İki genç yönetmen; Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, maddi zorluklar ve uzun uğraşlar sonucunda yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptıkları ve kendi kameralarından çektikleri belgesel tarzındaki İki Dil Bir Bavul filmi ile, şu ana kadar hiçbir yönetmenin (Yılmaz Güney ve Yeşim Ustaoğlu gibiler dışında) filmlerinde konu olarak Kürt illerindeki eğitimin zorluğunu ve eşitsizliğini; bununla ilişkili olarak Kürt sorununa değinip doğru bir politik mesaj vermeye cesaret gösterip de yapamadığını yaparak ve ayrıca filmin ezber bozan bir film olması dolayısıyla bir ilke imza attılar. Film, sinema eleştirmenlerinden izleyicilere kadar geniş bir kesim tarafından büyük bir beğeniyle izlendi ve alkış topladı. Gerçekten de İki Dil Bir Bavul filmi ayakta alkışlanacak filmlerden bir tanesi. Zaten bundan dolayıdır ki, film, çeşitli ödül törenlerinde ve festivallerde birçok ödül kazandı. Bunlardan birkaçını söyleyecek olursak; 5. ZagrebDox'ta En İyi Genç yönetmen ödülünü, 46. Altın Portakal Film Festival'inde En İyi İlk Film dalında, Ortadoğu Film Festivali'nde En iyi Ortadoğu Belgesel Film dalında ödül kazanmaya layık görüldü.
Filmin yönetmenleri, filmin gerek çekim aşamasına kadar
gerekse çekimler sırasında gerekse de çekimlerden sonra sinemada gösterime girebilmesi için karşılaştıkları engelleri ve zorlukları aşmak için fedakarlık göstermekten kaçınmadan, her şeye rağmen ihtimal dahilinde olan, filmin sinemada gösterime girmemesi durumunda bile başka yollardan izleyicilerle buluşturma çabalarıyla filmin önemini ve başarısını kat be kat arttırdılar. Kürt illerinde onca yıldır süre gelen Kürt sorunu olgusunu ve eğitimdeki çarpıklığı gerçeklerin aynasında aktarmayı başaran filmin yönetmenleri, Kürt çocuklarının ve Batıdan o bölgeye giden öğretmenlerin okullarda karşılıklı olarak yaşadıkları zorlukları objektif bir şekilde olduğu gibi tüm çıplağıyla gözler önüne seriyor. Her şey olduğu gibi yansıtılsın diye, film, yer, zaman ve mekan olarak Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinin bir köyünde geçiyor; Türk öğretmen Batıdan seçilirken diğer oyuncuların hepsi filmin çekildiği köyden seçiliyor; oyuncular dilleriyle, kültürleriyle, yaşam tarzlarıyla doğal olarak oynuyor, çekilen sahneler tekrarlanmadan izleyiciyi bulunduğu yerden bölgeye götürmekle kalmıyor; görmek isteyen gözler için Kürt sorununun varlığının -tartışmasız bir şekilde- olduğunu hatırlatıyor. Filmdeki bazı sahnelerde muhteşem fotoğraf karelerinin olduğunu da belirterek filmin konusuna geçebiliriz artık.
Film, Denizlili öğretmenin, öğretmenliğini ilk olarak yapacağı köye gelmesiyle birlikte başlıyor. Gelir gelmez okul demeye bin şahit lazım dedirtecek manzara, ve köyün su, elektrik ve ulaşım sorunlarının beklediğinden de kötü olması onu şaşkına çevirir. Ardından bir de okulun ilk açıldığı gün öğrencilerin okula gelmemesi onu bir kez daha şaşırtır. Elindeki sınıf listesi ile evleri bir bir dolaşmaya başlar, bu arada karşılaştığı bir çocuk ona aradığı öğrencilerin evlerini bulmakta yardım eder; birbirlerini anlamasalar da. Gittiği evlerde, kimi çocuklar aileleriyle birlikte mevsimlik işçi olarak gittikleri şehirlerden daha dönmemiştir, kimisi ailelerine tarla ve hayvan işlerinde yardım ettiği için evde yoktur, kimisi de evde kardeşlerine baktığı için ve kayıt yaptırmadığı için okula gelmemiştir. Çocukların ailelerini, çocukların okula gelmesi için ikna eden Emre öğretmen, okulun tek derslikli birleştirilmiş sınıfında ders vermeye başlar. Tabii bu, onun için oldukça zor olacaktır, aynı zamanda çocuklar için de. Çok zor koşullar altında derme çatma bir okulda derslerin verimli geçmesi bir yana öğretmen ve çocuklar karşılıklı olarak birbirlerini anlamakta zorluk çekerler. Ne öğrenciler Emre öğretmeni anlar ne de Emre öğretmen çocukları... Çünkü Emre öğretmen zorunlu olarak Türkçe konuşarak dersleri anlatır ve Kürtçe bilmez, çocuklar ise Kürtçe konuşur Türkçe bilmezler. Dolayısıyla, sınıfta iletişim kurmak her iki taraf için de oldukça güçtür. Çocuklar arasında çat pat Türkçe bilenler olsa da ancak yine de sağlıklı bir iletişim kurulmaz öğretmen ile çocuklar arasında. Çocukların aralarında Kürtçe konuşması ve öğretmenin sorduğu sorulara Kürtçe cevap vermesi karşısında öğretmen, her defasında onlara Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu söyler ve onları cezalandırır. Türkçe eğitimin çocuklara bir şey kazandırmaması üzerine de çareyi veli toplantısı yaparak çocukların ailelerinden çocuklara Türkçe konuşmaya teşvik etmesini ister. Ancak, çocuklar gibi ailelerin de büyük çoğunluğu Türkçe bilmezler. Veli toplantısı sırasında ve öğretmenin misafir olarak gittiği bir evde öğretmen ile Kürt aileler arasında geçen dialoglar, sorunun aslında ne olduğuna işaret ediyor.
Filmde konu olarak bu anlatınların hiçbirisi kurmaca değil, tamamen yaşanılanlardan yola çıkılarak çekilmiş bir film. Bunda hiçbir şüpheye düşmemek için, çevrenizdeki -o bölgede eğitiminin en azından bir kısmını almış olan- Kürt arkadaşlarınıza sorun, emin olun ki alacağınız cevap filmdeki anlatılanların doğruluğunu teyit edecektir.
Kürt coğrafyasında doğan çocuklar çok doğal olarak ana dilleri olan Kürtçeyi öğrenerek büyüyorlar. Dolayısıyla okula gitme çağı geldiğinde Türkçe bilmeyen çocukların okullarda verilen Türkçe eğitimi anlamasını beklemek gibi bir sığ düşünce olamaz. Elbette bu sadece çocuklar için geçerli değil, bunun tam tersi öğretmen için de geçerli. Bu yüzden, filmin yönetmenleri yaşananları sadece çocukların penceresinden değil hem çocukların hem de öğretmenin penceresinden bakarak anlatıyorlar.
Kürt çocuklarının daha temelden çarpık bir şekilde eğitim alması, sonrasında eğitim hayatı boyunca başarısız olmasına neden oluyor. İşte bu nedenledir ki, her yıl SGS ve ÖSS sınav sonuçlarına göre en başarısız illerin başında Kürt illeri geliyor. Ayrıca, okuma-yazma bilenlerin sayısının da en az olduğu yerlerdir Kürt illeri. Yaşadığımız 21. yüzyılda hala o bölgede okulu olmayan azımsanmayacak sayıda köy vardır. Anadillerinde eğitim görmeleri temel bir hak iken; bu hakka devlet siyasi bir körlükle bakarak asimilasyon politikasını eğitim üzerinden yapmaya çalışmakta.
Tüm bu anlattıklarımız devletin politikalarından ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünden ayrı düşünülemez elbette. Devletin onyıllardır bilinçli olarak Kürt halkına karşı sistematik olarak giriştiği asimilasyon ve inkar politikarının bir sonucudur ordaki sosyal bir sorun olan eğitimin zorluğunun ve eşitsizliğinin bugünlere kadar süre gelmesi. Paradigması “Kürt diye bir şey yoktur, herkes Türk'tür” üzerine kurulan Cumhuriyet, daha ilk yıllarında Kürtlerin ve Türk olmayan diğer halkların haklarını görmezden gelmekle kalmadı onların ancak “hizmetçi” ve “köle” [1] haklarına sahip olacağını ileri sürdü. İlerleyen yıllarda Kürtlerin aslında “Kart-Kurt”, “Dağ Türkleri” olduğu tezi ortaya atılmıştır. Dahası devlet, Kürtçe konuşmayı yasaklamış ve bu yönde çeşitli cezalar uzun yıllar yıllar yürürlükte kalmıştır. Kürtçe isim olan yerleşim yerleri de zorla Türkçeleştirilmiştir. Kürtlerin yaşadığı dağa, taşa, toprağa ve nerdeyse her yere “Ne Mutlu Türküm Diyene!”, “Tek vatan, tek bayrak, tek dil” gibi ırkçı-şovenist sloganlar yazılmıştır. Yine aynı yerde, gecenin bir vaktinde, gökyüzünde savaş uçakları hiç eksik olmamıştır... Bugüne gelindiğinde ise utangaçça da olsa Kürtlerin varlığı kabul edilse bile demokratik hakları hala paranoyaya dönüşen “bölücü” talepler olarak görülüyor. Tabii bu durumda asıl “bölücü” olan ve halklar arasına düşmanlık tohumları eken devletin ta kendisidir.
Filme dönecek olursak, öğretici bir film olduğu kadar önyargıları yıkacak bir film olması dolayısıyla da böylesi son derece başarılı bir filmi izlemenizi öneriyoruz. Yazıyla ilgili görüşlerinizi ve eleştirilerinizi bizlerle paylaşmanızı bekliyoruz.
[1] “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” İsmet İnönü (Milliyet, 31 Ağustos 1930)
“Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!” Adalet Bakanı Mahmut Esad Bozkurt (Milliyet, 19 Eylül 1930)
Meso
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder