Üniversitelerde türban olmalı\olmamalı mı tartışmalarının hat safhada olduğu, üniversitelerde kılık kıyafet yasasının değiştirilmesinin gündemde olduğu şu günlerde Türkiye klasik bir kamplaşmanın içinde kafeslenmekte yine. Laik, anti-laik, şeriatçı v.s… ve sadece var olan iki kutup; ak ile kara gibi. Ortası veya alternatifi olmayan bir kamplaşma bu.
Özgürlükçü veya laik olmak. Formülü ise, “insanların dini inanışlarına saygı duyuyor ve bu haklarının bir parçası olan başörtüsüne de evet diyorsak; özgürlükçü-demokrat olacağız. Diğer tarafta ise, başörtüsüne karşı çıkıp “laik, modern cumhuriyetin yılmaz neferleri” olarak anılacağız. Görüldüğü gibi, mevzu başörtüsüne karşı çıkmak veya çıkmamak ise bir alternatif yol bırakılmıyor. He desen anti laik, hayır desen anti demokrat oluyorsun.
Neo-liberal saldırganlığı, militan bir çizgide uygulayan, 1. dönemki iktidarında devletin hemen hemen bütün noktalarında kadrolaşan, en kilit noktalardaki bürokrasiyi ele geçiren AKP, ikinci dönem ki iktidarındaysa, kısmen daha beşeri, ilk dönemdeki “demokrat”, “milli görüş gömleğini çıkarmış”, “değişmiş”, imajlarını memleket mali sermayesini de arkasına alarak oynamış, son seçimlerde ise kazandığı ciddi bir zafer ile daha rahat hareket etme şansı yakalamıştır. Dolayısıyla kendi kilit kitlesine vereceği bir takım hediyeleri de paketlemiş, şimdi ise sunmaya başlamıştır.
AKP’nin temsil ettiği kesimin karşısında bulunan cephe ise, “demokrat”, “laik”, “rejim bekçisi”, “medeni” v.s imajlarıyla cumhuriyet mitingleri ile kendini gösteren, asker bürokrasisini arkasına alan, muhtıra destekçisi kesim. 22 Temmuz öncesinde, cumhuriyet mitingleri ve muhtıra ile ortaya çıkan, bugün ise “başörtüsüne karşı” çıkanlar, -devletin laik rejiminin koruyucusu, demokrat- olarak da bilinirler, CHP, ADD, DSP, İP, DP, v.s…
Bu dönen silsile içindeki tartışmalara geri dönelim. Türkiye Malezya olur mu? Şeriat geliyor, din devleti v.s… kısacası tartışmalar, laiklik mevzusu üzerinden dönmekte.
3 cephe ve laiklik…
İlkokullarda öğretilen kaba ve üstten tanımıyla, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması anlamına gelmektedir.” Bu tanım gereğince, TC Devleti’nin laik bir devlet olduğu söylenmekte. Ayrıca laikliğin elden gittiği bir devlet.
Bütün bu tartışmalara, yazının başında belirttiğimiz gibi, 2 cephe üzerinden bakanlara karşı, bugünlerde ortaya atılan, “özgürlüğümüzden de laikliğimizden de taviz vermeyeceğiz” diye ortaya çıkan bir 3. cephe söz konusu. Kısacası, ne gericilerden demokrasiyi, özgürlüğü; ne statükoculardan, darbecilerden, muhtıracılardan laikliği öğrenecek değiliz diyenlerin cephesi. Ve tartışmaya 3. cepheden bakalım:
Laiklik… İster istemez şunu sormak gerekiyor. Bir ülkede laikliğin elden gitmesi için, önce o ülkenin laik bir ülke olması gerekmez mi? Dolayısıyla TC laik bir devlet mi? Cevap evet ise, 85 yıldır yanıt bekleyen şu soruların cevabını ne zaman alabileceğiz peki: Din dersinin zorunlu olduğu bir ülke (hem de 12 eylül askeri faşist cuntasının mimarları tarafından hazırlanan, 82 anayasası ile kabul edilmiştir. Gericiliğin asıl merkezlerinin nereler olduğunu da anlamaktayız) nasıl laik olabilir? Diyanet işleri Başkanlığı denen bir kurumun olduğu, -dini mevzularda bizzat devlet temsilcisidir- bir ülke nasıl laik olabilir. Camilerin imamlarının devlet tarafından maaş aldığı; lakin mesela alevi toplumunun din adamlarının tanınmadığı, cem evlerinin devlet korumasında olmadığı bir ülke nasıl laik olabilir? İnanç özgürlüğü nerede, cevap ise yine din üzerinden verilmekte. Alevilik mezheptir. (soralım neye göre? Cevap dine göre) Bir başka örnek; üniversitelere diyelim türban girdi, Museviliğin dini örtüsü olan “kipa” ile de Musevi yurttaşlarımız üniversitelere girebilecek mi v.s… v.s…
3. cephe ile, “özgürlükçü”-“demokrat” çevrenin ilişkilerine dönelim. Dillerinden düşürmedikleri kişisel haklar ve özgürlük terimlerine bakalım özgürlükçülerin. Kendi okuduğu okulunun bir fakültesinden bir fakültesine geçme hakkı olmayan öğrencilere özgürlük nerede? Hayatları 3 saat 15 dakikalık sınavlara indirgenen öğrencilere özgürlük nerede, SSGSS yasasıyla beraber getirilen bütün aksaklıklara bakarsak, yoksul halka getirilen özgürlük nerede. Düzenli olarak iş kazalarının/cinayetlerinin yaşandığı tersanelerde en son 8 ayda 15 emekçi sermaye tarafından kaza adı verilerek katledildi. Her seferinde gelip tersaneyi teftiş edenler güvenli raporu verirken, Davutpaşa’daki patlamada ortaya çıkan çalışma koşulları, bu koşullarda çalışan emekçilere özgürlük nerede. İşte AKP’nin özgürlük anlayışı. Türbana özgürlük, imam hatip liselerine özgürlük, işadamlarına özgürlük. Sermayeye özgürlük… ne de güzel özetlenir bizzat merkantilistler tarafından; özgürlüğü olana özgürlük…
Görünen köy ve sözde kılavuzlar
Aşikâr olan verilere, sözde kılavuzlar üşüşmüş durumda. Gericiliğin asıl merkezi tarafından, sözde, gericiliğe verilmiş olan “mücadeleye” mi, yoksa bir halkı esaret altına alarak, yoksullaştıran, düşmanlaştıran, insanca yaşama hakkının baş düşmanı olan diğer tarafın “özgürlük mücadelesi” mi?
Elbette ki ikisi de değil. Yeni bir alternatif, ne özgürlüğü sizden öğreniriz, ne de laikliği diyen bir 3. cephe. İnsanların dini inançlarına daima saygılı, insanların kafalarındaki örtüyle bir problemi olmayan, ve bu örtünün kamusal ya da bir başka alanda bir problem doğurmayacağını söyleyen, eğitim hakkının önündeki her türlü engelin kaldırılması gerektiğini vurgulayan; fakat gericiliğe, faşizme karşı bir duruşu olan bir cephe. Türban sorununu yasaların değil, karşılıklı diyaloglar, tartışmalar ve bir arada yaşamı savunma mücadelesiyle aşılacak bir sorun olduğunu söyleyen 3. cephe.
Üniversitelerde başlatılan türban girsin mi girmesin mi imza kampanyalarına karşı alternatif olarak başlatılan, özgürlüğümüzden de laikliğimizden de taviz vermeyeceğiz kampanyasına destek olmak, mücadeleyi bir çizgide yükseltmek gericiliğe ve statükoculuğa karşı verilebilecek en güzel cevap olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder