29 Haziran 2009 Pazartesi

Çok Sesli Ölüler Korosu

Birisi: Denizin üzerindeyim.

Ötekisi: Yavru kediler henüz çıkmış incecik dişleri ile benim ellerimi kemirmekten son derece büyük bir zevk alıyorlar.

Birisi: Denizin üzerine bir paraşütten düşmedim. Sanıldığının aksine ikarus gibi kanatlarımı tutan bal mumu da erimedi güneşe yaklaştıkça.


Bir başkası: Herkes uyurken işe gider gibi sabahları kalkıp onu düşünmeye başlıyorum.
Denizin üzerinde.

Orta yaşlı adam: Yavru kedilerden birisini eve döndüğümde buz gibi buluyorum. Tahta döşemenin üzerinde kımıltısız yatıyor. Gözleri acıya kesmiş. Kaskatı bedeni. O sonsuz bir boşlukta kaybolmadı. Yalan. Enerji asla son bulmaz. O bir başka şeye dönüştü. Geçen mayısta ektiğimiz gülün açması umuduyla gübre olsun diye altına ektim onu.

Birisi: Deniz poyraz yüzünden alacalı bulacalı. Uzak kıyılardan karpuz kabukları, pet şişeler getirmiş.
Eğilmiş bakıyorum denize yosunların arasında bir şey parlıyor. Geçmişim.
Geçmişin demişti tahta eve benziyor şurada duran. Bu dayak izleri evin duvarlarında var.
Nem aşındırmış duvarı. Yer yer hiç sıvası kalmamış odanın.

Bir başkası: Onu düşünüyorum. Yapılacak daha iyi bir işim olmadığından değil. Her sabah buraya gelip onu düşünmem için epey para veriyor. Bir gün bir parkta gördü beni. Yanıma yanaşıp bir işim olup olmadığını sordu. Var dedim. Ne kadar veriyorlar dedi. Söyledim; ‘sigortası da yok’ dedim. Sana üç katını vereyim dedi. Şaşırdım neden diye sordum. Ne işi bu?

Orta yaşlı adam: Ona dedim ki beni düşün sabah sekiz akşam beş. Başka hiçbir iş yapmadan. İnanmadı

Bir başkası: Önce inanmadım. Sonra ertesi gün işe başladım. Her gün paramı veriyordu. Hiç aksatmadan. Saat beşten sonra özgürüm onu düşünmüyor olacaktım. Sigortası yok bu işin. Ama olsun taş taşımıyorum ya düşünüyordum. O zamanlar onu düşünmenin bu kadar zor bir iş olduğunu bilmiyordum.

Ötekisi: Kediler ellerimde onarılmaz yaralar açtılar.
Birisi: Denizin üzerinde. Fenere yakın. Işık çarptığında bir oyuncu zannederek kendimi, yaşamak…

Bir gün ertesi günden daha ağırlaşmaya başladı. Eve gittiğimde de yalnız onu düşünmeye başladım birkaç ay sonra. Yalnız onu. Hastalık gibi hızla yayılıyordu. Ve ölümcüldü. Bir gün gittim ve istifamı istedim. ‘Beni özgür bırak. Ne olur sana yalvarıyorum’ dedim.
‘Olur’ dedi. ‘Özgürsün.’
Sonra sokakların birden anlamını yiriğine şahit oldum. Bir an bile onun düşüncesini atamaz oldum kafamdan. Kurtulamıyordum. Parasız ve sefildim. Sürünerek kapısına dayandım. Benimle seviş dedim. Yapılacak en son şey buydu. Bir erkek olmasına rağmen seviştik onunla. Ve ben onunla sevişirken yalnız onu düşünüyordum. Onu daha önce hiç düşünmediğim hallerde düşünüyordum. Orta yaşlı bu tuhaf adamı onun kendisini tanıdığından çok daha iyi tanıyordum. Sonra her gün sevişmeye devam ettik. Ondan kurtulmanın tek bir yolu bile yoktu artık. Belki de kendimden kurtulmalıydım. İşte denizin üzerine böyle geldim. Ama poyraz estikçe üşüyorum.

Orta yaşlı adam: Gül mü gül bir daha asla açmayacaktı. Çünkü onu terk edip gittiğimiz o kurak temmuz ayının kavurucu güneşinde köklerine dek yanmıştı. Ceset üç gün sonra ortadan kaldırılacak böceklerle.




duvar afişi

Hiç yorum yok: