Son yıllarda küresel iklim değişiklerinin etkisiyle artan ve dünyanın her tarafında büyük çaplı yıkımlara yol açan ‘doğal felaketlerin’ bir başkası da ağustos ayında Pakistan'daki sel felaketiyle yaşandı. Ağustos ayında Pakistan'da yaşanan sel felaketinde 1600 kişi öldü, yüzlerce kişi kapıldıkları sel sularında kayboldu. 8 milyondan fazla insan evsiz kalırken, ülke nüfusunun 5'te birine yakını selden etkilendi. Sel felaketi burjuva medyasının gündeminden düşse de kayıplara ulaşıldıkça ölü sayısı hızla artıyor. Selin en çok etkilediği bölgeler olan Pencap, Belucistan, Kyber, Khwa, Pakhtun ve Sint bölgelerinde insanlar hala açlıktan ölmekte. İçme suyu ve ilaçtan da yoksun olan halk kolera ve tifo gibi salgın hastalıkların pençesinde ölümü bekliyor. Yoksul halkın yaşadığı bu bölgelerde insanlar daha çok tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Ancak selle birlikte tarım alanları tamamıyla tahribe uğramış durumda.
Tek mağdur Pakistan'daki yoksul emekçi halk
Sel, muson yağmurlarının çok fazla
görüldüğü Pakistan gibi ülkelerde beklenmeyen veya görülmeyen bir durum değil elbette. Ancak yıllardır sel felaketlerinin yaşandığı Pakistan'da, kapitalizm vahşileştikçe sel felaketlerinin sonuçları da yoksul halk üzerinde bir o kadar acımasızca ve vahşice oluyor. Burjuva uzmanlar bile sel felaketlerinin Pakistan'da hiç bu kadar yıkıcı olmadığını açıklıyorlar. Özellikle son yıllarda bu bölgelerdeki ormanlar kerestecilik ve tomruk faaliyetleri yürüten şirketler tarafından yok edilmiş durumdaydı. Öbür taraftan büyük toprak sahipleri nehirlerin taşmasına karşı yapılmış su setlerinin kapaklarını açıp kapatarak suyun akış yönünü değiştirdi ve böylece sel sularını kendi yaşam alanlarından uzak tutup yoksul halkın sel sularının altında kalmasına sebep oldular. Tabii sermayenin bölgeye ve halka verdiği zararlar yalnızca bunlarla sınırlı kalmıyor. Bunlar felaketin boyutlarını arttıran gerçek sebeplerden olsa da daha çok burjuvazinin güdümünde çalışan çevre örgütlerinin ve uzmanlarının açıklamaları olmaktan öteye gitmiyor. İşin gerçek yüzü çok daha acımasız.
Nüfusu 170 milyona yakın olan Pakistan'da 50 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. GSMH'si 400 milyar dolaylarında olan Pakistan devleti ise askeri harcamalara yılda 3.5 milyar dolar ayırmakta. Sağlık ve eğitim bütçesi ise bu miktarın sadece 20'de birine denk gelmekte. Halkı yoksulluk içinde yaşayan Pakistan atom bombasına sahip sayılı ülkelerden biri. ABD tarafından bu ülkenin savaş sanayisine 1 milyar dolardan fazla yatırım yapılmakta. Kendi burjuvazisi ve diğer emperyalist ülkelerin kıskacı altındaki Pakistan halkı bir de Taliban örgütünün baskısı altında yaşamak zorunda kalıyor. ABD Taliban ile savaşması için Pakistan’a her yıl milyar dolarlar verirken sel felaketi için bu miktar sadece 20-25 milyon dolarla sınırlı kalıyor. Öyle ya sel ile boğuşan Pakistan devleti Taliban ile mücadelede zayıf kalabilir! ABD’nin, BM’nin ve birçok burjuva devletin gösterişli, içi boş, reklam kokan yardımları Pakistan halkına çözüm sunmaktan çok uzakta. Onlar sadece kendi ülke insanlarının ve yoksul halkların gözünü boyamanın hesaplarını yapmakta. Zaten yukarıda da değindiğimiz gibi Taliban ve burjuva devlet arasında sıkışıp kalan halk, gelen bu ‘yardımlar'dan da faydalanamıyor. Taliban tehditlerle ABD’nin ülkeye gönderdiği 20 milyon dolarlık yardımı geri çevirmesi durumunda aynı yardımı vereceğini söyleyerek yardımların geri çevrilmesi çağrısı yapıyor. Taliban ile Pakistan ordusunun çatışmaları yüzünden yüksek kesimlerdeki mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalan 600 bin kişiye de ulaşılamıyor. Taliban' göre bu sel 'takdiri ilahi' ve Allah'ın Amerika’yla işbirliği yapan Pakistan’a bir cezası. Bizler bu tür dinci ve milliyetçi çıkışların benzerini 17 ağustos 1999 Marmara depreminde dönemin MHP'li sağlık bakanı Osman Durmuş’tan da işitmiştik. O dönemde Durmuş yaralı deprem mağdurlarına Yunanistan'dan gelen kan yardımlarını “Türk kanına Yunan kanı karışamaz” deyip geri çevirmişti. Görüldüğü gibi hem devletler hem de halkların üzerinde baskı unsuru oluşturan milliyetçi ve gerici gruplar da, dünyanın her yerinde insan canını hiçe sayıp durmaktalar. Onlar için önemli olan şey, kendi varlıklarının devamlılığını sağlamak ve daha fazla kar edip kasalarını şişirmekten ibarettir.
Kapitalizm felaketleri kara dönüştürmekte usta
Kapitalizm kendisinin yol açtığı felaketleri kar hırsıyla paraya dönüştürmekten de geri durmuyor. Yaşanan bunca ölümden, yıkımdan ve yoksulluktan sonra, felaket bölgelerinde insanların çadır, kıyafet, yiyecek, battaniye, ilaç gibi acil ihtiyaçları doğrultusunda sermaye, gösterişli yardımlarının dışında, kendi pazarlarını buraya yönlendiriyor. Üstelik bu felaket fırsat bilinerek, ihtiyaç duyulan her şey fiyatının birkaç katına çıkabiliyor. Bunları insanlara ulaştırmakta kullanılan taşıma şirketleri de karlarını arttırmak için daha yüksek fiyatlarla çalışıyor. Dünyanın en büyük çadır üreticilerinden olan Pakistan'da insanlar yaşayabilecekleri çadırları bulmakta zorlanıyor ya da hiç bulamıyor. Aksi durumda çadır ihracatı aksayabilir ve kapitalistlerin kasalarına giren para azalabilir.
Sel katliamından sonra burjuvazi iki yüzlülüğünü bırakmayıp sel felaketinin etkilerini ‘azaltmak’ için türlü yöntemler geliştiriyor. Sel mağdurlarının barınabilmesi için kurulması durumunda bile yeterli çadır ve prefabriğin olmaması nedeniyle yetersiz kalacak çadır kent ve prefabrik evler, kuru alan olmaması nedeniyle kurulamıyor. Burjuvazi ise iki yüzlü bir şekilde bu doğa katliamına karşı hiç de doğaya uygun olmayan bir şekilde, sel sularıyla kaplı alanları kum, çakıl ve mıcırlarla doldurup üzerlerine canlarını zor kurtaran insanları yerleştiriyor. Çözüm olarak sunulan bu yöntem ise daha sonraki başka katliamlara ortam hazırlıyor.
Peki doğa olaylarının katliamlara dönüşmesinin önüne geçilemez mi?
Kapitalizmin yapısı gereği doğayla uyuşması mümkün değil, o sadece doğa olaylarını katliamlar haline getirerek, bunu da doğal afet olarak kitlere yutturmaya çalışıyor. Öncelikle bu katliamları doğal afet olarak manipüle edip katliamın sorumluğundan kaçan sermaye düzeninin ve onun iki yüzlü medyasının gerçek yüzünü teşhir etmek gereklidir. ‘Ekolojik dengenin bozulmasının sorumlusu işçi sınıfı değil, bizzat kapitalizmdir. Dolayısıyla sel, deprem gibi olayların hiçbir büyük yıkıma ve ölümlere yol açmamasının sağlanabilmesi için öncelikle üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve doğanın tüm insanların yararına kontrol altına alınması gerekiyor.’*
Pakistan'da da, daha önceki afetlerde olduğu gibi tek mağdur yoksul emekçi halk oldu. Ama bizler biliyoruz ki, işçi sınıfının kontrolü altındaki bilim ve teknoloji eliyle bu tür felaketlerin ve onun acımasız sonuçlarının önüne geçilebilir. Tüm insanların sağlıklı ve güvenilir konutlarda yaşaması sağlanabilir; sel suları ve depremin ortaya çıkardığı enerji kullanılmak üzere kontrol altına alınabilir. İnsanlığın bu sıçramayı yapabilmesinin tek yolu dünyanın dört bir yanındaki işçi ve emekçilerin kapitalist sömürü düzenine karşı birleşik mücadelesiyle bu sisteme son vermesidir.
* http://www.sss-sosyalizm.org/sosyalizmden/sel_sulari_kimi_vurur.asp
serhad
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder