21 Haziran 2009 Pazar

ÖLMEK: BİR İŞİ YOKSA YAPILAN

Görüş günü:
Ona rastladım. Güney Fransa’da bir denizaltına yakın. Gök kuşağı renkli bir balığın yüzgecinin yanındaydı. Hemen tanıdım. Ben gözlükleri iyi tanırım. Dedem bir gözlüktü mesela. Bir gözlük olmasına rağmen fevkalade güzel omlet yapardı. Bu gözlüklü adamın hikâyesinin de iyi olacağından emindim. Lütfen dedim anlat bana.
Anlattı. Hiç ara vermeden tam 44 yıl boyunca anlattı. Ağlayarak anlattı. Hiç kesmeden 44 yıl boyunca dinledim. Yeniden sudan çıkıp güneşi gördüğümde buruş buruş olmuştum. Su beni yaşlandırmıştı.





Nasıl tanıştılar:

Kanatları kırılmış ve yeryüzünde bir çöle düşmüş biri.
Hep gökyüzü resmi yapardı da herkes ‘neden hep maviye boyuyorsun’ derdi.
İnsanları daha iyi duyabilmek için kırdı kanatlarını ve çöle düştü. Ve bir dost edindi bunca uğraşın arasında. Arkalarında savaşlar devam ediyordu. Arada acılı haykırışları duyuluyordu insanların. Sevmenin sorumluluğu derslerini hep bu çığlıklar içinde veriyordu dostu.
‘Bilmiyordum geçekten böyle bir yer mi yaşadığımız?’
Sözleşerek görüşmeye yeniden, ayrıldılar. Tam bir yıl sonra aynı yerde.

O ölmeden önce:
Hiç üşenmedi. 1 yıl sonra işini gücünü bıraktı. Karısıyla vedalaştı. En güzel giysilerini giyerek dostunu bıraktığı topraklara uçtu. Gökyüzünün altında aynı çığlıklar vardı. Şiddetli yağmur, bazen aşırı sıcak. Yine de gideceği yolu tüketti.
Güney Fransa’da bir yerlerde düşmüştü. Ne olmuştu.
Galiba öldürülmüştü. ‘Yazık’ dedi. ‘Küçük dostum beni epey bekleyecek.’




Beklemek:

Küçük dostu çölde tam 64 yıl bekledi. Evinin adresini bilmediğinden gidemedi. Ama öyle boş da durmadı. Gökyüzü çizen çocukları buldu. Onların aklına girdi.
Peter pan gibi girerek çocukların rüyalarına. Onu buldu. Yazık gerçekten çok yazık.




Rippert

O sabah bir önce ki gibi aynı saatte kalkıp hiçbir şey düşünmeden öylesine yani az sonra bineceği uçağın yanına gitti. Bir arkadaşı ensesine bir tokat attı. Bu onu kızdırdı. Yine de gülümsedi. Uçağına bindi. Bu uçağı kullanmak herkese nasip olmazdı.




Karşılaşma anı:

Merdivenlerin başında küçük evde acıklı bir keman sesi duyuluyordu. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu gördüğü büyük bir ışıktı. Üzerine çökmüştü. Ağırlığı ile altın rengi bir sis içinde toz içinde kumsala indi. Sağ ayağının serçe parmağını bir çupra yediğine göre çok derinde sayılmazdı. Balık yuttuğunu geri çıkardı.
Rippert ise bunu daha önce yapmamıştı. Bir daha ne olursa olsun yapmayacaktı. Açlıktan ölse bile.




Son gördüğü:

Maketini yapsan 1/ 7 ölçekli bir uçak olur topu topu. Alexander Martin Lippisch’ in tasarladığı tarihin tek roket itkili uçağı. “Messerschmitt me 163”. Yalnızca Almanlar kullanır.

Rippert sonra:
Bir daha asla aşağıya bakamadı.
Eğer bir gün aşağıya bakarsa kendini atacak.
Ve geceleri uyuyamıyor.




Bir telefon konuşması:

B 612 den denizin dibine…
Duyuyorum
Orada mısın?
Evet
İyi misin?
İyi misin?
Evet
Bende iyiyim




En sondan bir önce:

Aldılar beni Bourget’ a götürdüler.
Anlıyorsun ya beni. Tüm bu duydukların yalnızca yakında düzeleceğidir.
Sonra savaş uçaklarına çiçek ekeceğiz.

Bu anlatı biraz ayrıksı gelebilir. Ancak ne yazık ki bu böyle yazılmak zorundaydı. Küçük prens ve onun bircik arkadaşını ancak böyle anlatabilirdim çünkü. Uzak olmayan başka bir yarın ümidinin gerçekleştiği ama hep biraz mağrur kelimelerin arasında kaybolup giden bir yazar. Onun yıllar önce okyanusta çözülmüş cesedini arayan bir dalgıç ve bir gazeteci. Bir de SS subayı. Evet, tüm söyleyebileceklerim bunlar.

Hiç yorum yok: