Yaz sonuydu. Adaya gitmeye karar vermiştik. İkimizde işsizdik, iş arıyorduk, cebimizde az biraz paramız vardı. Ada vapuruna kendimizi attıktan sonrası çok önemli değildi. Geç bir saatti. Muhtemelen öğle saatleri.
Yaz sonunun tuhaf bir hüznü gölgeleniyordu yüzümüzde. Ben dönüp dönüp vapurun camına bakıp bu güzel havada içeride oturmayı tercih edenlere şaşıyordum. İçimde ağlamaklı bir şeyler vardı. Belki onun da öyleydi. Bilemiyorum.
Adaya geç indik haliyle. Son ada, Büyükada. Kalabalık değildi o gün nedense... Az paramızla birer dondurma almıştık, yürüyorduk. Birbirimizi ne çok seviyorduk... Ağlamaklı olacak hiçbir şey yoktu aramızda, hayatımızda. İşsizliğe alışmıştık, onu saymıyorum.
Bir evin önünden geçtik. Çok güzel bir ada evi. Dondurmalarımız elimizde. Evden birses geliyordu. Dikkat kesildik. Islıklı bir caz parçası. Bir ıslık sesi ama ne güzel bir şarkı. Birkaç dakika müziği duyunca bekledik. Şarkıyı bilmiyorduk. Piyanonun da eşilik ettiği bu şarkıyı sonrada çok aradık ama bulamadık.
1992 yapımı bir film. Orhan Oğuz'un yönettiği, senayosu Nuray Oğuz ve Cemal San'a ait olan bu filmi kışın orta yerinde her yeri karın kapladığı, başka bir caz şarkısının eşlik ettiği günlerde izledim. Fonda Louis Armstrong'dan La Vie En Rose. Dönersen ıslık çal.
İstanbul'un, gerçek İstanbul'un filmi. Elbetteki Madam Lena var, kendisi soylu bir Rum kadını, onun hizmetçisi, seks işçileri, transeksüleller, cinayetler... Elbetteki dostluk, düşmanlık, para... Elbette ki adam yaralama, gasp, tecavüz. İstanbul'un ara sokaklarında, elbette ki bir cüce bir transeksüel seks işçisi.
Film yalnız yaşayan ve İstanbul'da bir barda barmen olarak çalışan çok naif bir cücenin hayatı ile cücenin, sokakta iki adamın tecavüzüne uğramak üzere bulduğu bir kadının hikayesini konu alır. Cüce geceleri bardan geç çıktığından hep bir düdük bulundurur yanında ve sokakta kötü bir durumla karşılaştığında gizlenir ve bu düdüğü çalar. Düdük sesini duyan kişilerde bekçinin geldiğini düşünerek olay mahalinden toz olurlar. Cüce bir başka adamdan yardım alarak tecavüze uğramaktan kurtardığı bu kadını evine getirir. Kadın ayıldıktan sonra cüce anlar ki kadın bir transtır. Önce kadını küçümser, bunun iğrenç bir şey olduğunu söyler. Cücemizin homofobik halleri filmde çok geçmeden oluşacak bir dostlukla ortadan kalkar...
Homofobinin son derece yaygın olduğu günümüz dünyasına 1992 yılından göndermeler bugün dahi son derece ilericidir. Toplumda kadına, daha çok seks işçilerine bakışın irdelendiği film son derece iyi tespitlere sahip. Gündüzleri dışarıya çıkmaya korkan cüce ve transımız bir sabah Beyoğlu sokaklarına dökülürler. Çok geçmeden birçok kişinin bakışları ve tacizleri arasında kalırlar. Koşarak kaçmak zorunda kalırlar.
Filmin çekildiği 1992 yılını düşünecek olursak, 12 Eylül'ün sessizliğinin yavaş yavaş bozulmaya başladığı günlerde feminist kadınların Somut dergisi çevresinde yazdığı yazılardan, Kadın Çevresi Yayınevi'nin çıkardığı kitaplardan ve çalışmalarından 90'lı yıllların epeyce nasiplendiğini görebiliriz. Feministlerin bu dönemde 'geleneksel sol' olarak adlandırdıkları Stalinist sol gelenekten koparak kendilerini daha mikro bir çalışma alanı olan 'patrıyarka' konusunda çalışmaya başlamalarıyla birlikte gündeme gelen emek-beden temalı konuların geliştirici etkisi bu dönem çekilen filmlerde kendisine bir şekilde yer bulur. Dönersen Islık Çal'da, bir travesti, bir kadın olmanın toplumdaki yeri, ezilmişliğiyle, bir cücenin hastalığı nedeniyle dışlanmasını bir ölçüde benzetir ve küçük görülmelerini yansıtır. Cüce bir erkek olmanın, ancak alışıldık bir erk'e sahip olamamanın çelişkisi, yerini insan olmaya bırakır. Filmde insan olmanın ortak paydasında bir kesit sunulur aslında. Bu açıdan günümüz yaşantısına eleştirel olmakla birlikte hümanist bir bakış açısı gözümüze çarpar.
Yaz sonu günlerinin Ada yolculuğunun epeyce bir tarih uzağında, o gün içimdeki sıkıntının sebebini çözer gibi oldum. Sanki yıllar sonra izleyecek olduğum bu filmin ağırlığı bir ölçüde içimdeydi. Ya da bugün anımsamadığım, o gün yaşadığım, tanık olduğum benzeri bir an içimi böylesine katlamış, kırış kırış etmişti.
Metaların evreninde çoğumuzun hiç farkına bile varmadığı, doğal karşıladığı ezme-ezilme ilişkileri arasında 'dönerse ıslık çalacak birisi' hep var. 'Pazar ekonomisinin kategorilerinin (temel kavramlarının) hepsi, sanki besbelliymiş gibi, sanki insan ilişkilerinin doğal temelleriymiş gibi irdelenmeksizin kabul edilmiş görünürler'* diyen ses, ezme-ezilme ilşikilerimizi doğal sonuçlar olarak kavramamamız gerekliliğini biz yeni kuşaklara tembih ederken, daima bir düdükle sosyalizmi ıslıklamak, ve muhakkak işçiden dönecek bir rüzgarı haber vermek de bize düşüyor.
Yaz hüznünden tarihlerce uzaklıkta bile...
a.
• Leon Troçki'nin Günümüzde Marksizm adlı makalesinden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder