16 Aralık 2010 Perşembe

“Türban Sorunsalı” ve Çözümsüzlük Arayışları

Temmuz 2007 seçimlerinden sonra alevlenen ve o dönemde gerici AKP-MHP’nin dinci faşist ittifakı ile statükocu CHP ve Kemalist seçkinler arasında fırtınaların kopmasına neden olan türban meselesi son günlerde yine gündeme otur(tul)du. 3 yıl önceki genel seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkan AKP hükümetinin seçim sonrasına bıraktığı anayasa değişikliği çalışmaları başlamadan gündeme getirdiği türban serbestliği meselesi, o dönemde de anayasasının mevcut maddelerinin  engel olması sebebiyle yine yapay bir gündem olarak kalmış, AKP iktidarının ve CHP muhalefetinin siyaset malzemesi olarak kullanılmak üzere bugüne değin rafa kaldırılmıştı.

12 Eylül  Referandumu ve Sonrasında

12 Eylül 2010 referandumu sonrasında kabul edilen anayasa paketi ile birlikte elini daha da güçlendiren AKP hükümeti, değişikliklere rağmen “türban yasağını” tam olarak kaldıramadı. Ve türban yeni bir seçim ve siyaset malzemesi olarak bir kez daha ortada kaldı. “Türban yasağının” kaldırılması konusunda AKP hükümetine muhalif olan CHP bile bu konuyu kendilerinin çözebileceğini söyleyerek muhafazakar seçmen kitlelere ulaşmanın yollarını aradı. CHP’nin seçim kampanyalarında bu konuyla “start” verdiğini gören AKP hükümeti daha önce çok faydasını gördüğü bu konuyu sahiplenerek duruma el koydu ve “türban meselesini” Kürt açılımı ve Alevi açılımı çalışmalarının da önüne aldı. CHP ise hem tabanının hem de Kemalistlerin tepkisiyle ilk çıkışından vazgeçti ve eldeki oylarının da kaybından endişe ederek durumu en az kayıpla kotarmanın hesaplarını yaptı.

Meclisten bir karar çıkarılmasını beklemeden, YÖK fiilen olaya el attı ve üniversitelere gönderdiği yazıyla türban yasağının önündeki engeli fiilen kaldırmış oldu. Sonrasında türban sorununu çözmek vaadiyle mecliste kulislere başlayan AKP meclisteki diğer partilerle yaptığı görüşmelerden olumlu sonuç alamadı. Tüm bunlar olurken türbanın ilköğretimde ve kamu çalışanları arasında da serbestçe kullanılması gündeme geldi. İlköğretim öğrencilerinin ailelerinin çocuklarının türbanla okullara girmesini istemesiyle, YÖK başkanı Ziya Özcan’ın bu konuda başı açık olanlara özgürce giyinme ve dolaşabilme teminatı vermesi ve ardından laikliğin koruyucusu, yılmaz bekçisi(!) Yargıtay başsavcısının partileri hizaya getiren söylemiyle birlikte CHP'deki Kılıçdaroğlu muhaliflerinin baskıları sonucunda parti yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı. Böylece Kılıçdaroğlu “türbanın üniversitede serbestliğine evet ama kamuda olmaz” diyerek şartlı bir politika izleme yoluna gitti.  Nihai olarak türban serbestliği konusu tek başına, bunu en iyi kullanabilen AKP’nin elinde bir seçim ve propaganda kozu olarak kalmış ve AKP bu oyunda en karlı çıkan parti olmuştur.
 
Burjuva ikiyüzlülüğü ve statükocu cephenin krizi 

Referandumdan sonra seçim sürecine girmiş bulunan burjuva siyasetçileri, gündemi meşgul eden birçok konuda birbirleriyle kıyasıya bir yarışa girmiş bulunuyor. Referandumun hemen akabinde yeni bir anayasanın hazırlıklarını gündeme getiren hükümet, özellikle Kürt sorununda “çözüm” ve “uzlaşı” içeren söylemleriyle kitleler üzerinde aldatıcı bir izlenim bırakmak istemişti. Ancak görüldü ki bu da diğer sorunlar gibi seçimler için kullanılmak üzere beklemedeki yerini aldı. AKP hükümeti daha çok getirisi olan türban meselesiyle gündemi meşgul tutmayı yeğledi. Türban konusundaki ‘kararlı’ tavrını ise diğer “demokratik hak ve özgürlükler” konusunda göstermeye dahi yanaşmadı.
Hükümet bu konularla gündemi kontrolünde tutmaya çalışırken diğer burjuva parti ve siyasetçiler de bu gündeme yedeklenmekten geri kalmadı. MHP, Kürt ve Alevi açılımları gibi konularda ırkçı-faşist tutumunda ısrarcı olduğunu gösterdi. Türban konusundaki gerici tavrıyla bir yandan AKP’nin gerici politikalarına su taşımaya devam ederken öbür taraftan burjuva ikiyüzlü muhalefet politikasını da yürütmeye devam ediyor. CHP ise türban sorununu çözme vaadini, AKP’ye rağmen gerçekleştirebilmesinin mümkün olmadığını anlamış olacak ki zaten elden hiç bırakmadığı statükocu Kemalist tutumunu sürdürmekten başka bir yol bulamadı. CHP milletvekili Necla Arat “Gereksiz yere türbana dolandık” diyerek bir burjuva muhalefet partisinin politika yapmaktaki basiretsizliğini göstermiş oluyordu. Bir diğer CHP’li Nur Serter ise "CHP'li birçok milletvekilinin, CHP tabanının görüşü zaten bu yönde. Tabanın ve Genel Başkan'ın düşünceleri kamuoyu tarafından birbirinden farklıymış gibi görünüyor olabilir. Ama bu CHP'de bir bölünme olduğu anlamına asla gelmez. Biz 2008'de başörtüsü meselesini Anayasa Mahkemesi'ne götüren bir partiyiz ve o zamandan beri herkes yerli yerinde duruyor"  diyerek CHP’nin burjuva ikiyüzlülüğünü göstermiş oluyordu. Nur Serter’in siyasi ve akademik geçmişi de statükocu politikalarını doğrular nitelikte. Serter İstanbul Üniversitesi'nde rektör yardımcılığı yaptığı 28 Şubat sürecinde başörtülü kadın öğrencilerin sorguya çekildiği ikna odalarının da mimarlarındandı.
Türbandan nemalanamayacağını anlayan CHP bu konudaki ikiyüzlü tutumunu sürdürürken, seçim öncesi Alevi emekçilerin ‘koruyuculuğunu’ tekrar üstlenmiştir. Alevilere uygulanan baskı ve ayrımcılık politikalarına karşı tek bir adım atmamış, dahası diyanet işlerinin tasfiye edilmesini, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyen Alevi örgütlerinin bu en küçük talebini bile görmezden gelerek kitleleri oyalama politikalarını devam ettirmiştir. Öyle ya, devletin resmi ideolojisi olan statükocu Kemalist rejimin bekçisi CHP için devletin bekası her şeyden önemlidir ve vakti geldiğinde -geçmişte olduğu gibi- diyanet işlerini kendi politikaları için kullanmak gereği duyabilir.
Küçük Burjuva solunun “özgür ve demokratik anayasa” saplantısı
“Türban meselesine” dönecek olursak devletin zirvesinde böylesine bir çekişme yaşanırken diğer küçük burjuva sol partilerin de bu yapay gündem üzerinde birleştiklerini ya da çarpıştıklarını görebiliriz. Türban meselesini düşünce özgürlüğü kapsamında ele alan AKP hükümetine karşı, ittifak halinde görülen küçük burjuva sol parti ve yapılar, bir yandan özgür düşünce ve kılık kıyafet özgürlüğü üzerinden sloganlar üretip dururken diğer taraftan Kemalist cephenin kuyruğuna takılıp aynı ulusalcı söylemleri elden bırakmamaya gayret gösteriyorlar. Türban konusunun ise demokratik yasa ve anayasal haklar çerçevesinde çözülebileceğini iddia ediyorlar. Mecliste grubu bulunan partilerden biri olan BDP’nin milletvekili Bengi Yıldız ise aynı şekilde türbanın din ve vicdan hürriyeti kapsamında ele alınması gerektiğini ifade ederek bunun anayasada bir paket olarak yer alması halinde çözülebileceğini söylemişti. Kürt sorununda bile bu yanılgıya düşen BDP’lilerin türban konusunda daha gerçekçi olması da beklenmezdi zaten.
Referandum sürecinde birlikte hareket eden ÖDP, EMEP, Halkevleri ve TKP türban serbestliği konusunda ayrılılığa düştüler. ÖDP ve EMEP türban serbestliğinden yana tavır alarak Yargıtay başsavcısının çıkışını eleştirdiler. Halkevleri ise 28 Şubat sürecinde SİP’in yayınladığı ‘Türban Neyi Örtüyor’ broşürünü tekrar yayınlayan ve SİP’in devamı olan TKP’nin yanında tavır aldı.    
“Türban serbestliği” konusuna an itibariyle bakacak olursak;  evet zaten YÖK’ün yayımladığı türban kararı genelgesi ve süreç içinde değişen AKP yanlısı üniversite yönetimleriyle türban üniversitelerde fiilen serbest hale geldi. Bugün devlet protokolünün zirvesindeki yerini bile almış durumda. Bütün gerici uygulamaların devlet eliyle yıllardır yürütüldüğü bu ülkede türbanı yapay bir gündem olarak kullanan burjuva devlet ve partiler için eksik olan tek şey bir anayasa maddesidir. Ancak görülen o ki bu bile olsa türban bir tartışma ve gündem konusu olarak sermayenin bütün tarafları arasında, burjuva siyasetçilerin ağızlarındaki çürük diş olarak kalmaya devam edecek.
“Türban meselesine” nereden ve nasıl bakmalı
İslam dininin bir ürünü olan türban, dinin ve dogmatik düşüncelerin kadın üzerindeki baskısının da bir aracıdır aynı zamanda. Evde, sokakta ya da işyerinde kadını erkeğe, erkeği de kadına yabancılaştıran, ataerkil zihniyetin kadın bedeni üzerindeki tahakkümünü kolaylaştıran bir giyinme biçimidir. Kadınların özgürlüğünü türban takıp takmamalarına göre değerlendirmek, aslında kadınların ezilmesinin sınıfsal temellerini göz ardı etmek demektir. Bir öğrenci üniversiteye istediği gibi girme ya da girmeme özgürlüğüne sahiptir. Yapılması gereken devletin üniversite öğrencilerinin ne giymesine karar vermesine ve yasaklara karşı çıkmaktır.
Laiklik konusunda bugün karşı karşıya olduğumuz sorun “türban” değil; baştan beri devletin elinde olan İslam dininin AKP hükümeti eliyle toplumsal yaşama egemen kılınması çabasıdır. On yıllar boyunca dini kullanan ve insanların kılık kıyafetlerine standartlar getirmeyi laiklik olarak yutturmaya çalışan Kemalistlerin, başını bugün AKP-MHP ittifakının çektiği dinci gericiliğe karşı gerçekten mücadele etmesi mümkün değildir”*
Kapitalist üretim ilişkilerinde, dinler işçi ve emekçi kitleler üzerindeki sömürüyü arttırmanın araçlarından biri haline gelir. Sorun, dinsel gericiliğe karşı mücadele ise bu da ancak diyalektik maddeci bilimsel düşünce temelinde, dinleri var eden toplumsal, nesnel koşulların ortadan kaldırılması mücadelesiyle yani sınıflı toplumlara karşı verilecek Marksist devrimci mücadelenin bir parçası haline getirilerek verilmelidir. Dinsel gericiliğin ve emek sömürüsünün altında ezilen bütün dünya emekçilerinin ve işçilerinin birlikte vereceği mücadele ile kapitalist sistemin ortadan kalktığı, her alanda, bilimsel ilerleme ve aydınlamanın olduğu, sınıfsız ve sömürüsüz toplumlarda, dinler ve dini duygular da kendiliğinden sönümlenecektir.
                                                                                                                     Serhad

* http://www.sss-sosyalizm.org/sosyalizmden/turban_neyi_ortuyor.asp

Hiç yorum yok: