17 Haziran 2009 Çarşamba

İktisat İdeolojisi

İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, her belirli ekonomik-toplumsal yapı gibi (antik köleci, asyatik, feodal) belirli ekonomi yasaları üzerinden işler. Kapitalizmin de temel işleyişi, meta üretimi ve sermaye birikimi üzerine kuruludur. Dolayısıyla öznel iradeden bağımsız olarak, sürekli daha fazla kar için hareket eder ve insanileştirilmesi bu yüzden mümkün değildir. Kapitalist sınıf, karını artı-değer üzerinden elde eder ki, kapitalizm işçi sınıfının sömürülmesi ile elde edilen artı-değer olmadan yaşayamaz, şöyle de diyebiliriz ki, artı-değer sömürüsü olmasaydı kapitalizm de olmazdı. Bu yüzden, sermaye sınıfı, işçi sınıfını sömürerek artı-değere el koymak zorundadır. Bunu da, üretim araçlarının mülkiyetinin kendi sınıfının elinde olması ile yapar. Sermaye sürekli gelişmeli, yayılmalı ve birikmelidir.

Her ne kadar iktisat eğitimi alıyor olsak da, eğitimin egemen sınıfın, dolayısıyla sermaye sınıfının elinde olduğu açık gerçeğinden hareketle, bize verilen eğitimin nasıl bir eğitim olduğu anlaşılabilir. Hem üniversitelerde, hem de medyada, iktisat bilimi olarak sunulan şey, bize anlatıldığı haliyle bir bilim değil, bir ideolojidir. Bize her gün anlatılan, kapitalizmin yıkılmazlığı, son ve en mükemmel üretim biçimi olduğu iddiası, tarih hakkında biraz fikri olan herkes için saçmalıktan başka bir şey değildir. Nasıl ki, sınıfsız ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum ve asyatik toplumlar, sürekli bir gelişim ve değişim (sınıf mücadeleleri) nedeniyle belirli bir aşamadan sonra ortadan kalkmak zorundaysa, kapitalist toplum da aynı sınıf çelişkileri nedeniyle ortadan kalmak, yerini sınıfsız topluma bırakmak zorundadır, elbette bu kendiliğinden değil, bizzat sermaye sınıfının kendi ve zorunlu ürünü olan mezar kazıları –işçi sınıfı- tarafından gerçekleştirilebilir.

Her ne kadar, derslerimizde adı dahi geçmese de, kapitalist üretim biçiminin işleyişini, çelişkilerini, değer ve artı-değer kavramlarını geliştiren ve burjuva iktisadın bir bilim olmayıp, aynı öncülleri gibi (A.Smith, D.Ricardo vd.) politik ekonomi olduğunu gösteren ve ekonomi politiğin en kusursuz eleştirisini veren kişi Karl Marx’tır. Burjuva iktisatçıların tümü, iktisadı, kapitalizmin ve burjuva toplumun neler yaparak sürdürülebilceği ve bu sömürü sisteminin neler yaparak meşrulaştırılabilineceği üzerinden ele alırlar ve bunu “bilim” diye sunarlar. İktisat ideologları tarafından ileri sürülen tahliller olanı değil, olmasını istediklerini gösterir. Ekonomi politiği bilimsel olarak ele almak, ekonominin işleyişinin çözümlemesini yapmakla mümkündür.
Şundan emin olabiliriz ki, uzman burjuva iktisatçıların tümü Marx’ın Kapital’ini en az Marksistler kadar iyi bilmektedir, daha doğrusu bilmek zorundadırlar çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi kapitalizmin işleyiş yasalarını Kapital’de gösterildiği kadar açık bir şekilde, ondan sonra gösteren olmamıştır. Elbette bu iktisatçılar, Kapital’i, sermaye düzenini korumak için özümserler, diğer tarafta Marksistler ise sınıfların ortadan kaldırılması için anahtar görevi olarak özümserler Kapital’i.

Egemen ideoloji, 1991 yılından itibaren büyük bir propaganda başlatmış, artık tarihin sonunun geldiğini, sınıf çelişkilerinin ortadan kalktığını ve tüm insanların bundan sonra refah içerisinde yaşayacağını iddia etmişti. Aradan geçen on yedi yıl, bu iddiaların söylemde kaldığını ve gerçeği yansıtmadığını fazlasıyla kanıtladı. Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde insan günde 1 doların altında gelirle yaşamakta, yılda 20 milyon insan kapitalizmin kar güdüsü dolayısıyla açlıktan ya da savaşlarda ölmekte, işsizlik, yoksulluk ve sömürü hiç olmadığı kadar artmakta dolayısıyla temel iki sınıf arasındaki çelişkiler yumuşamak bir yana gelişmektedir. Aynı şekilde, ekonomik krizsiz ve savaşsız bir dünya vaat etmişti burjuva ideolojisi. Belirtmek gerekir ki, ekonomik krizler kapitalizmin işleyişinde ve iç çelişkilerinden doğar, aynı şekilde savaşlar da kapitalizm için vazgeçilmezdir. Nasıl ki, I. ve II. Dünya savaşları, Faşizm ve Nazizm, kapitalizmin çocuklarıysa, bugünkü Afganistan ve Irak savaşları ve Afrika’daki soykırımlar da kapitalizmin ürünüdür.

Doğu bloğu ülkelerinin birer birer çökmesiyle, başlayan bu propaganda asıl olarak “sosyalizm öldü” iddiası üzerinden şekillenmektedir. Ancak marksizm ya da bilimsel sosyalizm hakkında bilgisi olmayanların inanabilecekleri bir tezdir bu, öyle ki sosyalizm ancak bir dünya sistemi olarak kurulabilir ve sınıfsız, devletsiz bir toplumdur. Bugün insanlığın önünde iki yol duruyor: biri kapitalizmin dünyayı ve insanlığı götürdüğü yokoluşa seyirci kalmak, diğeri ise kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Bu, öncelikle kapitalizmin ne olduğu sorusu üzerinden gelişebilir ve bu soruya en kesin yanıtı veren bilim dalı halen ve kapitalizm varoldukça marksizmdir.

İktisat ideolojisi, serbest piyasa ekonomisinin kusursuz işlediğini ve kendi kendini düzenlediğini iddia edilmektedir. Bunun böyle olmadığı, yaşadığı dünyayı biraz inceleyen bir insan tarafından kolayca görülebilir, bunun için marksist olmak gerekmez. Kapitalizm kar amaçlı meta üretimine dayalı olduğu için, üretimi planlı değil, anarşiktir, bunun sonucu kaçınılmaz aşırı üretim fazlası, metaların elde kalmasıdır. Dünyanın bir çok yerinde açlıktan insanların ölmesine, konutsuz ya da sağlıksız koşullarda yaşamasına rağmen yiyecek maddeleri okyanuslara dökülür ya da yakılır. Konutlar boş durur. Tedavisi bulunan hastalıklar, ilaç şirketlerinin karlarını azaltacağı için piyasaya sürülmez, elde bekletilir. Ecza depolarındaki ilaçlarla iyileşebilecek yüzbinlerce hasta paraları olmadığı ve dolayısıyla ilaçları alamadıkları için ölüme terkedilir.
Aynı şekilde iktisat ideologlarının bilinç yanılsaması yaratmakta kullandıkları başlıca yöntem istatistiklerdir. Kişi başına düşen gelir, Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın nüfusa bölünmesi ile bulunur. Ancak şu açık bir gerçektir ki, bu toprakları ele alırsak, çalışan nüfusun büyük kısmı asgari ücretle çalışmakta, GSYİH’nın büyük kısmı ise bir kaç kapitalistin elinde toplanmaktadır. “Adil paylaşım, toplumsal eşitsizliğin azaltılması” gibi öneriler bizzat burjuva iktisatçıları tarafından gelmektedir, bu, toplumsal eşitsizliğin sınıflı toplumda azaltılmasının, sınıf çelişkilerinin yumuşatılmasının mümkün olduğu düşüncesini egemen kılar. Elbette onlar da bilmektedir ki, adil paylaşım safsatadan ibarettir ve toplumsal eşitlik sınıfsız toplumda mümkündür.

İktisat ideolojisinin başvurduğu en önemli araçlardan birisi de “ulusal çıkarlar” söylemidir. Ancak hiç kimse “ulus”un sınıflardan oluştuğunu ve dolayısıyla ulusal çıkar olarak adlandırılan şeyin, aslında egemen sınıf olan sermaye sınıfının çıkarı olduğunu düşünmez. Yalnızca bugünkü savaşlarda değil, 1. ve 2. Emperyalist paylaşım savaşlarında da sermaye sınıfı, kendi sınıf çıkarları için giriştiği savaşlarda, ordusunu oluşturan işçi ve köylülerin ve cephe arkasındaki insanların desteğini sağlamak, başka ulustan işçileri öldürmekte işçilerin hiçbir çıkarı olmadığı gerçeğini gözlerden gizlemek amacıyla bu yola başvurmuştur. Elbette daha önceki savaşlarda da kullanılan bu yöntem, yalnızca savaş dönemleri ortaya çıkan bir şey değil, süreklilik arz eden bir durumdur. Böylece sınıf çelişkileri olmayan, hatta savaşlardan çıkarı olan bir homojen “ulus” görünümü yaratılır. Ancak kapitalizm bir dünya sistemdir, tam da bu yüzden sermayenin vatanı yoktur, aynı işçilerin de olmadığı gibi.

Buraya kadar yazılanlar, iktisat ideolojisinin genel yapısı hakkında umarız bir fikir verebilir. Önümüzdeki sayıda, ekonomi politiğin eleştirisine (meta, değer, artı-değer, emek-gücü..) elimizden geldiği kadar girmek yararlı olacaktır.
Okurlarımız ve öğretim görevlileri, yalnızca bu yazımızın değil, diğer yazılarımızın da eleştirilerini vermek isterlerse, yazılarını bizlere ulaştırmaları yeterli olacaktır. Bu şekilde gelişen bir tartışmanın hem bizi hem de okurları geliştireceğini düşünüyoruz.

Promethus

Hiç yorum yok: