17 Haziran 2009 Çarşamba

Hukukun Üstünlüğü mü, Üstünlerin Hukuku mu?

Burjuvazi; köylüleri çeşitli vaatler ve yalanlarla kandırarak, feodal beylerden iktidarı devraldığı günden bu yana, kendi koyduğu hukuku bile uygulamaktan aciz olan bir sınıftır. Burjuva demokrasisinde Pozitif Hukuk, görünüşte tam bir özgürlük diyarıdır ancak, tamamı yasakların sıralandığı bir bütündür. Şöyle ki; “İnsanların yaşama hakkı vardır ancak …” “İnsanların düşünce özgürlüğü hakkı vardır ama …” vb. bir çok örnekte de görüleceği gibi aslında nasıl özgür olunamayacağını, nasıl yaşanamayacağını anlatır. Normlara baktığımızda mükemmel bir tablo ile karşılaşırız ve “meğer ki ne çok hakkımız varmış” deriz. Oysa Burjuvazi; demokrasiden, özgürlükten ve eşitlikten bahsederken daima kendi sınıfının demokrasisi, özgürlüğü ve eşitliğinden bahsetmektedir.


Günümüz Türkiye’sinde Burjuva demokrasisinin en somut hallerinden birini yaşamaktayız. İktidar Partisi, işine geldiğinde tam bir özgürlük savaşçısı kisvesi altına bürünebilmekte, işçiler hakkını aradığında ise sınıf kinini göstererek öfke saçmaktadır. Hükümet; emekçilerin 2 saatlik iş bırakma eylemine yasak diyerek, TEKEL’in satılmaması için direnen işçilere kışın ortasında tazyikli su sıktırarak ve coplatarak, ölmemek için greve giden tersane işçilerini yerlerde süründürerek ve terörist yaftası yapıştırarak hangi sınıfın temsilcisi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Tersanelerle ilgili bir makaleye böyle bir girizgâh yapılmasının nedenleri vardır elbette. Birincisi; Türkiye’deki yönetim biçiminin Burjuva Demokrasisi, üretim biçimi ve anlayışının Kapitalizm olduğuna değinerek Tuzla Tersaneler Bölgesi’ndeki yansımalarını anlatabilmek. İkinci neden ise, sorunun kaynağının mevcut iktidar partisine dayandırılmayıp, sistemin ta kendisi olduğunu ispatlama kaygısıdır.

Tuzla: Tam Bir Mezbaha
Tuzla Tersaneler Bölgesi ve maden sektörü; kapitalizmin en gerçek ve vahşi yüzünün gayet net bir şekilde görüldüğü, insan öğüten bir mezbaha gibi faaliyet gösteren, insan hayatının hiçe sayıldığı ve buna çok ucuz bir fiyat biçilen, ülke ekonomisine önemli katkıları olan kelimenin tam anlamıyla cehennemlerdir.

Tersanede öldüğünüz zaman; ya üzerinize bir gazete örtülür ve savcının gelmesi beklenir (o sırada bizlerden çalışmaya devam etmemiz istenir), ya da bir an önce cesediniz kaldırılarak farklı bir rapor tutturulur ve kayıtlara iş kazası olarak geçmez (kalp krizi gibi). Zaten biz tersane işçileri, bu yaşanan ölümlere ve sakatlanmalara kaza değil cinayet diyoruz. Çünkü kaza istemeden ihmal suretiyle oluşur, cinayet ise kasıtla ve de sonucu öngörerek önlem almamakla oluşur. Bugün tersanelerde alınan tüm önlemler formalite olmaktan öteye gitmemektedir. Ne zaman ki basının gözü bölgeye dikilse önlemler artmaktadır. Tersane patronları önlemlere masraf ve işin yavaşlaması olarak bakmaktadır. Öyle ki; tersanelerde dakikalar çok önemlidir ve patronun cebine milyon dolarlar kazandırmaktadır.

Tersanelerde; mevcut yasa ve yönetmelikler bile uygulanmamaktadır. Burjuvazi kendi koyduğu hukuku burada da uygulamaktan kaçınmakta, ortaçağ koşullarını bizlere layık görmektedir. Kuralsızlık tüm Tuzla Havzası’na yayılmıştır. Belli başlı ihlaller ve aykırılıklar şunlardır:
• İş Yasası’na göre; işveren işin uzmanlık gerektiren kısmını veya asıl işe yardımcı işleri alt işverene (taşeron) verebileceği, asıl işi taşerona asla veremeyeceği yazıldığı halde, tersanelerde işin tamamı taşerona verilmekte ve yasa açıktan çiğnenmektedir. Kadrolu işçiler ise vinç operatörlüğü, CNC tezgahı, forklift sürmek ve temizlik gibi işlere verilmektedir.
Bölgede taşeronluk sistemi hakim olduğu için, hiçbir şekilde işten anlamadan işe alınan ve ortalama 5 ay sonra ustalık verilen işçilerin acemiliklerinden kaynaklanan ölümlerden işçiler değil sistemin kendisi sorumludur. İşçiler sınıf bilinci taşımadıkları için, mesleğe bir meta aracı veya para olarak yaklaşmaktadır. İşe başlarken 35 Ytl yevmiye ile işe başlayan bir işçi 6 ay sonra ustalık alarak başka bir firmaya geçerek 65 Ytl yevmiye alabilmektedir.
• İşçilerin sigortaları tamamen göstermelik olarak yatırılmaktadır. İşçi 30 gün çalışıyorsa 3 gün yatırılmaktadır.
• Ağir ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği tersanelerde uygulanmamaktadır ve kapsam dışı tutulmuştur.
• İşçinin aleyhine olan ve çok sık yapılmayan “Belirli Süreli İş Sözleşmeleri” uygulanmaktadır. Bu sözleşmeler armatör ile tersane patronu arasında imzalanarak işin belirli bir tarihte teslim edileceği üzerine kurulur. Geçen her dakikanın para ile hesaplandığı bir iş ortamında; işi yetiştirme kaygısı, mühendisiyle, taşeronuyla, ustabaşçısıyla işçi üzerinde tam bir baskı oluşturarak acele etmesine ve de kazaların artmasına neden olmaktadır.
• Sendikal faaliyetin önüne bir çok engel konulmaktadır. Taşeronlaşma başlı başına bir engeldir hali hazırda. Ayrıca; patronlar sendikaya üye olan veya işyerinde sendikal faaliyet gösteren işçileri derhal kapının önüne koymakta, polis gibi sicilini tutmakta, diğer tersane patronlarına bu işçilerin isimlerini vererek işe almamalarını sağlamaktadır. Bunun yanında işveren yanlısı ve işbirlikçi olduğu bütün işçiler tarafından bilinen ve bunu saklamayan Dok Gemi-İş Sendika’sına işçileri zorla üye yaparak Disk’e bağlı Limter-İş Sendikası’nın faaliyet göstermesinin önüne geçilmektedir.



Ölmek İstemiyoruz

Son 1 yılda 18 işçi kardeşimiz iş cinayetlerine kurban gitmiştir. Bir de resmi kayıtlara girmeyen ölümleri düşünürsek tablo daha da vahim olmaktadır. Sakatlanmaların ve yaralanmaların sayısı ise hak getire. Ölümler genel olarak; elektrik çarpması, düşme, yanma veya zehirlenmeden kaynaklanmaktadır. Bu yazı kaleme alındığında bile bir iş kazası olma olasılığı çok yüksektir.

Bizler, tersane işçileri olarak; bütün bu yaşanan ölümlere, vurdumduymazlığa, kuralsızlığa karşı 27-28 Şubat tarihleri arasında anayasa ile güvence(!) altına alınan grev hakkımızı kullandık ve 2 gün süreyle üretime katılmadık. Kısacası, üretimden gelen gücümüzü kullandık ve işverenlere uyarıda bulunduk. Ana sloganımız “Artık Ölmek İstemiyoruz!” idi. Bizim vergilerimizle geçinen polisler, bizim vergilerimizle alınan coplarla bize saldırarak, yerlerde süründürerek bizleri gözaltına almış ve grevi engellemeye çalışmıştır. Oysa orada bizlere karşı fiili olarak bir suç işlenmiş olmasına rağmen en ufak bir müdahalede bulunulmamıştır. Taşeronlardan biri, aracını üzerimize sürerek bir arkadaşımıza çarpmış ve kaçmıştır. Ayrıca ters yöne girerek trafik kurallarını ihlal etmiştir onlarca polisin önünde.

Elbette tüm bu yaşananları yadırgamamak lazımdır. Zihniyet ölüm ve öldürmek üzerine kurulmuştur. Hatırlanacaktır; Dağlıca’da esir alınan ve bırakılan, ardından da “vatan haini” ilan edilen askerler ölmedikleri için suçlanmışlardı. Aynı durum bütün operasyonlar için geçerlidir. Aynı durum tersaneler için de geçerlidir. Biz “ölmek istemiyoruz” dedik, Onlar “hayır gidip öleceksiniz” dediler.



Tamer Doğan (Montajcı)

Hiç yorum yok: