21 Haziran 2009 Pazar

Marx’ın Ekonomi Politiği Eleştirisi

Meta: Karl Marx, büyük eseri Kapital’e kapitalist üretim biçiminin birimi olarak ifade ettiği metayı açıklayarak başlar. Mübadele etmek (değişim) için üretilmiş her şey bir metadır. Metanın (mal ve hizmetler) ikili bir karakteri vardır. O, içinde hem değişim değerini hem de kullanım değerini barındırır. Yalnızca kullanım değeri olan bir mal bir meta değildir. Örneğin, meta üretiminin yaygınlaşmadığı dönemlerde, köylüler kendi ihtiyaçlarını karşılmak için giysi ve ayakkabı türü kullanım değerleri üretirlerdi. Bunlar piyasaya değişim amaçlı götürülmediği, yalnızca kullanım amaçlı üretildikleri için birer meta değillerdi.
Daha basit anlaşılması için örneklere başvurmak gerekirse: hayatımızın her anında metalarla karşılaşırız. Bugün artık meta alış verişi yapmadan hayatta kalmak dahi mümkün değildir. Her gün yiyecek, içecek alırız. Dergi ve kitaplar alırız. Örneğin bir kitabı okuyarak kullanım değerini gerçekleştirmiş oluruz, bu kitabı daha sonra bir sahafa sattığımızda ortaya çıkan ise değişim değeridir.
Metaların fiyatları, onların değerlerinin parasal olarak ifadesinden başka bir şey değildir. Meta hem kullanılabildiği hem de değiştirilebildiği için bir değere sahiptir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, meta üretiminin yaygınlaşmasından yani kapitalizmden önce, asıl olarak kullanım amaçlı değer üretiliyordu. Değişim amacıyla üretim oldukça sınırlıydı. Asıl olarak kapitalizmin egemen üretim biçimi olmasıyla birlikte ürünler meta karakterini yani kullanım ve değişim değerini bir arada içselleştirdiler.
Değer: Metalar sürekli birbirleriyle değiştirilirler. Biçim ve nitelik olarak tamamen farklı iki metayı birbiriyle değiştirilebilir yapan öz nedir? Örneğin, değerinin para olarak ifadesi (para da bir metadır) 1 lira olan bir kalemle, yine 1 lira değerindeki bir bilyeyi değiştirilebilir yapan öz nedir? Bu toplumsal emektir. Bu emeği toplumsal yapan şey, üretilen ürünün yalnızca toplumsal bir ihtiyacı karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda bu emeğin toplum tarafından harcanan toplam emeğin bir parçası olması gerekir.
Bir metayı değerli kılan şey, onun içinde cisimleşmiş toplumsal emektir. Bu değerin büyüklüğünü ya da küçüklüğünü belirleyen şey ise, harcanan emek, yani emek-zamandır. Ama bu emek-zaman toplumsal olarak belirlenir, bireysel olarak değil. Örneğin, bir saatin bir saatçi tarafından yapılması için gerekli ortalama emek zaman 5 ise, herhangi bir saatçinin tamamiyle aynı saati yapmak için harcağı 10 saat, o saatin değerini 10 emek-zaman yapmaz. Ürünün ortaya çıkması için harcanan ortalama emek-zaman 5 ise, o saatin değeri 5 emek-zamandır. 10 saatte üreten saatçi, ya 5 saatte üretmek ya da piyasadan çekilmek zorundadır. Çünkü o, 10 saatte bir tane üretirken rakip saatçiler 10 saatte 2 saat üretmişlerdir. Ve 5 saatte üreten saatçilerin ürettiği saat daha ucuz olacağı için herkes o saatçilerden alacak, 10 saatte üreten saatçi ise fiyatı düşüremediği ve elindeki ürünleri satamadığı için batacaktır.
Ayrıca, “Bir metanın değişim değerini hesaplarken, ona en son uygulanan emek miktarına, daha önce metanın hammaddesinde işlenmiş bulunan emek miktarını, ayrıca, araçlara, aletlere, makinelere ve binalara harcanmış olan emeği eklememiz gerekir. Örneğin, belirli bir miktarda pamuk ipliğinin değeri, pamuğa onu iplik haline getirme sürecinde eklenen emek miktarının, kömür, yağ ve tüketilen diğer yardımcı maddelerde cisimleşmiş emek miktarının, buhar makinesinde, iğlerde, fabrika binalarında vs. Temsil olunan emek miktarının kristalleşmesidir.” (Ücret, Fiyat ve Kar, K.Marx, 1865)
Emek-gücü: Her değerin kaynağı, değer yaratan öz emek ise, emeğin değeri nedir? Emeğin değeri diye bir şey yoktur. Çok basit bir ifadeyle, bir işçinin bir günlük emeğinin değeri onun aldığı ücret ise, yani diyelim 8 saat için 20 lira ise, sermaye birikimi nasıl oluşur? Yani eğer, değeri yaratan işçiye, her gün yarattığı değer geri verilirse, kar nasıl oluşur? Bu elbette mümkün değildir. İşçilerin ücret olarak aldıkları, emeklerin değeri değil, emek-gücünün değeridir. Öyleyse emek-gücünün değeri nasıl belirlenir? Yani işçinin aldığı ücret. Tüm diğer metalarınki gibi, emek-gücünün değeri onun üretimi için gerekli emek miktarıyla belirlenir. Yani emek-gücünü kapitaliste –günlük, haftalık, aylık ya da yıllık olarak- kiralayan işçinin iş gününün sonunda, ertesi gün için işgücünü yeniden hazır hale getirebilmesi, yani onu yeniden üretebilmesi için yiyeceği yemeğin, kalacağı evin kirasının, işgücünün niteliğini arttırmak için yapacağı harcamaların vs. değeriyle belirlenir. Aynı zamanda, yeni işçi orduları yaratması için, yani çocukları için yapacağı harcamanın miktarı da bu değere dahildir. Kısacası emek-gücü de bir metadır. Hem de sermaye birikminin ön koşulu olan meta. İşçiler kapitalistlere emek-güçlerini belirli bir süre için satarlar ve bunun karşılığında da bir ücret alırlar. Az önce de değindiğimiz gibi, eğer işçi emeğinin karşığını ücret olarak alıyor olsaydı, o halde üretilen metanın değerinin karşılığını doğrudan alması gerekirdi. Ancak bu durumda, elindeki kristalleşmiş emeği; sermayeyi yatıran ve daha fazla sermaye için yatıran kapitalistin çıkarı/karı ne olacak? Dolayısıyla bu mümkün değil. Bunu oldukça iyi açıklayan Marx’ı dinleyelim:
“...işçi, ücretini, çalıştıktan sonra aldığından ve ayrıca, gerçekte kapitaliste verdiği şeyin kendi emeği olduğunu bildiğinden, işgücünün değeri ya da fiyatı, ona, zorunlu olarak, bizzat emeğinin fiyatı ya da değeri gibi görünür. Eğer işgücünün fiyatı, içinde altı iş saatinin gerçekleşmiş olduğu 3 şilin ise, ve o oniki saat çalışıyorsa, her ne kadar bu oniki saatlik emek 6 şilinlik bir değeri temsil ederse de, işçi, zorunlu olarak, bu 3 şilini oniki saatlik emeğin değeri ya da fiyatı olarak kabul eder. Buradan çifte bir sonuç çıkar:
Birincisi: her ne kadar kesin olarak konuşulduğunda, emeğin değeri ya da fiyatı teriminin hiç bir anlamı olmasa da, işgücünün değeri ya da fiyatı, sanki emeğin kendi fiyatı ya da değeri imiş gibi görünür. İkincisi: her ne kadar işçinin gündelik çalışmasının bir bölümü ödenmeyip, yalnızca bir bölümü ödeniyorsa da, ve her ne kadar artı-değerin ya da kârın kaynağını meydana getiren şey, kesinlikle, bu ödenmemiş bölüm ya da artı-emek olsa da, emeğin tamamı ödenmiş emek gibi görünür.
İşte bu yanlış görünümdür ki, ücretli emeği emeğin öteki tarihsel biçimlerinden ayırdeder. Ücretlilik sistemi temeli üzerinde, ödenmemiş emek bile, ödenmiş emek gibi görünür. Kölelikte ise durum tam tersinedir: emeğinin ödenmiş bölümü bile ödenmemiş emek gibi görünür. Çalışabilmesi için kölenin elbette ki yaşaması ve işgününün bir bölümünün kendi varlığını sürdürmesinin değerini karşılamaya gitmesi gerekir. Ama, köle ile efendisi arasında sonuca bağlanmış bir pazarlık olmadığından, her iki yan arasında alış ve satış işlemi bulunmadığından, köle, kendi emeğinin tamamını, hiç bir karşılık almadan veriyormuş gibi görünür.
Öte yandan, daha düne kadar Doğu Avrupa'nın her yanında bulunduğunu söyleyebileceğimiz köylü serfi ele alalım. Bu köylü, örneğin, üç gün kendi tarlasında ya da kendisine verilmiş tarlada kendi hesabına çalışır, öteki üç gün ise, senyörünün malikanesinde zorunlu ve bedava iş görürdü. Şu halde burada, ödenmiş emekle ödenmemiş emek, zaman bakımından da, yer bakımından da gözle görülür biçimde birbirinden ayrılmış idi. Ve bizim liberaller, bir adamı bir hiç karşılığında çalıştırmak gibi bu akılalmaz anlayışa karşı büyük öfkelere kapıldılar.
Bununla birlikte, aslında, bir adam ister haftanın üç günü kendi hesabına kendi tarlasında, üç günü ise hiç bir karşılık almadan senyörünün malikanesinde çalışsın, ya da isterse,, fabrikada ya da atelyede altı saat kendisi için altı saat de patronu için çalışsın, ikisi de aynı kapıya çıkar; her ne kadar, bu son durumda, emeğin ödenmemiş bölümleri ile ödenmiş bölümleri birbirinden ayrılmazcasına içiçe girmişse de, ve işin içinde bir sözleşmenin giriyor olmasıyla ve ücretin hafta sonunda alınıyor olmasıyla bu işlemin tüm mahiyeti gözlerden gizleniyor olsa da, sonuç değişmez. Bir durumda, ödenmemiş emek gönül rızası ile, ötekinde ise zorla veriliyormuş gibi görünür. İşte bütün fark bundan ibarettir.” (Ücret, Fiyat ve Kar, K.Marx, 1865)
Artı-değer: Emek-gücünün değeri, işçinin yaşamını sürdürmesi ve işgücünü yeniden üretmesi için gerekli emek-zamanın değeriyle belirlenir demiştik. Örneğin bir gündelikçi işçinin, 4 saat çalışarak ürettiği değer, onun kendi yaşamını sürdürmesi için gerekli değere, iş-gücünün değerine eşit olsun. Ve bu değerin para olarak ifadesi de 20 lira olsun. Ancak işçi, kapitaliste işgücünü bir günlük olarak satmıştır. Ve o işgünü boyunca bu metayı –işgücünü- kullanım hakkı kapitaliste aittir, yani dolayısyla kapitalist işçiyi belirlenen işgünü süresince çalıştırır. Bunun da 8 saat olduğunu varsayalım. Bu işgünün sonunda oluşan ürünün değeri 40 lira olacaktır. Yani işçinin kendisi için gerekli emek-zaman olan 4 saatin değeri 20, kapitalist için çalıştığı artı emek-zamanın değeri de 20 liradır. Ve bu, artı emeğin yarattığı değere el koyma hakkı kapitaliste aittir. Ve bu değer, sermaye birikiminin, kapitalist üretim biçiminin ön koşulu olan, işçi sınıfının sömürüsüyle oluşan artı-değerden başka bir şey değildir.
Yani kapitalistler artı-değerin bir parçası olan karı (diğer parçaları faiz ve ranttır), mal ve hizmetleri – yani metaları- değerlerine satarak elde ederler.
Ücretli köleliğin lağvı: Marx’ın eleştirisini devrimci yapan, kapitalist üretim biçiminin işleyişini tamamiyle ortaya koymasının ardından, emeğin sermayeye olan boyunduruğunun ortadan kaldırılmasının, ücretlilik sisteminin lağvedilmesinin mümkün olduğunu göstermiş olmasıdır. Onun eleştirisi, bunu mümkün kılabilecek tek sınıfının işçi sınıfı olduğunu göstermiş olduğu için devrimcidir. Marx, emek-gücünün satılmak zorunda olan bir değer olma durumunun ortadan kaldırılabileceğini, emeğin özgürleşmesinin; sınıfların ve sınırların olmadığı bir dünyada, tüm emekçilerin üretimi ve paylaşımı planlı ve demokratik olarak örgütleyecekleri, kar için değil, tüm insanların ortak kullanımı için üretimin yapılacağı yeni bir dünyanın –sosyalizmin- kurulabileceğini gösterdiği için devrimcidir.


Prometheus

Hiç yorum yok: