22 Haziran 2009 Pazartesi

'Ölenler çalışarak öldüler, toprağa gömüldüler...'

İnsanlar ölüyor; çatışmada değil, trafik kazasında değil, denizde boğularak değil, çığ altında kalarak değil, hastalıktan değil, yanlış tedaviden değil...

Bu ülkede ve dünyanın farklı yerlerinde, yukarıda saydığım nedenlerle milyonlarca insan ölüyor, ama Tuzla Tersanesi'nde durum farklı. Tuzla Tersanesi'nde çalışma kabiliyetlerinden başka bir sermayesi olmayan işçiler ölüyor, patronları daha fazla kazansın diye, 'işveren’lerin kasaları ve mideleri tıka basa dolsun, artanını da biriktirsinler diye... İnsan hayatının hiçe sayılması 'ücretli kölelik sistemi' diye de adlandırabileceğimiz kapitalist sömürü düzeni için hiç de anormal değil. Bunun tersi mümkün değil zaten. ''Önce insan değil, önce paracıklarım, malım mülküm''dür bu sistemin en sade ifadesi.

Hal böyleyken insani değerlerden bahsetmek ne derece doğrudur acaba. Patronu bir diğer patrona şikayet etmek midir bu işin çözümü? Kimi kime hesap sorması için zorluyoruz? Devlet kurumları bizzat patronlar eliyle yapılandırılmıyor mu? ''İç ve Dış'' politikaları belirleyen hiç şüphe yok ki sermayedir-ve uluslararası sermayedir. Bugün dünyanın içinde bulunduğu ‘kaos’ ortamının nedenleri nelerdir? Medeniyetler çatışması mı? Her yeri kan gölüne çeviren, 'barışı' tozlu raflarda unutturan, insana dair ne varsa bütünüyle bu kavramların içini boşaltan nedir? İnsanların elinden yaşama haklarını gaspeden nedir, kimdir? Önce bu soruların yanıtı açıklıkla ve samimi bir şekilde vermek gerekiyor. Bu çarpıklıkların nedeni açık ve net olarak bu sömürü düzeninin kendisidir. Lafı dolandırıp 'insanlık onurundan' dem vurmak çözüm değildir.

Tersane yetkililerin açıklamalarına bakıldığında bu yaşanların insan doğası ile uzaktan yakından hiç bir ilişkisi olmadığı anlaşılıyor. Hükmeden ‘Bakanlar’ için kıymetli olanın aslında ne olduğu yine kendileri tarafından ifade ediliyor. İşçilerse bir umut ışığının peşinde, çaresiz bırakılmışlar. Siyaset yapmamaları ve ölmedikleri için 'Yüce Allah'a şükretmeleri gerektiği anlatılıyor onlara bu patron ağızlardan.

'Ölenler çalışarak öldüler,toprağa gömüldüler, vaktiniz yok onların matemini tutmaya, daha bekleyen bir sürü iş var çalışın!...'

'Grev de neyimiş, ne size faydası var ne bize... Efendi olun, çalışın, dua edin, televizyon izleyin, zaten terör var, ülke zor durumda, vatan hainliği yapmayın... Efendi olun, ölün!'

'Dikkat edin biraz canım, biz canınızın bekçisi miyiz? Önlem alın, baret alın, kurtarma kemeri alın... Ama paranız yoksa, ki olsa zaten çalışmazsınız çünkü tembelsiniz, o zaman ölün!!!'

'Oyuna gelmeyin kardeşler, bir takım başı bozuk 'kominist' hainlerin söylediklerine kulak asmayın. Olan oldu, ölen öldü hem ölenle ölünmez. Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye vaay vaay!!!'

'Öleni açıkta bırakmadık ya kardeşim! En uygun yere gömdük, kan parasını da ailesine o günkü döviz kuru üzerinden ödedik ,canımızı mı verelim. Daha ne istiyosunuz canımızı mı verelim?'

Yukarıdaki cümleler komik gelebilir ama gerçeğin ta kendisidir yaşadığımız süreçte.

Sonuç Yerine

Bugün işçiler sendikalarda dahi örgütlenemiyorlar. Örgütlü olanlar da sendika önderlikleri altında rüzgarın estiği yöne doğru savrulup duruyor. Daha önceki günlerde Tekel Grevi'nde işçiler, üzerlerine saldıran polislere direnirken 'Vatan sana canım feda' diye slogan atıyorlardı. Bu bir grevde, bir direnişte atılacak en son slogan bile değildir. Kimin vatanı, kimin polisi? Sendikaların yalnızca işçilerin günlük kazınımları için mücadele etme araçları olduklarını biliyoruz ama bugün bu kazanımları bile elde edemez hale gelmişlerdir-getirilmişlerdir. Örgütlülük sendikal de olsa tabii ki çok önemlidir,ama 'yeterli' değildir. 1980'den bu yana burjuvazinin saldırılarıyla kuşa çevrilen 'Sosyal Haklar' alanına bakıldığında yalnızca sendikal mücadelenin artık kar etmediği açıktır. İşçiler 'sınıf bilinci'ne sahip olmadıkları sürece her türden katliamla karşı karşı kalmaya mahkumdurlar. Görüyoruz ki sermaye ulusal sınırları çoktan aşmıştır dolayısıyla işçi sınıfının da artık uluslararası bir mücadele yürütmeye başlaması kaçınılmazdır, zorunluluktur.

Son olarak vurgulamak gerekir ki bu mücadelede, hükümetlerin 'sağcı' ya da 'solcu' oluşu belirleyici değildir. Belirleyici olan hangi sistemin hüküm sürdüğüdür. Ve kapitalist sömürü varoldukça, sınıf mücadelesi de var olacaktır ta ki zafere kadar...

29.02.2008

Hiç yorum yok: