Özellikle son haftalarda Yunanistan ile ilgili sıcak gelişmeler yaşanıyor. Her şeyden önce Yunanistan krizinin fişeğini ABD’de başlayan küresel krizin ateşlediğini ve bu gibi krizlerin pek çok ülkede daha beklendiğini belirtelim. Yunanistan’ın bu sürecini hızlandıran etmenler arasında geçmiş dönemdeki Yeni Demokrasi Partisi (YDP) hükümeti ve Karamanlis’in politikayı ekonomiye yeğ tutma çabası, Yunanistan’ı bekleyen tehlikenin üzerini örttü. Dış borç ve bütçe açığı gibi temel dengelerin Karamanlis hükümeti tarafından saptırıldığı bu krizle birlikte ortaya çıktı. Krizle mücadele etmek için erken seçim ve yeni bir halk desteği bekleyen Karamanlis, iktidarı PASOK’a kaptırdı. 2009’un sonlarına doğru bütçe açığı euro bölgesinin tavanı olan yüzde 3‘ün dört kat üstündeydi. Bu son 30 hatta 40 yılın rekoruydu aynı zamanda. Bu ortamda, hem krizi aşma hayali hem de sosyal devlet sloganıyla işe koyulan PASOK tabii ki şu anda vaatlerinden oldukça uzakta.
Yunanistan'ı tam olarak çıkmaza sürükleyen olgular hem bütçe açığının hem de cari açığın çift koldan rekora koşması denebilir. Bütçe açığının GSYİH’ya oranı % 13'lerdeyken, cari açık GSYİH oranı %12’yi aşmış durumda. Bu Yunanistan'ın hem içeride hem de dışarıda dengelerden oldukça uzakta olduğu anlamına geliyor. Dış finansmanın önemli bir kısmı AB’nin nispeten daha hali vakti yerinde olan büyüklerinden sağlanabilir –tabii ki belli koşullar altında- ancak iç finansman sıkıntısı ise kamu harcamalarının ciddi bir biçimde kısılması hatta bazı alanların işlerliğinin durması anlamına geliyor. Yunanistan’ın kamu borç stoku 300 milyar euro dolaylarında, bunun üçte ikisi Alman banka ve yatırımcılarına ait. Bu ortamda belli bir süre Almanya’nın ve dolayısıyla AB‘nin bu krizde Yunanistan’a destek olup olmayacağı tartışıldı, yazıldı, çizildi. Almanya ve Fransa AB’nin en güçlü iki emperyalist gücü ve iki önemli kurtarıcısı. Ancak hem Yunanistan hem de Almanya tarafından geçmişten gelen bir takım milliyetçi husumetlerin olduğu ve bunun da bugün her iki ülkenin burjuva politikacıları tarafından krizin gerçek nedenini saklamak amacıyla kullanıldığı çok açık. Bu ortamda her iki taraftan da çıkacak en ufak bir söz bile ipleri germeye yetiyor. Bu çekişmelerden ve asıl olarak Alman burjuvazisinin çıkarlarından kaynaklı olarak Merkel hükümetinin de Yunanistan’a olan tavrı aslında açık. Almanya cephesi, Yunanistan’a AB çatısı altında yapılacak olan yardıma başından beri karşıydı. Ancak işler bu denli duygusal yürümüyor. Küresel kriz gerçekliği, İspanya, Portekiz, İtalya, İrlanda gibi AB ülkelerini de tehdit ediyor. Bu ülkelerin borç oranlarındaki kötü gidiş, AB kopma noktasına gelir mi sorularını sık sık gündeme getirmeye başladı. Bu sebeplerden ötürü AB’den Yunanistan’a yardım kararı zaten çıktı. Başında IMF’nin bu krizde euro bölgesine müdahil olmasına karşı olan AB, kendi IMF’sini oluşturma çabasındaydı. Ancak yapılan son toplantı sonucunda AB ve IMF tarafından ikili bir yardım planı oluşturulacağı netlik kazanmış durumda.
Yunan Hükümeti aldığı sıkı tasarruf önlemleriyle birlikte bütçe açığını bu yıl % 12’den 8,7’ye düşürmeyi hedefliyor. Tabii ki bunu yapabilmesi için dış finansmana ihtiyaç duyacak. Planlarını rayına oturtabilmesi için Yunanistan’ın 53 milyar euroluk bir krediye ihtiyacı var. Avrupa birliği komisyonu ve euro bölgesi yetkilileri, Euro bölgesinin ekonomik istikrarını tehdit ettiği için Yunanistan’ın tasarruf önlemlerini daha da sıkılaştırmasını istemişti. Ancak kamu harcamalarının %30 kısılması demek yine sokakların karışması ve istikrarın tepe taklak olması demek olacak. Bütün bunlar göz önündeyken Yunanistan hükümeti 4 milyar 800 milyonluk ek tasarruf paketinde kamu çalışanlarının maaşlarında kesintiler, emeklilik maaşı zamlarının durdurulması, ikramiyelerin kesilmesi, alkol, tütün, benzine vergi zamları ve katma değer vergisinin % 2 oranında arttırılması gibi önlemler yer alıyor. Yapılan vergi reformlarıyla birlikte hayat pahalılığı giderek artıyor, bu durum bütün iş kollarında büyük bir tepki yaratmaya ve grevlere yol açıyor.
(Yunan ve göçmen işçiler birleşti)
Avrupa Birliği'nden yapılacak yardımın miktarı 25 milyar euro civarında olacağı konuşuluyor. Bu durumda bile Yunan ekonomisinin krizden çıkabilmesi kendi iç dinamiklerine bağlı gibi görünüyor. Ancak bu Yunanistan gibi bilinç düzeyi yüksek bir ülkede kimseye fark ettirmeden yapılacak bir iş değil. Nitekim gün geçtikçe Yunan işçi sınıfının tepkisini bütün ciddiyetiyle görüyoruz. Yunanistanlı emekçilerin genel grev çağrısına verdikleri tepki bir uyarının nasıl olacağının dersini veriyordu. Bu örnek Türkiye’deki sendika bürokrasisinin yakın zamanda aldığı genel grev kararını resmen sendikacıların yüzüne vurdu. Yunanistandaki genel grev ise hayatı büyük ölçüde etkilemeyi başardı. Gazetelerin internet sayfalarında dahi grev vardı. Ayrıca 30 bin kişinin katıldığı protesto gösterilerinde ortalık fena halde karıştı.
Elbette burada Yunanistan sendikalarına ilerici bir rol atfediyor değiliz. Yunan sendikalizminin, Türk kardeşinden tek farkı, bugün hala, kısmen de olsa devlete baskı yapabilecek çapta bir örgütlülüğe ve güce sahip olmasıdır. Ancak Yunan sendikalarının, tüm dünya sendikaları gibi, ufuklarının ulus-devlet sınırları ile korumacılığı aşmadığı ve işçi sınıfına milliyetçilik zehrini taşıdığı, özetle sürdürdüğü gardiyanlık rolü gerçeği de apaçık önümüzde duruyor. “Krizin atlatılması ve sosyal devlete dönüş” hayaline sarılarak seçimlerde burjuva sosyal demokrat PASOK'u ya da ulusalcı Yunanistan Komünist Partisi'ni destekleyen sendika bürokrasilerinin ikiyüzlülüğünden medet ummak yalnızca hayalcilik olacaktır. Yunanistan işçi sınıfının mücadelesinin, sendikalizm ve ulusalcı dar bakış açısını aşması ve darbelerini bizzat krizin nedeni olan kapitalizme indiribilmesi; yani enternasyonalist devrimci bir eksene girebilmesi için işçilerin Marksist bir partide birleşmeleri gerekmektedir. Aksi taktirde bütün kazanımlar sendikaların arabulucu tavrı içerisinde sönümlenmeye mahkumdur.
Yunanistan direniş kültürünü ve dinamizmi sürekli yaşatan bir ülke. Polis kurşunuyla ölen Alexis ve ardından gelen eylemeler, üniversite işgalleri ve gerçekleştirilen 4 genel grev daha da hareketli günlerin yaşanabileceğini gösterdi. Ayrıca Yunanistan için en kritik aylar çok yakın. Yunanistan en yüklü borç ödemelerini Nisan ve Mayıs aylarında yapacak. Bürokratlar koca bir gemiyi kimseye duyurmadan geçirmenin planlarını yapıyorlar, ancak önümüzdeki günler krizin olgunlaşmasıyla beraber direnişin seyrini daha net bir biçimde gösterecektir.
Homo homini lupus
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder