17 Haziran 2009 Çarşamba

İnsanın tarihini anlamanın yeni ve kesin yolu: Genlerimize Bakmak

Hücrelerimizde genler bulunur. Genler, tırnaklarımızdan piyano çalma yeteneğimize kadar kim olduğumuzu belirleyen şerit benzeri bir hayat kodundan, DNA'dan oluşur. Genleri inceleyerek, atalarımızın izledikleri coğrafik yolun başlangıcının Afrika'ya, türlerimizin şafağına kadar uzandığını görebiliriz. Sonra iki kişiyi ele alıp genlerini karşılaştırdığımızda, onların daha yakın zamanlı muhtemelen Afrika'nın dışında yaşamış bir ortak ataya sahip olduğunu görebiliriz. Dahası, artık bu ataların nerede yaşadıkları ve anayurtlarını ne zaman terk ettikleri de kanıtlanabilir. Bu dikkate değer kanıtlar, birçok insanın çığır açan çalışmalarının sonucu olarak, sadece geçtiğimiz on yılda mümkün olabilmiştir.

İçimizden birçoğu bir zaman makinesi icat edip atalarımızın yaşadıkları zamana yolculuk yaptığımızda neler bulabileceğimizi merak etmiştir. Bu makine bizi nereye götürecekti? Kendimizi herhangi bir ünlü ve saygıdeğer insanla uzaktan akraba bulabilecek miydik? İlk insanlara ulaşmak için kaç kuşak geçmemiz gerekecekti? Darwin'in iddia ettiği gibi soyağacımız maymunlara ve onun da ötesinde solucanlara ve tek hücreli varlıklara mı uzanıyordu? Okuldaki biyoloji derslerinden bunun böyle olması gerektiğini biliyoruz, ama tıpkı öldükten sonra ne olacağımız konusu gibi, bu konuyu da tam anlamıyla kavramak güç.
Teknolojik gelişmelerde atılan adımlara o kadar alıştık ki, her yeni adımda kafamızdaki acaba soruları azalıyor. Çok yakın bir tarihe kadar, genetik bilimciler, bizim dünyayı nasıl fethettiğimizin ayrıntılı tarihini çizmek için genlerden faydalanmayı ancak rüyalarında görebilirlerdi. Onların kötümser olmalarının nedeni, inceledikleri genlerinin büyük kısmının her kuşakta birbirine karışması ve toplumların çoğunda ortak olarak görülmesiydi. Onların görevleri daha önce oynanmış bir iskambil oyununu, karıştırıldıktan sonraki haliyle bir kâğıt destesinden yeniden icat etmeye çalışmaktı. Dolayısıyla değil türlerimizin başladığı zamana, birkaç yüz öncesine giden bir genetik soyağacını doğru bir şekilde çıkarmak bile neredeyse imkansızdı.. İnsanların çoğu derilerinin altında birbirine çok benziyordu, o zaman nereden başlanabilirdi?
Adem ile Havva genetik soyağacı
Adem ile Havva kolları diye adlandırılan cinslere özgü genetik kolların kullanımı, geçtiğimiz on yılda her şeyi değiştirdi. Bütün diğer genlerden farklı olarak, mitokondriyal DNA (hücre çekirdeğinin dışındaki bir gen koleksiyonu) bize sadece annelerimizden kalır, Y kromozomu da sadece erkeklerden. Bu iki cinse bağlı gen seti hiçbir karışma olmadan kuşaktan kuşağa değişmeden aktarılır ve böylece atalarımıza, ilk primatlara kadar izlenebilir. Böylece biri annelerimizden biri de babalarımızdan olmak üzere iki ailevi genetik soyağacı kurabiliriz. Sonuç olarak herhangi bir toplulukta, bu topluluk ne kadar geniş olursa olsun, bu iki genetik soyağacı yoluyla herhangi iki bireyi izleyip ağaçtaki en yakın ortak atalarına ulaşabiliriz. Bu ata 1500 ya da 150 binyıl önce yaşamış olabilir ama, bütün atalara bu yeni kurulmuş Adem ve Havva genetik soyağacında bir yer ayrılabilir. Bunlar, modern insanın genetik kollarının gerçek dalları olan gerçek ailevi soyağaçlarıdır.
Her ağaçtaki dalların her biri tarihlenebilir (Her ne kadar bu tarihlerin doğruluğu tam olarak kesinlik kazanamamış olsa da). Birçok bölgesel insan soyağacı, belli açık sınır işaretleri kullanarak kenarların birleştirilmesi yoluyla tıpkı bir yapboz gibi birbirine uyumlu hale getirilmiştir. Böylece Afrika'dan dünyanın her köşesine yayılan bir Adem ile Havva genetik dalları resminin parçaları geçtiğimiz on yılda bir araya getirilmiştir. Sonunda bütün yapının parçaları arasında bir bağ oluşup anlam kazanmaya başladığında, tıpkı yapbozda olduğu gibi tatmin edici bir görünüm elde ediyor; kalan parçalar ne kadar çok olursa olsun, artık ağacın ve haritanın üzerine giderek artan bir kolaylık ve hızla yerleştirilebiliyor. Bütün dallarıyla ağaç artık dünya haritasının üzerine yayılıp, atalarımız ve onların genetik kollarının dünyayı fethederken nerelerden geçtiklerini gösterebilir.
Elde edilen yeni bilgiler, son 150 binyılın kültürel ve biyolojik öyküsündeki çelişkilerin bazılarını çözmüştür. Öyle ki, o dönemin bölgesel insan fosili kalıntılarını bile hayatın genetik ağacında doğru yerlere yerleştirebiliriz.
Birçok sorunun yanıtı bulunmuştur. Elde edilen sonuca göre, dünyanın yoğun ileri gelen prehistorik hareketler ve karışmalarla ortak bir genetik döküm postası olması şöyle dursun, modern insan yayılımında rol alan insanların çoğu tutucu bir şekilde ilk defa atalarının kurduğu kolonilere sıkışıp kaldılar. Bu yerlede Son Buzul Çağı'nın öncesinden beri ikamet etmektedirler. Ayrıca son 80 bin yılın spesifik göçlerinin tarihlerini de belirleyebiliriz.
Hepimizin kökeni Afrika
Uzun süredir uğraşılan başka birçok arkeolojik sorun, yeni genetik soyağaçlarıyla çözülmüştür. Bunlardan biri "Afrika-kökenlilik" (Out of Africa) ile "Çok-bölgelilik" (Multi-regional) teorileri arasındaki çatışmadır.
Afrika-kökenlilik görüşünü destekleyenler, Afrika dışındaki bütün modern insanların 100.000 yıl önce Afrika'dan yayılan bir göçten geldikleri kanaatindedir. Bu büyük göçün sonucunda dünyadaki daha eski bütün insan tipleri yeryüzünden silinmiştir. Çok-bölgelilik teorisini savunanlar ise, Avrupa'daki Neanderthaller ve Uzakdoğu'daki Homo Erectuslar gibi eski insan tiplerinin şimdi bütün dünyada gördüğümüz yerel ırklara doğru evrim geçirdiklerini öne sürer.
Şimdi yarışmayı kazananın Afrika-kökenlilik görüşü olduğu anlaşılmıştır; çünkü yeni genetik soyağaçları son 100.000 yıl içinde doğrudan Afrika'ya uzanmaktadır. Daha eski insan türlerinden kalan Adem ile Havva genetik kollarının hiçbiri bizim genetik soyağacımızda bulunmuyor, elbette bizim Neanderthaller'den farkımızı ölçebileceğimiz ağacın kökeni hariç. Neanderthaller'in eski mitokondriyal DNA kullandıkları tespit edilmiş, genetik açıdan öyle sınıflandırılmışlardır ve görünen o ki, bizim atalarımızdan ziyade kuzenimizdirler. Onlarla bir başka ortak atayı paylaşıyoruz: Homo helmei.
Kimi Afrika-kökenlilik taraftarları ise, Avustralyalılar, Asyalılar ve Avrupalıların ayrı Homo sapiens göçleri halinde Afrika'dan yayıldıklarını iddia etmişlerdir. Oysa durum böyle değildir: Eril ve dişil genetik soyağaçları Afrika'dan yayılan sadece bir tek dalı gösteriyor. Modern insanların Afrika'dan dışarı sadece bir tek büyük göçü olmuştu; her cinsel dalın, Afrikalı olmayan bütün herkesin annesi ve babası olan bir tek ortak genetik atası vardı.
"Üstün Avrupalı" tezi çürütüldü
Başka önyargılar da olmuştu. Bazı Avrupalı arkeolog ve antropologlar, Avrupalılar'ın sanki büyük bir biyolojik gelişme göstermişler gibi, resim yapmayı, oymayı, karmaşık bir kültür geliştirmeyi ve hatta konuşmayı ilk öğrenenler olduklarını iddia ettiler. Genetik soyağacının yapısı bu görüşü çürütüyor. Avustralyalı Aborjinler Avrupalılar'la akrabadır ve 85.000 yıl önce Afrika'dan göçün hemen ardından ulaşılan Yemen'e kadar ortak bir ataya sahiptirler. Ondan sonra Hint Okyanusu'nun kıyı çizgisi boyunca sürekli ilerlediler, adadan adaya atlayarak Avustralya'ya gelip orada tamamen izole bir halde kendi özel ve karmaşık sanatsal kültürlerini geliştirdiler. Avustralya'daki ilk kaya sanatının tarihi ilk Avrupa sanatı kadar eskidir.
Bir başka arkelojik tartışma Neolitik kültürün 8000 yıl önce Avrupa'ya Türkiye'den yayılmasıyla ilgilidir. Yakındoğu'nun çiftçileri Avrupalı avcıları yok edip yerlerini mi aldılar, yoksa yeni fikirler daha barışçıl bir biçimde yayılıp daha önceki Paleotik avcı-toplayıcı toplumları dönüştürdü mü? Genetik yanıt çok açıktır: Modern Avrupalılar'ın yüzde 80'i eski avcı-toplayıcı gen tiplerinden ve sadece yüzde 20'si Yakındoğulu çiftçilerden türemiştir.
Sonunda, dünyanın öbür ucuna gittiğimizde, Polinezyalılar'ın kökeni konusunda da renkli tartışmalar yaşanmıştır. Geçtiğimiz 15 yıl boyunca arkeologlar Polinezyalılar'ın Tayvan'dan geldiklerini düşündüler. Genetik soyağacı bu düşünceyi çürütüyor. Muhteşem kanoları sürenlerin atalarının soyu daha öteye, Doğu Endonezya'ya dayanıyor.
Hepimizin bu genetik hikayenin bir parçası olduğunu unutmamalıyız; nitekim eski genetik soyağacımızın yeniden oluşturulma çalışmasının yüzde 99'u bugün dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan insanların gönüllü olarak verdikleri modern DNA'larla gerçekleştirilmiştir. Bu hepimizle ilgili bir hikayedir.
Genetik arkeolojiye ve antropolojiye katkı
Artık birçok antropolog bizim Afrika'dan geldiğimizi kabul ediyor, ama bunu nereden biliyorlar? Eğer bizim orada bir tek kökenimiz varsa, neden birbirinden farklı insan ırkları var? Bu ırklar birbiriyle ne kadar yakın akraba? Hepimiz bir tek ailenin parçası mıyız, yoksa Afrikalılar, Avustralyalı Aborjinler, Avrupalılar ve Doğu Asyalılar, farklı paralel kökenlerden mi geliştiler? Evrim hikayemizde ağaçları terk eden maymunlardan gelenlerin Afrika savanlarında yürümelerini ve birkaç milyon yılda Ay'a kadar gitmelerini sağlayan anahtar güçler nelerdi?
DNA analizleri modern insanların bölgesel biyolojik tarihi konusundaki anlayışımızda olağanüstü bir ilerlemeye neden oldu. Adem ile Havva adı takılmış genler, zaman ve mekanda ilerleyip, 200.000 yıl boyunca insan ailesini önce Afrika ve sonra yeryüzündeki yolculuklarında takip etmemizi sağlıyor.
Geçmiş 2,5 milyon yılın insan tarihinin çoğu fosil kemiklerinin ve geçmişteki iklim koşullarının incelemeleriyle oluşturuldu. Biri hariç bütün insan türleri yok oldu, bazıları çok uzun zaman önce; dolayısıyla onları inceleyecek canlı genlerine sahip değiliz.
Bununla birlikte, geçmiş insan türlerinden kalan hiçbir genin bulunmadığını söylemek gerçeği yansıtmıyor. Bizim çekirdek genlerimizin çoğu neredeyse eksiksiz olarak eski insanlar ve maymunlardan gelmektedir. Bazı insan genleri, Homo sapiensler dünyada ortaya çıkmadan çok önce birbirinden ayrılmış çeşitli formlarda bulunabilir. Bilim insanları ayrıca Neanderthal kemiklerinden küçük parçalar halinde kısa mitokondriyal DNA örnekleri çıkardılar; şu anda bizim onlarla ne derece yakın akraba olduğumuz ve modern insan topluluklarında onlardan kalan genlerin bulunup bulunmadığı sorularına yanıt verebilecek durumdalar.
Bununla birlikte, insanın genetik prehistoryasının anlaşılmasındaki gerçek devrim son 200.000 yılı kapsıyor, burada bizi ilgilendiren de budur. Bu dönem için, yeni genetik bulgular, daha önce Avrupa ve Afrika'dan taş aletlerin ve birkaç yanlış tarihlendirilmiş iskelet kalıntısının egemen olduğu tartışmalı bir alanda, güçlü bir ışık gibi parlamıştır.
Vücudumuzun her bir hücresinde inanılmaz uzunlukta DNA şeritlerimiz vardır. Bu, genlerin maddesidir. Bütün kendimize özgü karakteristik özelliklerimizi, genetik mirasımızı depolar, kopyalar ve aktarır. Bu DNA şeritleri vücutlarımızın yapıtaşları olan proteinler için örnek kodları barındırır. Kodlar, vücutlarımızın yapısı hakkında bütün bilgileri sağlayan (A, G, C ve T harfleriyle temsil edilen) dört farklı kimyasalın kombinasyonları halinde “yazılmıştır”. Ebeveynlerimizin her birinden bize DNA miras kalır ve ikisinin kendimize has bir karışımını elde ettiğimizden dolayı, her birimizin diğer herkesten farklı DNA şeritleri vardır. Kendi DNA'mız moleküler bir parmak izi gibidir. İnsanların üremesi sırasında, ebeveynlerin DNA'ları eşit oranlarda kopyalanıp aktarılır. Şunu bilmek gerekir: Her ne kadar her ebeveynden gelen DNA'nın çoğu üreme sırasında dikkatle tasnif edilse de, onların karşılıklı ufak katkıları her kuşakta birbirine karışıp kaynaşmıştır. Bu yapışma ve kaynaşma teknik olarak yeniden birleşme diye bilinir ve bu genlerde genetik prehistoryamızın izini sürmemizi daha da zorlaştırır. Ne mutlu ki, genetik araştırmacıların yararına, DNA'mızın yeniden karışmayan iki küçük kısmı vardır. Bilgiler kuşaktan kuşağa aktarılırken bozulmadıkları için bu karışmamış DNA'nın geçmiş haritasını çıkarmak daha kolaydır. Bu iki kısım, mitokondriyal DNA (mtDNA) ile Y kromozomunun karışmayan kısmı olarak bilinir.



(KUTU)

Diğer insan türleri de Afrika kökenli
Üzgün ifadeli, uyanık bir yüz, yassı bir burun ve özellikle hızla büyüyen bir beyinle, Homo erectus, boynundan aşağısında tıpkı bizim gibiydi. Taş aletleri vardı. Başta basitçe rötuşlanmış taşlar, ama daha sonra daha sofistike el baltaları. Onların Afrikalı atası Homo ergaster Afrika'yı 1,95 milyon yıl önce terk eden ilk insandı, Asya'da Homo erectus adını aldı. Bu sonuncusu bizden biraz daha kısa boyluydu ve Ortadoğu'ya, Rusya'ya, Hindistan'a, Uzakdoğu'ya ve güneydoğu Asya'ya, beraberlerinde “taş-alet teknolojisini de götürerek hızla yayıldı.
Bazı tartışmalı iddialar, ağaçtaki daha kısa boylu ata Homo habilis'in de aynı anda bu adımı attığı yönündedir. Bununla birlikte, bütün birbirini izleyen insan türlerinin buzul çağları arasındaki ilk elverişli ılık dönemde Afrika'nın dışına yayıldığına dair daha güçlü kanıtlar vardır. Homo erectus tipleri sonradan neredeyse bir milyon yıl boyunca dünyada egemen oldular. Ta ki, bir milyon yıl önce yeni bir korkunç buzul çağı serisi Afrika'nın çoğunu kurutup, yeni ve daha özel bir ailenin doğuşuna neden olana dek. Bu yeni modelin ilk Afrikalı temsilcisi Homo rhodesiensis'ti. Bizimle aynı boyda, 1250 cm3 beyin hacmiyle, Acheulian adı verilen, ismini ilk bulundukları Fransız köyünden alan daha sofistike aletler kulandılar. Acheulian aletleri gözyaşı şekli oluşturacak biçimde uçları olan iki tarafı yontulmuş geniş yassı taşlardan uçları olan el baltalarından oluşuyordu. Bu yeni gelenler yaklaşık bir milyon yıl önce kısa süreli bir ılık dönemde, önce Afrika'dan Avrupa'ya muhtemelen Çin'e kadar ulaştılar ve Acheulian teknolojisini beraberinde taşıdılar.
Sonra 350.000 yıl önce, bir başka çetin Buzul Çağı yaşandı ve belki yeni bir geniş beyinli insan tipini 300.000 yıl önce Afrika sahnesine çıkardı. Kimileri bunları arkaik Homo sapiensler, kimileri de Homo helmei olarak adlandırır. Karışıklığı önlemek için ikinci ismi kullanalım. Sarkık kaşlı, bizimle aynı boyda ve bizimkinden hafifçe daha geniş olan 1400 cm3'lük ortalama beyin hacmine sahiptiler. Orta Paleotik adı verilen en önemli devrimlerden birini başlatmışlardı. Bazıları bu kalın kaşlı varlıkların, eğer modern bir ailede doğsalardı bizim toplumumuza uyum sağlayabileceklerini iddia edecek kadar ileri gittiler.
Bir ılık dönem boyunca, daha büyük çapta ve daha uzun süren bir Afrika dışı hareket, Homo helmei'nin 250.000 yıl önce Avrasya'da yayılmasına neden oldu. Homo helmei Avrupa'da ve Asya'da Homo neanderthalensis'in doğmasına neden olmuş olabilir ve belki aynı dönemde Hindistan'da ve Çin'de akrabaları bulunuyordu. Bizim atalarımızı içeren ana insan ailesi ise Afrika'da kaldı, zamanla Avrupa'daki Neanderthal kuzenlerinden fiziksel olarak ayrıldı.
Bizim türümüz Homo sapiens, 170.000 yıldan daha uzun bir süre önce doğdu ve sonra buzul çağlarının en büyüklerinin birinde, nüfusu 10.000'e düşüp nesli yok olma noktasına geldi. Her ne kadar Homo sapiensler gerektiği gibi bir sonraki ılık dönemde Afrika'dan çıkıp Doğu Akdeniz'e gittilerse de, genetik kanıtlar sonraki Buzul Çağı'nda soylarından gelenlerin orada halef bırakmadan öldüklerini gösteriyor. Sonunda 70.000-80.000 yıl önce modern insan türleri Afrika'nın dışına yayıldığında, Avrasya'da hala diğer insan türlerinden örnekler bulunuyordu. Avrupalı Neanderthaller ve muhtemelen Güneydoğu Asyalı Homo erectus, yaklaşık 30.000 yıl öncesine kadar yaşam savaşı verdiler ama, onların hiçbir genetik izi yaşayan insanlara kalmadı.

Bilim ve Gelecek dergisinin 2008 şubat sayısından alınmıştır. Makalenin yazarı Stephen Oppenheimer.

Hiç yorum yok: