Çoğunlukla Alevi halkının
yaşadığı ve Alevisiyle, Sünnisiyle işçilerden, yoksullardan oluşan bir “varoş mahallesinde” saat akşam 20:00 sıralarında işten çıkmış, arkadaşlarıyla vakit geçirmek ve sohbet etmek amacıyla onlarca insan ana cadde üzerindeki kahvehaneleri doldurmuştu. Ve saat 20:15’te bir ticari araç içindeki “kimliği belli olmayan” şahıslar tarafından otomatik silahlarla taranmaya başlandı bu insanlar. Açılan ateş sonucu kahvehanelerden birinde Halil Kaya adlı bir ihtiyar hayatını kaybetmişti ve beşi ağır
25 kişi yaralanmıştı. Bunun üzerine başta işyerleri taranan vatandaşlar olmak üzere, kalabalık bir grup Gazi polis karakoluna doğru harekete geçtiler. İstedikleri söz konusu aracın peşine düşülerek saldırganların bir an evvel yakalanmasıydı. Ancak karakolda tek bir polis memuru vardı ve o da olup bitenlere kayıtsız kaldı. Bu durum üzerine halk toplu halde Gazi Cemevi önüne doğru yürüyüşe geçti. Yaralılar hemen hastanelere kaldırılmışlardı. Olayı haber alan yaralı yakınları da hastanelere koşmuştu. Bu arada İsmet Paşa Caddesi üzerinde binlerce insan birikmişti.Bütün bu olup bitenlere rağmen mahallenin ileri gelenleri; mahalle muhtarı, Cemevi yöneticileri, mahalle esnafı olayların fazla büyümemesi ve daha fazla can kaybı yaşanmaması için halkı sağduyulu olmaya çağırıyordu. Ancak kalabalık haklı olarak çok gergin ve öfkeliydi. Çünkü bu olaylardan evvel de mahallede özellikle devrimci-sosyalist gençlere yönelik polis baskısı vardı. Gençler gözaltında, sokak aralarında sık sık polis şiddetine maruz kalıyorlardı. Ve bu son olaydan bir hafta evvel mahalledeki karakolda bir simitçi dövülerek öldürülmüştü. Bütün bu nedenlerden ötürü mahalle halkı polisleri çok iyi tanıyorlardı. Zaten büyük çoğunluğu Alevi olduğu için daha önce de mezhepsel farklılıklarından ötürü, Osmanlı’dan bu yana ve Cumhuriyet’in başlangıcında, yeni kurulan devletin kurucuları tarafından defalarca katliama uğramışlardı.
Araya girenler sayesinde kalabalık biraz sakinleşmişti ancak olay yerine gelen birkaç polis otosu gerilimin yeniden yükselmesine neden oldu. İnsanlar polis araçlarına taş atarak tepki gösterdiler. Olay yerine basın mensupları da gelmişti ancak polisler onların görüntü almalarına izin vermiyorlardı. İlk ateş sonucu hayatını kaybeden Halil dedenin cenazesi Cemevi’nin cenaze bölümüne kaldırılmıştı.
Artık geçmişten beri yaşanan bütün katliamların son bulmasını istiyen insanlar evlerine gitmemişti. Cemevi’nin etrafında Halil dedenin cenazesinin başında bekliyorlardı. Saat sabaha karşı 04:00 sıralarında Cemevi çevresine gelen polis panzerleri, projektörlerini yakarak Cemevi’nin üzerine tuttu ve polis araçlarından kalabalığın üzerine ateş açıldı. Açılan bu ateş sonucu Mehmet Gündüz’le birlikte, iki kişi yaşamını yitirdi. Bu olayı haber alanlar orada toplanarak sabahın erken saatlerinde karakola doğru yürüyüşe geçtiler. Bir gün önceki saldırılara kayıtsız kalan polisler gece gelip sorgusuz sualsiz Cemevi’ndeki insanların üzerine ateş açmıştı. Ve tahmin ettikleri gibi sabah erkenden binlerce kişi (yaklaşık 15,000 kişi) karakola doğru yürüyüşe geçtiğinde, bir gün önce sadece birkaç polisin olduğu karakolun önünde binlerce çevik kuvvet polisi ve özel harekât polisleri hazır bulunuyordu. Kalabalığın üzerine ateş açan polisler onlarca insanı katlettiler. İlk saldırıda ölen Halil dedenin ve gece polisler tarafından öldürülenlerin cenazeleri Cerrah Paşa Tıp Fakültesi’nin otopsi servisine kaldırılmıştı. Daha sonra açılan ateş sonucunda hayatlarını kaybedenlerin cenazeleri de çeşitli otopsi kurumlarına kaldırılmıştı. Otopsiler yapıldıktan sonra bütün cenazeler mahalle esnafı (ilk taranan kahvehanenin sahibi) Şevket Yavuz ve muhtar Nevzat Altun tarafından teslim alınarak Gazi Mahallesi’ne getirilmişti. Cenazeler mahallede toplanmış onbinlerce kişinin omuzları üzerinde taşınıyordu ki; tam bu esnada polis panzerleriyle kalabalığın üzerine saldırdı. Halk, cenazeleri ezilmekten son anda kurtardı. Nasıl olurdu böyle bir şey! İlk önce masum insanlar katledilmişti, şimdi de cenazelere saldırılıyordu. Olaylara Türkiye’nin ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinden tepkiler yükseliyordu. Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde de olaylara tepki gösterenlere polis tarafından ateş açılmış, orda da ölenler ve yaralananlar olmuştu. Bu iki mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Gazi Mahallesi’ne giriş ve çıkışlar polis kontrolüne alınmıştı. 14 Mart günü olayların bir türlü yatıştırılamaması üzerine bölgeye askeri birlikler sevk edildi. Askerlerin gelmesinden iki gün sonra dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, olayların yatıştığını söyleyerek bölgedeki sokağa çıkma yasağını kaldırdığını açıkladı.
Yargılama Süreci
Gazi Osman Paşa savcılığının olayla ilgili fezlekesiyle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında “müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” iddiasıyla dava açtı. İstanbul Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’ne açılan dava “kamu güvenliğinin sağlanamayacağı” gerekçesiyle Trabzon’a sürgün edildi. 11 Eylül 1995’te Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılama süreci, beş yıl içinde otuz bir duruşma yapılarak 3 Mart 2000’de karara bağlandı. Yargılanan yirmi polisten on sekizi ilk duruşmada beraat etmişti. Diğer iki polis memurundan Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten 1 yıl sekiz ay, diğer polis memuru Mehmet Gündoğan iki kişiyi öldürmekten 1 yıl sekiz ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezaları ertelendi. 12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde başlayan ve Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne de sıçrayan olaylarda toplam 19 masum insan polisler tarafından katledilmiş ve ilk saldırıyı gerçekleştirenler gaspettikleri taksinin şoförünü öldürüp taksiyi ateşe verdikten sonra ortalıktan “kaybolmuştu”.
Katledenlerin yanına kâr mı kalmıştı bu olay? İlk bakışta öyle. Egemenlerin adaleti, katliamcılardan hesap sormaya yetmedi ve yetmeyecek de, ama daha sonra ki yıllarda her 12 Mart’ta yapılan anmalara katılan onbinlerce insan ölenleri unutmadığını ve bir gün hesap sorulacağını gösteriyor.
Apollo
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder