16 Aralık 2010 Perşembe

17. Sayıya “Önsöz”

İktisat-Siyaset 17. sayısıyla, yaklaşık iki aylık bir aranın ardından yeniden okurlarıyla buluşuyor. Aradan geçen iki aylık süre, ülke ve dünya gündeminin yoğunluğu hesaba katıldığında oldukça uzun sayılır. Sürekli değişen gündem maddeleri, birbiri ardına patlayan hadiseler takip edilmesi güç bir manzara sunuyor bizlere. Gerek coğrafyamızda, gerekse dünyanın diğer bölgelerinde, haber değeri taşıyan, üzerine kafa yorulması yaşamsal önem arz eden meselelerin bolluğu, elinizdeki fanzinin sınırların fazlasıyla aşıyor ne yazık ki. Buna rağmen egemenlerin ideolojik kuşatmasına inat, sözler var söylenmesi ve paylaşılması gereken… Dolayısyla İ-S’nin bu sayısında da, elimizdeki alanı en iyi şekilde kullanmaya özen gösterdik.

Yer verebildiğimiz ölçüde, geçtiğimiz iki ay boyunca konuşulup, tartışılan çeşitli gündem maddelerinin egemenlerin yalanlarından arındırılmış hali ile sunumudur elinizdeki fanzin. İçeriğin okur için doyurucu olduğunu umuyoruz. İçeride yer veremediğimiz bazı konu başlıklarını da mümkün olduğunca bu  “önsöz”de ele almaya çalışacağız.
***
4 Aralık günü Dolmabahçe'de üniversite rektörleri ve başbakan arasında bir toplantı yapıldı. Siyasi iktidar ve üniversite yönetimleri, üniversiteler üzerine bir toplantıda biraraya gelmiş ve asıl olarak başbakanın çektiği nutuklar üniversite yönetimleri tarafindan can kulağı ile dinlenmişti. Dışarıda ise kendileri hakkında alınacak kararlara müdahale etmek isteyen, üniversitelerdeki sıkıyönetim uygulamalarını protesto eden bir öğrenci kitlesi vardı. Öğrencilerin toplantıya katılma talebi reddedildi, bunun üzerine öğrenciler toplantıya temsilcilerini göndermek üzere yürüyüşe geçtiler. Bu aynı zamanda polisin öğrencilere fütursuzca saldırısını başlattığı an oldu. Bibergazı ve cop saldırısına karşı direnmeye çalışan öğrenciler kimi medya kanalları tarafından saldıran taraf olarak sunulmaya çalışılsa da, görüntüler polis terörünü açıkça gözler önüne seriyordu.

Bu sert müdahale gündemdeki yerini henüz koruyorken, Ankara Siyasal'daki Burhan Kuzu protestosu gerçekleştirildi. Öğrenciler, polisin ve basbakanın İstanbul'daki tutumunu protesto ediyor, polisin saldırısı sonucu burnu kırılan, feci biçimde darp edilen ve hatta bebeğini düşüren arkadaşları adına hesap soruyorlardı. Protestoyu gerceklestiren ögrenciler Burhan Kuzu'yu yumurta yağmuruna tutuyordu.  Aynı panelde konuşmacı olan CHP genel sekreteri Süheyl Batum’un konuşması da engelleniyor  ve salonu terk etmek zorunda kalıyordu. Batum ilk açıklamasında bu eylemi faşizan bir eylem olarak tanımlasa da ardından geri adım attı ve öğrencilerin tepkisini anladığını ifade etti. CHP'nin bu olumlu yaklaşımının arkasında hiç şüphesiz öğrenci gençliği kendisine yedekleme niyeti yatıyor. Öyle ya, panelde CHP'nin de protesto edilmesinin gerekçesi olarak, bazı öğrencilerin CHP'nin kendilerine yeterince sahip çıkmadığını ifade etmeleri bu açıdan anlamlı. Elbette protestoyu gerçekleştiren tüm öğrencilerin CHP'ye yakın olduğunu söylemek büyük bir yanlışlık olur. Ancak, sol siyasetler içerisinde CHP'yle dirsek teması bulunan ve bir CHP iktidarını özleyen grupların olduğu da bir sır değil. Dolayısıyla, genel seçimlere giderken sol sosa bulanmış bir CHP'nin hesapları arasında üniversitelerde etkin olan ulusalcı sol dolayımıyla muhalif öğrenci gençliği kazanmanın da bulunduğunu söyleyebiliriz.

İstanbul'daki polis terörü ve Ankara'daki yumurtalı eyleme yönelik hazımsızlığın “demokratikleşiyoruz” masalını bir kez daha ortaya serdiği bir gerçek. AKP kendisine yönelik tüm muhalif sesleri en sert şekilde bastırma konusunda hiçbir tereddüte düşmüyor, düşmeyecektir. Bununla beraber, tüm protestoları karalama ve marjinalize etme girişimi hemen göze çarpıyor. Başbakan Erdoğan öğrencileri “illegal örgüt üyesi” ilan edebiliyor! Hatta medyada boy gosteren kimi burjuva ideologları, ögrencilerin eylem ve protesto yöntemleri ile polisin uyguladigi terörü birbiri ile kıyaslayarak, aralarında bir fark olmadığını, iki tarafin da “eşit miktarda şiddet” uyguladığını ifade edebilecek kadar pervasızlaşabiliyorlar. Yumurta fırlatmakla, biber gazini böcek ilaçlar gibi kullanmak arasinda bir fark yok onlara göre... Aslında bu yaşananlar, henüz Avrupa'daki gibi kitlesel ve militan öğrenci eylemlerinin gerçekleşmediği Türkiye'de, benzeri eylemlerin gerçekleşmesi yüksek ihtimaline yönelik hükümetin kendisini ideolojik olarak hazırlama çabasıdır. Bu çaba uğruna, önümüzdeki günlerde üniversitelerde çeşitli provokasyonlara dahi başvurulabilir.

Öğrenci mücadelesindeki en küçük bir kıpırdanma dahi egemenleri dizginsiz bir terör uygulamaya götürüyorsa bu boşuna değildir. Bu onların, bir işçi hareketinin ön habercisi olacak kitlesel öğrenci eylemlerinden duydukları korkunun bir ifadesidir. Bugün kendisini AKP karşıtlığında ifade eden protestolar, gerçekte düzene duyulan öfkenin bir dışavurumudur. Burada önemli olan, bu öfkenin bir diğer burjuva partisi olan CHP değirmenine taşınmasını engellemek ve bir bütün olarak sistem karşıtı, işçi sınıfının yolunda yürüyen bir hareket olarak örgütlenebilmesini sağlamaktır.

***
Kasım ayında Lizbon'da toplanan NATO zirvesi 'Yeni Stratejik Konsept'i kabul etmiş bulunuyor. Özünde bir ABD projesi olan “yeni konsept”, Türkiye'nin dahil olduğu tüm NATO üyelerince onaylandı. Önümüzdeki döneme dair bir yapılanmanın ifadesi olan kararlar, emperyalist devletler arası yeni çatışmalara yönelik alınan önlemeler olarak özetlenebilir. Türkiye üzerinden, asıl olarak İran tehdidine karşı füze kalkanı oluşturma olarak ABD tarafından ifade edilen yeni sistemin, yalnızca teknik imkanları dahi düşünüldüğünde yalnızca İran'a karşı olmadığı ortaya çıkıyor. 3000 km menzile sahip füze kalkanı alanına Rusya ve Çin de giriyor ki, bu dünyadaki siyasi-ekonomik duruma da denk düşen bir önlemdir. ABD'nin başını çektiği batılı emperyalist blok her ne kadar Rusya ve Çin'le “iyi ilişkiler” içerisindeymiş gibi görünse de, dünya kapitalizminin krizi ve emperyalistler arası rekabet her an yeni büyük savaşların kıvılcımını çakabilecek potansiyellere sahipler. Türkiye'nin füze kalkanı ve radar sisteminin inşa edileceği ülkelerden birisi olması, bu toprakların da önümüzdeki savaşların alanlarından birisine dönüşmesi ihtimalini daha da güçlendirmiş bulunuyor. Füze kalkanı projesini “halklarımızı korumak için” masalıyla yutturmaya çalışan emperyalist güçlere karşı verilebilecek tek yanıt savaşlar üreten sistemlerine son vermek için mücadele etmek olabilir.

***
Kapitalizmin, küresel ekonomik kriz eliyle sarsıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Burjuva ideologlarının ve liderlerinin atlattık, atlatıyoruz yalanları ile üzerini örtmeye çalıştıkları ekonomik kriz dünyanın farklı ülkelerinde, farklı biçimlerde kendisini hissettiriyor, kitlesel hareketliliğin zeminini yaratıyor. Son dönemde özellikle gelişmiş kapitalist merkezlerde ortaya çıkan işçi ve öğrenci muhalefetinin dayandığı temel tam da burası. İngiltere’de, İtalya’da, Fransa’da, Yunanistan’da  işçi ve emekçiler grevlerle, öğrenciler boykotlar ve işgallerle kapitalist krizin faturasının kendilerine çıkarılmasına tepki gösteriyorlar. Burjuva hükümetlerin, sermaye egemenliğinin devamlılığı adına attıkları adımlar; ücret kesintileri, emeklilik yaşının arttırılması, sosyal hak gaspları, üniversite harçlarına yapılan muazzam zamlar, işçilerin ve öğrencilerin direnişi ile karşılaşıyor. Uzunca bir süredir, sınıflar mücadelesinin tezahürlerini unutmuş olan Avrupa’da yeni bir dalganın ön habercilerinden bahsedilebilir. Saydığımız ülkelerin dışında kalan Avrupa ülkeleri ise bu akıbetten muaf değil. Önümüzdeki dönemde krizin etkisinin özellikle AB ülkeleri içinde artacağı, bugünkü veriler ışığında öngörülebiliyor. Dolayısıyla önümüzdeki yılın, Avrupa’da ve hatta dünyanın geri kalanında da burjuvazinin saldırılarına karşı ayağa kalkan işçi ve öğrenci kitlelerin mücadeleyi yoğunlaştıracağı bir süreci içermesi mümkün. Mevcut hareketliliğin, kapitalist sistemi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir perspektifle örgütlenmemesi halinde ise bugünkü dönüştürme potansiyelini kaybedeceği ise bir başka gerçeklik olarak duruyor önümüzde.
***
Geçtiğimiz günlere damgasını vuran ve dünya gündemi haline gelen bir başka mesele ise Wikileaks adlı oluşumun (web sitesinin) yayınladığı belgeler. Geçmişte de yayınlağı kimi belgelerle ses getiren oluşum, bu kez ABD diplomasisinin kalbine kadar sızıp, “süper güç”ün dış ilişkilerinin nasıl yürütüldüğünü tüm dünyaya duyurmayı başardı. Wikileaks’in açıkladığı belgeler, ABD büyükelçilerinin, dış ilişkiler sorumlularının, çeşitli kademelerden diplomatların  ABD’nin ilişki içerisinde olduğu ülkelere dair görüş ve düşüncelerini içeriyor. ABD’nin, özellikle İran, İsrail ve Türkiye’ye ilişkin politikalarının nasıl şekillendiği yayınlanan belgeler eliyle bir kez daha görülmüş oldu. Başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de bir süre gündemi kilitleyen belgeler aslında bilinenlerin ötesinde, çok önemli veriler barındırmıyor. ABD’nin İran, İsrail, Türkiye ya da bir bütün olarak Ortadoğu’ya yönelik politik tavrının anlaşılması için Wikileaks belgelerine ihtiyaç yok elbette. Fakat bu belgelerin içeriğinin, ABD’li diplomatların tespitlerinin, “içeriden” alınan bilgileri iletme biçiminin, tek tek ülkelerdeki diplomatların adeta ajanlık faaliyeti yürütüyor oluşunun, burjuva demokrasisinin kokuşmuşluğunu göstermesi açısından önemli kaynaklar olduğu açıktır. Keza her ülkenin diplomatlarının da benzer ilişkiler yürüttüğünün ortada olduğu düşünüldüğünde, devletlerin tüm kararlarını gizli kapılar arkasında aldığı, halkları ise “demokrasi” masalıyla uyuttuğu daha net görülüyor. ABD’nin dış ilişkileri açısından bir kırılmayı yaratacak potansiyele sahip olmasalar da yayınlanan belgelerin, bu emperyalist gücü zor durumda bıraktığı bir gerçek. Şimdi, hükümet liderlerine kişisel hakaretleri de içeren belgelerin yarattığı infialin önü alınmaya çalışılıyor. Önümüzdeki günlerde Wikileaks’in yayınlaması öngörülen yeni belgeler ise merakla bekleniyor.
***
Kore Yarımadası’nda Kuzey ve Güney’i karşı karşıya getiren çatışmalar, dünyanın gözlerinin buraya çevrilmesine neden olmuştu. Çatışmaların her an gündeme gelebildiği yarımadada, 23 Kasım günü Kuzey Kore’nin, Güney Kore’nin Yongpyong Adası’nı topçu ateşine tutmasıyla iyice tırmanan gerilim şimdilik yatışmış görünüyor. ABD, Çin ve Rusya’nın kapitalist hegemonya mücadelesinin önemli alanlarından biri olan Kore Yarımadasındaki gelişmelerin, savaş tehlikesi taşıdığı, olaydan 5 gün sonra, Güney Kore ve ABD ortaklığı ile yapılan askeri tatbikat neticesinde de görülmüş oldu.
***                                                                                                                                                                           
Küresel ekonomik krizin etkileri önümüzdeki günlerde daha da yakıcı olarak hissedilecek. NATO'nun 'Yeni Stratejik Konsepti' ya da Kuzey ve Güney Kore çatışması, dünyanın hiç de barışçıl bir döneme yol almadığını gösteriyor. Buna bir de Wikileaks ifşasının gözler önüne serdiği burjuva demokrasisinin çürümüşlüğü eklendiğinde yeni bir dünya için mücadele ihtiyacı daha çarpıcı bir şekilde su yüzüne çıkıyor.

'Bütün ülkelerin işçileri birleşin!' çağrısı geçerliliğini koruyor.

Hiç yorum yok: