20 Haziran 2009 Cumartesi

MİTOSTAN LOGOSA

M.Ö 8. yy dan önce varolan Hesiodos'un Theogoni'si mitolojinin en eski kaynaklarındandır.Hesiodos bu eserinde Tanrıların nereden çıktığını anlattığı gibi,evrenin nasıl yaratıldığını da açıklamaya çalışmaktadır.Yeterli bilgisi olmadığından bütün bu şeyleri canlı birer varlık gibi düşünerek,incelemeye koyuldular.Yeri göğü suları birer tanrı saydılar.Tanrıların başından geçen olayların,aslında bir çeşit tabiat hadisesinin sembolü olduğunu anlamak zor değildir.Hesiodos a göre,gelen KHAOS dan geniş göğüslü her şeyin dayanağı olan gaia(yer)çıktı.Sonra bütün varlıkları birbirine doğru çeken,hayatı kuran,çoğalma sembolü,Eros(aşk)doğdu.KHAOS bunları doğururken, gaia da ölmezlerin yeri,yıldızlarla bezeli olan göğü Uranus u doğurdu.

İşte, Antik Yunanlıların evreni tanıma ve anlamlandırma çabaları içinde vermiş oldukları yanıtlardan sadece biri. Günümüze de ulaşmış olan daha pek çok mitsel söylemler var. Mitlerin doğuşu aslında çok da şaşırtıcı değil çünkü insan kavrayamadığı ya da açıklamakta güçlük çektiği şeyleri, gizemsel niteliklerdeki güçlerle tanımlama,bir anlamda onlara mal etme,inanma,sığınma ihtiyacı duydu.Ve işte bu da,dinlerin doğuş noktasına götürüyor bizi.Oysa,eski dönemde yaşamış olan insanlar,soyutlamalara,somut olarak var olan nesneler gözüyle bakıyorlar,kendilerini bu soyutlamaların somut görünüş biçimlerinden ayrı düşünemiyorlardı.
Dünyanın tüm halkları gelişmelerinin belirli aşamasında bu mitsel açıklamayı kullanmışlar, hepsi de gözle görülebilir bir imge aracılığıyla algılayabilmişlerdir. Örneğin; Afrika halklarından Ashantilerin, aklı somut bir şey olarak algıladıklarını görüyoruz. Masala göre, örümcek anansi yeryüzünde gezinip duruyor,akıl taneciklerini toplayıp bir çömlek içinde biriktiriyordu.Çömlek dolduğu zaman onu bir ağaç altında saklayacaktı ki,oğluna kızıp çömleği yere fırlattı.Çömlek kırılmış akıl taneleri ağacın dibinde yere saçılmıştı.O sırada akıl taneciklerini kapanlar kapmış,kapamayanlar ise akıldan nasibini almayıp aptal kalmış.
Bu tarz kozmolojik spekülasyonların günümüzde de etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Örneğin Güney Amerika da yaşayan bir kızılderili kabile, tohum ekme işini yalnızca kadınların üstlenmesi gerektiğine inanırdı. Çünkü doğurma yeteneğine sahip olan kadındı,o halde tohumlar ancak kadın eliyle ekilirse iyi ürün verebilirdi.Bugünde sırtına pek çok sorumluluk yüklenen kadınlarımızın neden emeğinin sömürüldüğünü gayet iyi anlıyoruz.çok şükür kadınlarımız doğurgan(!) Hala farklı bir cinsiyete sahip olmanın, doğduğu günden itibaren talihsizlik ve utanç olduğunu vurgulayan, kadını sadece kullanılabilir olup, yaşam kolaylığı sağlayan, bir nevi nesneleştiren bir araç olarak görmekte. Hem kadının fiziksel acizliğini ön plana çıkarıp hem de bu acizliği hat safhalarda kullanmak yaman bir çelişki doğrusu. Konumuza geri dönecek olursak, ki ben geri dönmeye gerek olmadığını düşünüyorum, çünkü geri dönmemiz için öncelikle ilerlememiz gerekir. Kitleler her zaman böyledir, belirsizlikten korkarlar bu yüzden açık bir yalanı gerçeklere yeğ tutarlar. Bu nedenle de gerçek bilgi her zaman kitlelerden uzak durmayı yeğler. Masallar ve boş hayaller beslemelidir onları...
Tabi bu masalsı hikâyeler birilerini rahatsızda etmiştir ve yavaş yavaş kımıldamalar başlamıştır; çünkü bazılarına göre ortada bir sorun vardı, açıklamalar artık tatmin edici değildi, doğa ne hikâye ne de bir destanın ürünüydü. Doğadaki süreçleri gözlemleyenler, değişimleri açıklamaya çalışanlar, maddenin özünü sorgulayanlar ve bununla beraber ortaya çıkan birçok düşünce, bu düşüncenin etrafında şekillenen düşünce sistemleri oluştu.
Kısacası ilkel insanın bilincini belirleyen soyut düşünceler geliştirebilmekte, öze ilişkin olanla olmayanı birbirinden ayırt edebilme yeteneğinden yoksun olması ve duyguların akla üstün gelmesidir. Düşünür ve şair olan Robindranath Tagore nin şiirlerinden birinde ilkel insan aklının güzel bir tanımını yapar.

Şaşkın akıl, bir yolunu arar durur
Görebilmek için tarihteki yerini
Başıboş yürür, odalardan açık havaya
Ve oradan uzak kırlara
Ve balta girmemiş ormanlara
Ayağını vurur yere, tozu dumana katar,ulur
Ve başını ağaçlara vurur
Bir ışık gördü mü atlar üzerine
Ve yakalamak için dört döner
Ve bir bebek gibi düşer
Çimenlerin üzerine,
Ve bilmez nerededir düşler
YAŞAM NEREDE...

Hiç yorum yok: