29 Haziran 2009 Pazartesi


Dolu dolu yazmak gerek böyle zamanlarda ya, bir başlayabilse insan… Dökülüverecek kağıda harfler, aldığında kalemi eline. Sanki hiçbir güç uygulamadan kalem kuracak kelimeleri. Ama işte olmuyor. Ne kalem kuruyor kelimeleri ne de bir başlangıç yapabiliyorum. Gözümün önünde bir dolmuşun içinde ki insan kafaları, kafamda ders notları öylece oturup boş boş bakıyorum inşaatta ki türkü söyleyen adama. Üstünde kareli boya damlamış bir tişört ve sarı bir şapka var.
Kendimi türküye veremiyorum ne dediğini hiç duymuyorum sanki oysa sözler değil ama ezgisi içime işliyor. Dikkat kesilip sarı şapkada ne yazıyor diye okumaya çalışıyorum bu seferde. Yok, harfler birbirine girmiş okuyamıyorum. Zaten oda molayı bitirip işine devam etmek için ayağa kalkıyor. Ben yine dolmuşun içindeki kafalara geri döndüm. Hiç tanıdık bir surat yok ama hepsinin yüzü asık. Bir an neden diye düşünüyorum sonra da düşünmekten vazgeçiyorum. Tam o anda karşıda ki inşaatın yanında ki ağaca bir kuş konuyor onu izliyorum uzun süre üstünde tam beş renk var ama hepsi kahverengi tonları, kafasını öyle hızlı hareket ettiriyor ki başım dönüyor ona bir isim veriyorum. İsmini bağırıyorum sanırım beni duymuyor havalanıyor. Uzaklaşıyor. Yine kıpırtısızca oturmaya düşünmeye devam ediyorum. Tam o anda muavinin merdivende inecek var mı sorusuyla irkiliyorum. Henüz ineceğim yere gelmemişim iyi çok uzun süre uyuya kalmışım. Yanımda oturan kadın ne kadar asık suratlı, oturduğundan beri yüzünde en ufak bir kıpırtı olmadı.


rina

Hiç yorum yok: