanı sıra sosyal güvenlik kesintileri de yüksek. Maliyetinin ucuzluğu dolayısıyla çalıştırılan kaçak işçilerin çoğunun yabancı olması da, yerli işgücü piyasasının rekabet ve pazarlık gücünü azaltması da cabası. Altbaşlıklar gittikçe uzuyor öyle değil mi? Daha bitmedi! Sen, evinde el işi yapıp konu komşu derken ufak bir sanayileşme yolunda ilerleyen Ayşe Teyze, evet sen de bir kayıt dışı ekonomi elemanısın! Sistemdeki tüm arazlar çözüldü de Ayşe Teyze’ye mi sıra geldi demeyin. Zira hane halkı üretimi vergilendirilemeyen gelir kategorisinde üst sıralarda.
Kimilerince bir tür kalkınma modeli, kimilerine göreyse yoksulluk için geçiçi bir çözüm. Denetimdeki boşluklar ve yasalar tarafından öngörülen yaptırımlarınların caydırıcı olamaması ve yukarıda saydığımız birçok faktörün toplamı bizi aynı sonuca götürüyor. Kayıtdışı ekonomi hacminin kesin olarak tespiti pek olası olmasa da, ulaşılabilen en sağlıklı bilgiler dahilinde yaklaşık tahminlerde bulunabilmek mümkün. Sözcükler sussun istatistikler konuşsun diyelim.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, kayıt dışı ekonomiyle mücadele konusunda kararlı görünüyor (!). Eh iş Don Kişot’lukla da bitmiyor! Zira kayıtdışını kayıt altına alabilmek için önce cümleten köklü sosyoekonomik değişikliklere ihtiyacımız var. Tek başına vergi indirimi bu kara deliği yok etmeye yetmez. Unutulan toprakları hatırlamanın, sessiz çığlıkları duymanın vakti gelmiştir belki de. Toplumsal tabakalardaki derin çatlaklar ve travmalar sürdükçe ekonominin bir kolu yeraltında kalmaya devam edecektir.
Gamze Gören

Hiç yorum yok: