O gün, kanlı bıçaklı hayallerle tanışma günüydü. Özgürlük tadılacaktı; hiç yaşanmamışçasına –ki eğer özgürlük buysa, varsın yaşanmasındı.
Telli duvaklı gelin edildi yanakları al, küçük kız. Oyuncakları kenara itildi. “Sen büyüksün” denildi. “Sen büyüksün”. Yanakları al okul çocuğu, okuldan alındı. Telli duvaklı gelin edildi. Özgürlük tadılacaktı, hiç yaşanmamışçasına –ki eğer özgürlük buysa, varsın yaşanmasaydı böylesi!-
O gün, dedesi yaşında biriyle evlenme günüydü. Sıcacık yatağından alınıp gerdek odasına itilen o minik yürek, çocuklar dünyaya getirip özgür olacaktı. Okulunu bırakıp özgür büyüyecekti kocasının yanında... Ne kadar büyüklükse beklenen (!), çocuğuyla birlikte kendini de büyütecekti.
O akşam son buldu tüm çocukluk hayalleri. Okulu, geleceği yoktu artık. Tüm geleceği o gece aynı odaya kapatıldığı yaşlı adamın ellerindeydi...
Yaşanmamış özgürlüklere perdeler çekiliyordu. Tazecik bir hayat, oracıkta son buluyordu. Hançer değildi bu minicik yüreği öldüren, o kahrolası geceydi. Tüm çocukluğunu silip süpüren; ertesi sabaha koskoca “özgür” bir kadın getiren o kahrolası geceydi.
Söyleyin bu muydu özgürlük? Minicik elleri kalem tutmak yerine çocuk büyütmeye iten bu zihniyet, ne kadar özgürdü dersiniz?
Bu küçük hikayeyi örnek göstermek istedim. Çünkü ben artık çok sıkıldım: Her sabah mendil satan minik elleri görmekten, okula değil dilenmeye giden çocukları görmekten; ve onları uzaktan izleyen bu kötü zihniyetten...
Daha kendisi çocukken, çocuk büyüten minicik anneleri görmekten... Onların yalnızca okula gitmelerini istiyorum, okul saatinde evde olmalarını ya da sokaklarda mendil satmak zorunda olduklarını görmeyi değil...
Özgürlük denilip duruldu hep. Peki soruyorum o zaman; çöplüklerin derinliklerinde geleceğini arayan çaresiz gençler, bu tercihi yapmakta ne kadar özgürdü? -ki eğer özgürlük buysa, varsın yaşanmasın. Yine perdeler çekilsin üzerine.-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder