2 Mart 2010 Salı

Bir Şair: Attila İlhan

“başlangıçta daima şairler vardı
başlangıçta daima şairler olacak”


1925’te İzmir’de başlayıp İstanbul, Ankara, Paris gibi hep büyük kentlerde sürdürdüğü yaşamı 2005’ten beri bizden bir metre kadar aşağılarda devam eder büyük yolların haydudunun. Bilginin duyguya, duygunun imgeye, imgeninse şiire dönüştüğünü söyleyen şair bilgi konusunda ayaklı kütüphane yakıştırmasını hak eder. Attila İlhan yayımladığı 60 civarı şiir, roman, deneme, senaryosuyla ve kafasından eksik etmediği kasketiyle –bazen insan yatarken dahi çıkarmadığını düşünüyor – edebiyat tarihinde farklı bir yer edindi kendine.



Şüphesiz Attila İlhan’ın böylesi iz bırakan bir şair olması tesadüf değildi. İyi şairliğinin altını eşelersek çeşitli sebeplerle karşılaşacağımız malum. Bir defa Cumhuriyet sonrası gelişen şiirde en hareketli geçen yılların 50-60 dönemi olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bugün dahi en çok okunan şairlerin çoğu ilk eserlerini o yıllarda üretmişlerdi. Şiir meraklısı herkesin kitaplığında Attila İlhan’a, Cemal Süreya’ya, Turgut Uyar’a, Ahmed Arif’e ve o yıllarda yazan şairlere rastlamak mümkündür. Bunun da bir sebebi var elbet. Bu şairlerin hepsi 25-35 yılları arasında yani Cumhuriyet’in ilk yıllarında doğmuş ve çocukluk, gençlik yıllarını geçirmişlerdir. Bu farklı atmosfer de şiirlerine yansımıştır. Bu hareketli, toplumun köklü değişiklikler yaşadığı yıllar şairleri de bollaştırmıştır. Şairin ailesinin toplumun üst tabakasından olması, babasının ve annesinin de edebiyatla ilgilenen kişiler olması edebiyatla erken tanışmasına sebep olmuştur. Ve ortaokul sıralarında başlayan bu serüven hala devam etmektedir.

Şiir hayatı boyunca çoğunlukla yalnız kalan bu adam, şiire hayli toplumcu bir çizgiden girmiştir. Fakat nedense şiirle adamakıllı ilgilenmeyen kesim onun hep sevda şiirlerinden haberdardır. Bu da şiiri halka ulaştıranların, halkın görmesini istemediği yanların nasıl göz ardı edilmesini sağladığını gösterir sanırım. Toplumcu şairler arasında da kabul görmemiştir Attila İlhan. Çünkü o “inek toplumculuğu”nun dışındadır. Toplumcu şiirle sloganın arasındaki farkı görmüş, şiirine estetik sokmuştur. Bireyin hayatını bir bütün olarak ele almış ve bireyin toplumdaki tüm ilişkilerini şiirine yansıtmıştır. Bireyin tüm ilişkileri deyince de baş köşeye sevda oturur. Fakat o dönemin toplumcuları sevdayı şiirin dışına atma peşinde olduğundan bir ayrılık baş gösterir. Menderes diktası döneminde toplumcu şiirin bastırılmasıyla İkinci Yeni ortaya çıkar ve Attila İlhan iyiden iyiye yalnız kalır. Kendisinin başına çektiği “sosyal realizm” adı verilen “Mavi” akımı da 56 yılında sona ermiştir. O günlerden itibaren hiçbir topluluğa dahil olmasa da bu toplumda yaşayan herkes onun mısralarında kendinden bir parça bulabilir. Sakıncalı yazarlardan üniversiteli delikanlılara, rıhtım orospularından tütün işçilerine. Herkes onun şiirinde kendinden bir parça bulabilir.

Attila İlhan yaşamı boyu aynı şiiri yazmamıştır elbet. Zamam zaman biçimde yeniliklere gitmiş, farklı tarzlarda denemelerde bulunmuştur. Onun şiirini dönem dönem incelemek faydalı olacaktır sanırım. Öncelikle gençlik şiirlerinden başlamalı tabi. Şiirinin ilk su yüzüne çıkması 46 CHP şiir armağanına denk düşer. O zaman daha 21 yaşında olan şair “cebbar oğlu mehemmed” adlı şiiriyle ikinciliği kazanınca birden ünlenir. Destan tarzı, halk şiiri etkisinin bolca görüldüğü ilk dönem şiirlerinde 2. Dünya Savaşı’nı duyumsayabilmiş bir delikanlının söylemek istediklerine rastlayabiliriz. Duygu yoğunluğunu hissedebildiğimiz fakat şiir tekniği bakımından zayıf olan bu şiir, Attila İlhan’ın Fransa’ya gidip oradaki şiirle tanışmasına kadar sürer. Şair “Mavi” akımının da başını çektiği bu günlerde Sisler Bulvarı-Yağmur Kaçağı dönemi şiirlerini yazmıştır. 50’li yılların ortalarına denk gelen bugünler, yurtdışı görmüş şairi biraz harmanlama yöntemiyle oluşturduğu kendine has şiirinin ortaya çıktığı dönemdir. Kullandığı kelimeler ve biçim farklılaşmıştır. Mısraları biraz “cümle-mısra” diyebileceğimiz bir biçimde kullanmıştır. Bu biçim şairin en yaygın olarak bilinen pia, sisler bulvarı, emperyal oteli gibi şiirlerinde kendini hissettirir. Örneklendirmek istersek “sisler bulvarı” şiirinden ufak bir alıntı yapabiliriz; “sisler bulvarına akşam çökmüştü/ omuzlarımıza çoktan çökmüştü/ kesik birer kol gibi yalnızdık/ dağlarda ateşler yanmıyordu/ deniz fenerleri sönmüştü/ birbirimizin gözlerini arıyorduk”. Daha önce de belirttiğim gibi Attila İlhan bireyi asla sadece bir birey olarak ele almamış toplumdaki bütün ilişkileriyle bütün çelişki ve gerilimleriyle birlikte ele almıştır. İşte bu yaklaşım tam da bu yıllara rastlar. Çünkü kendisi de 20’li yaşlarını sürmekte ve yaşamının en çalkantılı dönemini yaşamaktadır. Ve tabi ki bunun şiire yansımaması olanaksızdır. “ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum/ sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun”

50’li yılların ikinci döneminde sinemada senaryo yazarlığı yapan Attila İlhan şiirde ulaşılan en yüksek noktalardan biri olan “Ben Sana Mecburum” adlı kitabı bu yıllarda yazmış ve 60 yılında yayımlamıştır. Şiiri artık tamamen kendine özgüleşmiş şair, serbest biçimde yazdığı toplumcu şiirlerinden büyük şehir şiirlerine, dünyanın başka başka yerlerindeki olaylara olan ilgisini gösterdiği şiirlerinden, o çok bilinen sevda şiirlerine çok sayıda şiir üretmiş ve hayatının şiir bakımından en verimli dönemini geçirmiştir. Bu dönemde şiir dilini günlük konuşma diline yakınlaştırdığı şiirler de mevcuttur. Ayrıca kitap beklenenin üstünde bir satış rakamına da ulaşmıştır. İmkansız aşk temasının bolca bulunduğu kitaptan da bir alıntı yapalım; “elimi tutuyorlar ayağımı/ yetişemiyorum ardından/ hevesim olsa param olmuyor/ param olsa hevesim/ yaptıklarını affettim/ seninle gelemeyeceğim attila ilhan/ beni koyup koyup gitme/ ne olursun”
Bu dönemden sonra Türkiye’de gelecek göremeyen şair Fransa’ya gitmiştir tekrar. Fakat tam orada yeni bir yaşama alışmışken babasının ölümü üzerine tekrar İzmir’e dönmek zorunda kalır. İzmir’de Demokrat İzmir adlı gazetede çalışmaya başlar. Yayımladığı Bela Çiçeği adlı kitap Ben Sana Mecburum’a sığmayan şiirlerden oluşur biraz. Farklı olarak şairin hayatında bir kez denediği mensur şiir Ömer Haybo karakteriyle karşımıza çıkar bu kitapta. Biçim bakımından neo-klasik şiir ürünleri de vermeye bu kitapla beraber başlamıştır. Gençlik döneminde vakti geçmiş diyerek yüz çevirdiği Divan Şiiri’ne eğilmeye başlar bu dönemde. İşte neo-klasik şiir bunun sonucunda çıkar ortaya. Bu şiir daha sonra yayımlanan Yasak Sevişmek adlı kitapta olgunluk dönemini yaşar. Bu sıralarda ilk kitaplarının da tekrar basımları yapılmaya başlanmıştır.

Ve 70’li yılların başı… Attila İlhan toplumcu şiirde çok başka bir biçim denemiş ve divan tarzı şiiri toplumcu konularda denemiş ve gayet başarılı olmuştur. Fakat Tutuklunun Günlüğü adlı kitap en az okunan kitap olarak kalmıştır. Bu kitabı alıntı yaparak anlatmak daha faydalı olur. Çoğumuzun bir şarkı olarak kulaklarında kalan “mahur” ve “sultan-ı yegah” adlı şiirler kitabın en ön planda kalan şiirleridir. “bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak/ çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak/ su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak/ belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak/ başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın”. Toplumcu şiirde bambaşka bir soluk, başta bir şaşkınlık yaratsa da yerinde bir değişiklik olarak gözümüze çarpar bu şiirler.

Bu “farklı” kitaptan sonra Attila İlhan tam da kendisine yakışır bir kitap yayımlamıştır: Böyle Bir Sevmek. 70’li yılların toplumunu aktardığı bu kitapta “gündelik şeyler” adı altındaki bölümde dönemi fazlasıyla iyi bir şekilde aktarmıştır. En göze batan şiirlerden “sana ne yaptılar” ve “sakın ha” günlük konuşma diline yakın bir şekilde o günlerde yaşanan olayları yaşayan insanları pek göze batmadan şiire yedirme çabasıdır; “bir çay içer misin yoksa kahve mi/ kibritim yok demek cigaraya başladın/ ellerin de titriyor bir şeyin mi var/ böyle bir kız değildin sen eskiden/ sana ne yaptılar sana ne yaptılar/ kirpiklerin ıslanıyor durup dururken/ o sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi/ çok değişmişsin birden tanıyamadım” Şiirden de anlaşılıyor sanırım konuşma diline yakınlaşma ve basitmiş gibi gösterilen dönem koşulları. Bu yılları Ankara’da Bilgi Yayınevi’nin başında geçirmiştir şair ve zaten bu yıllardan sonra nesri, nazmının önüne geçecektir.
Bu yıllardan sonra şiirde olgunluk dönemi diyebileceğimiz bir döneme giren şair, daha kısa şiirlere yönelmiştir. Yine de hayli ses getiren, ilgi çeken şiirlere imza atmıştır fakat ilk kitaplarındaki bütün güzelliğini yakalamaktan biraz uzak kalmıştır. Bunda köşe yazarlığı yapması, tekrardan senaryo yazması ve romanlarına daha fazla yoğunlaşması da sebep gösterilebilir tabii. Ve 12 kitaplık serüvenin sonuncusu “Kimi Sevsem Sensin”dir. “kimi sevsem sensin hayret/ sevgi hepsini nasıl değiştiriyor/ gözleri maviyken yaprak yeşili/ senin sesinle konuşuyor elbet/ yarım bakışları o kadar tehlikeli/ senin cıgaranı senin gibi içiyor/ kimi sevsem sensin hayret/ senden nedense vazgeçilemiyor”
ihka

Hiç yorum yok: