10 Mayıs 2010 Pazartesi

Hastayım, Hastayız, Hastasın, Hastalar…

Siirt’te yaşananlar bir kere daha hatırlattı ki kapitalizm hasta eder, kapitalizm insanın doğasına aykırıdır, kapitalizm her şeyi metalaştırır, kapitalizm iman, töre gibi aldatmacalarla durdurulamayacak kadar hızlı bir seri katildir, kısacası gücü ve iktidarı böylesine kutsayan bu sistem ezen-ezilen ilişkisine her gün binlerce örnek duyurur ve gösterir bizlere.

Bu yüzden orada yaşananlar ne ilk ne de sonuncu, bunu hepimiz bilmekteyiz; ama benim öncelikli


söylemek istediğim bu değil, yaşananların gazetelere ve özellikle televizyonlara yansıyış şekli. Bir kanal “dehşet verici olay’’ diye niteleyerek ısrarla telaffuz edilmesini istemezken, bir diğeri de “Siirt’te yine bir tecavüz” diye duyurarak sanki bunu Siirt’in özel sorunuymuş gibi göstermeye çalıştı. İki olay da insanın kanını donduruyor, bu bir gerçek fakat ikisi de ne ilk ne de o bölgeye özel. Tabi her iki kanal da gerçek katili gizlemek için, kullanılan en iyi silah olan korkuyu körüklüyor. Bir de burjuva medyasının suçluyu bulma (gizleme) telaşı, özellikle öznesi çocuk olan olaylarda düğümleniyor. Suçu yaratan çocuklar mı, yetkililer mi yoksa burjuva sınıflı toplum mu? Ancak medyanın görevi bu olayların her gün ve her an neden yeniden yaşandığını açıklamak değil. Diğer konularda olduğu gibi burada da haber tamamen olayın idealist kavranışı üzerinden şekilleniyor ve bu olayda sadece kimlerin adı geçiyor, kim görevini kötüye kullanmış ya da kim sorumsuz davranmış gibi sorular soruluyor. Oysa bu olaylar bir bütünün çözülüşüdür. Bu yüzden biz burjuva medyasının asli görevini yine onlara bırakıp kendi üzerimize düşeni yapıyor ve her gün bir yerlerde yaşanan benzer olayların altında yatan öznel değil nesnel nedenleri sorguluyoruz.
Peki, nedir olan?
Gerçekte yaşananlar nedir? İlki şehrin yöneticilerinin adının geçtiği büyük bir kalabalığın ilköğretim öğrencisi 7 çocuğa uyguladıkları cinsel istismar, diğeri de yaşları 10 ile 14 arasında değişen 8 çocuğun biri iki diğeri üç yaşında olmak üzere iki çocuğa tecavüzü ve çocuklardan birini öldürmeleriyle sonuçlanan olay. Dünyanın her yerinde çocuk pornosunun var oluşu ve özellikle son yıllarda ne kadar çok izleniyor olduğuyla ilgili yapılan araştırmalar bu olayların ilk olmadığına en iyi kanıttır. Bu olaylar ilk değil peki ama neden şimdi de çoğunlukla çocuklar diye sorabilir birimiz, bunun çok açık bir cevabı var. Çoğunlukla çocuklar değil güçsüz olanın güçlüye yenilişi, fakat kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüzün artık merak uyandırmıyor oluşu, yeni bir meta arayışına itiyor, işte tam bu noktada yine güçsüz ve korunmasız olan çocuk çıkıyor karşımıza. Artık çocuk tacizleri ve tecavüzleri sıkça haber oluyor bir yandan lanetleniyormuş gibi görünse de bu haberlerle yeni bir fetiş yaratılıyor.


Bir diğer çarpıtmaya da kesinlikle taviz verilmemesi gerekiyor. Bu da, yaşananların eğitimsizlikten, geri kalmışlıktan doğduğu çarpıtması. Fakat eldeki veriler, dünyanın en “uygar”, gelişmiş kapitalist ülkelerinde de, Türkiye'nin batısında da durumun temelde farklı olmadığını gözler önüne seriyor. Aynı, kadına yönelik şiddette olduğu gibi, eğitim, ulus, din vs.

gibi üst yapısal etkenler, asıl belirleyici olan burjuva toplumsal ilişkiler ağı içerisinde eriyor, niteliksel değil niceliksel bir fark doğuruyor. Gerçeklere gözlerini kapatma derdinde olunmadığında (ki burjuva medyasının görevi budur) sorunun temelinde ataerkil sınıflı toplum yapısının olduğu ortaya çıkıyor.

Dünyada durum
Çocuğa yönelik cinsel istismar ve tecavüz oranıyla ilgili yapılan araştırmalarda Avrupa ve Amerika’da oranın doğulu toplumlara göre çok yüksek olduğu vurgulanıyor ve bu salt bir ahlak sorunuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor, oysa burada da bir çarpıtma var. Psikologlar doğuda ensestin daha çok çocuklara yöneltildiği ve çoğunun gizli kaldığını her fırsatta dile getiriyorlar. O halde baştan beri söylediğimiz gibi bu ne bir şehrin ne bir ülkenin ne de bir kıtanın sorunu. Tabi şunu belirtmeden geçmemek gerek, bu tespitler pedofili olarak tanımlanan psikolojik hastalığı içermiyor. Ortada büyük bir bastırılma ve cinsel açlık var. Zaten doğu toplumlarında yaşanan vakalarda pedofili oranı yok denecek kadar az. Türkiye gibi doğulu toplumlarda da cinselliğe getirilmiş yasaklar sebebiyle tecavüz ve cinsel istismar susturulması, korkutulması kolay olan çocuklara yöneliyor. Üstelik Avrupa ve ABD'ye göre bu gerçekle daha geç yüzleşen doğu, yasal düzenlemeler konusunda oldukça geri. Bu ülkelerde bu suçun karşılığı kimyasal hadıma kadar varırken, Türkiye’de henüz bu konuda yeteri kadar yasal düzenleme yok. Tabii burada bir yanlış anlaşılmaya fırsat vermek istemem kimyasal hadım gibi insanlık dışı bir yöntemin savunusunu yapıyor değilim. Suçluyu rehabilite etmek yerine kişinin cinsel ilişkiyi başlatma hakkını elinden almak insanca bir yaklaşım olarak kabul edilemez. O halde çözümün ağır yasal cezalar olmadığını görmekteyiz, peki ne yapılmalı? Toplumsal bilinç açısından da kimyasal hadım kadar hastalıklı bir genel yargı var. O da linç kültürü, orada da aynı ikiyüzlülük devam etmekte kin yüceltilerek doğru çözümün ‘suçlu’nun yaşam hakkını elinden almak olduğu kafalara kazınmakta. Peki, ama suçlu kim? Bu soru önemli…

Çözüm için ne yapılmalı?
Cinsel istismarın ve tecavüzün önlenebilmesi cinselliğini sağlıklı yaşayan bireylerin oluşturduğu toplumun varlığıyla ve doğru cinsel eğitimle olur elbette, bu da kapitalizmin sıkı sıkıya bağlı olduğu ve onun devamlılığını sağlayan aile kavramını sorgulamakla başlar. Aile, kadının ve çocuğun hem cinsel hem de ekonomik olarak sömürüsünü kolaylaştırır. Ahlak ideolojisi, bireylerin kapitalistlere karşı olan değer yaratma yükümlülüğünü, kutsal aile tanımı ile tersine çevirerek bu sorumluluğu birbirlerine karşı hissetmelerini sağlar. Bu açıdan aile kapitalizmin en kutsal yapısıdır. Hiç bir bomba kendi pimini çekmez, o halde kapitalizm ortadan kalkmadan ona ait bu içsel çelişkiler hiçbir zaman çözümlenemez.


erguvani

Hiç yorum yok: