22 Haziran 2009 Pazartesi

Türkiye’de Kürt Sorunu

Kürt sorunu... Cumhuriyetin kuruluşundan beri süregelen bir sorun. İnkara ve çözümsüzlüğe hapsedilmiş bir sorun. Dağda yürüyüp ‘kart kurt’ sesi çıkartanlardan ‘sözde Kürt vatandaşa’... Bugün artık “var mı yok mu” tartışması yapılmıyor evet. Hatta faşist MHP’den, Kemalist CHP’ye kadar tüm burjuva partileri “Türk-Kürt kardeştir” diyorlar. Çok değil, bir kaç on yıl önce varlığını inkar ettiği insanlarla kardeş olma ikiyüzlülüğü göstermelerine şaşırmıyoruz. Ancak bu “kardeşlik” sorunu çözmüyor.

Hepimiz Türk müyüz?
Kürt sorununun kökenleri daha önce de değindiğimiz gibi Cumhuriyetin kuruluşuna, hatta daha öncesine dayanıyor. 1920’de açılan birinci TBMM belgelerine bakanlar, “Lazistan ve Kürdistan milletvekilleri”nin belgelerde kayıtlı olduğunu görebilirler. Ancak Lozan Konferansı ve Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Türkiye’de ulus kavramına yaklaşım; müslümanlar ve gayri müslimler şeklindeydi. Lozan’da kabul edilen “azınlık hakları” yalnızca gayri müslimlere yönelik haklardır. Bunun yanında Müslimlerin tümüyse Türk’tür. 1915 tehciriyle Ermeni sorununu “çözen” İttihat ve Terakki’den sonra, 1923-24 nüfus mübadelesiyle 2 milyonun üzerinde Rum Yunanistan’a gönderilmiş, onların yerine beş yüz bin civarın Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye yerleştirilmişti. 1920’de %20 olan gayri Müslim nüfus, 1923’te %2,5’e düşmüştü. Böylece Anadolu gayri Müslimler’den büyük ölçüde arındırılmış, ulus-devlet için gerekli bir Türk ulusu ve Türk burjuvazisi yaratmanın önünde bir engel kalmamıştı. Ya da daha doğrusu tek engel Kürt halkıydı. Lazların aksine Kürtler sürekli olarak ulusal taleplerini isyanlarla gündeme getirdiler. 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı ve 1937-38 Dersim isyanları bunların en bilinenleriydi. Hepsi de kanla bastırıldı. Yalnızca Dersim ayaklanmasında ölenlerin sayısının seksen bine yakın olduğu biliniyor.
Bunun yanında, egemenler Türklük kavramının Anadoluda yaşayan tüm insanları kapsadığını, hatta bunun bir üst kimlik olduğunu iddia ettiler hep. Bu yüzden diğer halkların etnik kimliklerini ön plana çıkartmaları, haklı ulusal taleplerini gündeme getirmeleri yadırgandı/ezildi. Gerçekteyse Türk milliyetçiliği, doğrudan etnik bir kimlik üzerine dayanan, diğer halkları yoksayma üzerine kuruludur. Örneğin, 1930 Ağrı isyanın ardından bunu dönemin iktidar sahipleri de dile getirirler: İsmet İnönü; “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” (Milliyet 31 Ağustos 1930)
Adalet Bakanı Esat Mahmut (Bozkurt) “ Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegana sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu ülkede tek hakları vardır, hizmetçi ve köle olma hakkı. Dost, düşman bu hakikatı böyle bilsin.” ( Milliyet, 19 Eylül 1930)
Özellikle 1930’larda Nazi Almanya’sı ile yakınlaşma sonucu CHP içinde faşizmin tartışıldığı biliniyor. Aynı şekilde bu yıllarda ortaya atılan ve yalnızca TC tarafından kabul gören ünlü ‘Türk Tarih Tezi’ ve ‘Güneş Dil Teorisi’ne de değinmek de yarar var. Türk Tarih Tezi ile ilgili bilgileri Vikipedi’den aktarıyoruz:
“Türk Tarih Tezi'nin iki temel amacından söz edilebilir:
-Türk ulusunu odak alarak tarihi yeniden yazarak bir Türk ulusal kimliğinin yaratılmasına katkıda bulunmak, bu şekilde Cumhuriyet'in temel amacı olan ulus-devlet yaratma sürecine tarihsel bir referans oluşturmak.
-Türklerin dünya uygarlıklarının gelişiminde önemli bir yere sahip olduğu tezini kanıtlayarak Türkiye Cumhuriyeti'nin meşrutiyetinin tarihsel olgularca doğrulandığını göstermek.
Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre çeşitli göç dalgaları halinda Orta Asya'dan dünyaya yayılan Türkler dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur.
Türk Tarih Tezi’nin temel kabulleri şu şekildedir:
-Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır
-Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır
-Göçler sonucu Türkler birçok yere yayılmış ve uygarlaşmayı tetiklemiştir
-İtalya'da yaşamış Etrüskler Türk'tür
-Irak'ın güneyindeki Sümer uygarlığını Türkler kurmuştur
-Mısır medeniyetinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal Türklerdir
-Maya, Aztek ve İnka Amerika uygarlıklarını Türkler kurmuştur
Teoriye göre -Türk Tarih Tezine göre- Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir: Hitit, Sümer, Etrüsk, Rum, Yunan, Kürt, Macar vs. halklar Türk sayılmaktadır. Başka bir deyişle, bu teze göre Avrupa’dan Çin’e kadar uzanan coğrafyadakilerin çoğu Türktür.
Mustafa Kemal Atatürk 1930'lu yıllar boyunca yaptığı çeşitli konuşmalarda Türk Tarih Tezi'ni bizzat desteklemiştir. Örneğin "Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır." sözüyle Anadolu'da eskiden beri yaşamış bütün halkların Türk olduğunu belirtmektedir.
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." sözleriyle de Kürtler, Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar vs. halkların Türk olduğunu öne sürmektedir.
"Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir" sözü de Anadolu'da Türklerin varlığının Malazgirt Savaşı'ndan çok öncelere dayandığı anlamını taşımaktadır; Anadolu'nun en eski halkları Atatürk'e göre Türk'tür.”
Güneş dil teorisi de, Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin Türkçeden türediğini iddia ediyordu, ne yazık ki bu iddia da yalnızca Türkler tarafından kabul edildi. Her iki tez de her ne kadar saçma görünse de amaçları ortaktı: oluşturulmaya çalışılan Türk ulusunun ideolojik alt yapısını hazırlamak. Elbette bu Anadolu’daki onlarca halkı yok saymayı gerektiriyordu. Öyle ki, o yılların Türkiye’sinde nüfusun büyük çoğunluğu göçle Osmanlı’nın kaybettiği topraklardan gelmiş, geldikleri yerlerdeyse diğer halklarla oldukça iç içe geçmişlerdi. Aslında bundan daha doğal bir şey olamaz, ancak ideolojiler gerçekler üzerinden değil, egemenlerin çıkarları üzerinden şekillenir. Hitler’in Ari ırk tezi saçmalığı ne kadar açıksa, Anadoludaki tüm insanların Türk olduğu tezi de bir o kadar saçmadır. Genetik alanındaki gelişmeler aslında bu tür iddialara son darbeyi vurmuş bulunuyor. Bu araştırmalara göre, bugün Türkiye’de yaşayan insanların en fazla %15’i Orta Asya kökenli Türk’tür. Kalan insanlarsa, Anadolu’daki kültür çeşitliliğini yansıtır. Hepimiz Türk’üz söyleminin ise bir safsata olduğunu gösterir.




Kürt Sorununda Çözüm

Çözüm konusunda oldukça çok öneri var. Egemenler çözüm diye yüzeysel öneriler getirip çözümsülükten yana tavır almaya devam ediyorlar. Ancak görünen bir gerçek var ki, Kürt halkı birlikten yana tavrını koymuş durumda. Ama bu elbette bir çözüm değildir. Öncelikle Kürt halkının varlığının resmi olarak tanınması gerekiyor. Sorun her ne kadar Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin ekonomik geriliğinden kaynaklıymış gibi gösterilse de (ki bu elbette sınıfsal sorun olarak vardır) asıl olan ulusal bir sorun. Bunun için de, tüm okullarda anadilde eğitimin yürürlüğe girmesi, kimlik ve kültürel haklarının tanınıp güvence altına alınması ancak ilk adım olabilir. Yedi yaşına kadar Kürtçe’den başka dil konuşmayan çocuklar okula gittiklerinde tamamen yabancı bir dille karşılaşıyorlar. Bunun küçük çocuklarda yarattığı sorunların büyüklüğü bir yana, bu çocuklar eğitim hayatına tamamen eşitsiz bir giriş yapmış oluyorlar. Belki Türk okurlar bunu anlamakta zorlanıyor olabilirler ancak İngilizce eğitim almaya başladığımızda ne kadar zorlandığımızı ve ilkokul birinci sınıfa İngilizce olarak başladığımızda ne büyük bir travma yaşayacağımızı düşündüklerinde sanırım daha anlaşılır olacaktır. Bunun yanında keyfi olarak engellenen Kürtçe yayınların ve kültürel etkinliklerin önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Ayrıca, yirmi beş yıldır süren savaştaki tüm savaş suçlularının yargılanması, doğu ve güneydoğu bölgelerindeki gizli devlet örgütlenmelerinin ve koruculuğun dağıtılması, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması, köyleri yakılan insanlara tazminat ödenmesi gerekiyor. Burjuva demokrasisi çerçevesinde de olsa, Anadolu’daki tüm halkların eşitliği, yalnızca ulusal demokratik taleplerin yerine getirilmesiyle mümkün. Ancak bu taleplerin yerine getirilmesi pek de mümkün görünmüyor. Çünkü bu sorunun varlığı, Türk milliyetçiliğini/şovenizmini besliyor. Aslında hiçbir düşmanlığı olmayan iki halkın birbirine düşman edilmesi için kullanılıyor ve son olarak da sınıf mücadelesini; Türk ve Kürt işçilerini bölmek için kullanılıyor. Bu nedenlerin sonucuysa çözümsüzlük oluyor...

Prometheus

Hiç yorum yok: