17 Haziran 2009 Çarşamba

Göğün Fethine Çıkmak: Paris Komünü

137 yıl önce, 18 mart 1871'de Parisli işçiler şöyle haykırıyordu: “Yaşasın Komün!”, “Yaşasın toplumsal devrim!”. 1851 yılında bir hükümet darbesiyle iktidarı ele geçiren Louis Bonaparte, 1860'ların sonuna doğru burjuvazinin desteğini yitirmişti. Emekçi kitleler burjuvazinin cumhuriyet isteğini, kendi taleplerini de öne sürerek destekliyorlardı. 1869’da yapılan seçimlerde, cumhuriyet talebini dile getiren adaylar oyların yarısına yakınını aldılar. Diğer yanda Prusya, Bismarck önderliğinde Almanya’nın birliğini zorla sağlamış ve kıta Avrupa’sında Fransa’nın karşısına dikilmişti. Bonaparte içine düştüğü bu zor durumdan savaşa girerek çıkmaya çalıştı. Böylece Fransa 19 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş ilan etti.

2 Eylülde Sedan’da Fransız orduları yenildiler ve Bonaparte dahil 83 bin asker tutsak düştü. 4 eylülde Fransa'da işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşen devrimle cumhuriyet ilan edildi. Burjuvazi önce cumhuriyete sahip çıktığını, “yurt savunması” için çalışılması gerektiğini söylese de çok geçmeden sınıfsal yüzünü gösterdi. Cumhuriyetin dışişleri bakanı Jules Favre kendilerini Prusya’ya karşı değil Paris işçilerine karşı savunmaları gerektiğini itiraf edecekti.
Parisli işçiler Ulusal Muhafız Birliği içinde çoğunluğu oluşturuyorlardı. Bunun yanı sıra Paris’in yirmi ilçesinde işçi ve emekçiler bir araya gelmiş ve her ilçe kendi savunma komitesini kurmuştu. Bu komiteler kendiliğinden, mevcut belediyelerin (komünlerin) yerine geçiyor ve ilçelerde idareyi fiilen ele almaya başlıyordu. Fakat 28 Ocakta hükümetin Prusya’yla ateşkes istemesi ve Paris’i Prusya’ya teslim etmeyi kabul etmesi durumu değiştirdi. Ulusal Muhafız, hükümetin bu isteklerine karşı çıktı ve bağımsız hareket etmeye başladı. Merkez Komite yayınladığı bildiride monarşi ve her çeşitten sömürücü ve zalimleri istemediğini, önce Fransa cumhuriyetini, sonra da evrensel cumhuriyeti kuracaklarını açıklıyordu.
Burjuva hükümet, ani bir baskınla Ulusal Muhafızları silâhsızlandırmak istiyordu. 18 Martta sabaha karşı 10 bin asker, Paris’in tepelerine konuşlandırılmış mitralyözleri ve topları ele geçirmek üzere harekete geçti. Ancak beklenmedik bir direnişle karşılaştılar. Başlangıçta birkaç kadın ve muhafızın direnişi Paris’e yayıldı ve hemen her yerde barikatlar yükseldi. Askerler işçilerin safına geçiyordu. Akşama doğru tüm kışlalar, devlet binaları ve Belediye Sarayı ele geçirilecekti. Fakat burjuva hükümet, kesin sonucu beklemeden, öğleden sonra Paris’ten kaçmıştı. Böylece Paris’i fiilen elinde tutan işçi sınıfı onu resmen ele geçirmiş oluyordu: işçi sınıfı iktidardaydı.
Merkez Komite, hemen o gün sıkıyönetimin ve askeri mahkemelerin kaldırıldığını, adli ve siyasi mahkûmların affedildiğini açıkladı. Ayın 26’sında seçimler yapılacak ve Merkez Komite, görevi, seçilen Komün yönetimine devredecekti. Komüne seçilenler ya işçi ya da işçi sınıfının tanınmış temsilcileriydiler. Tüm devlet görevlileri seçimle göreve gelecek ve istendiği zaman geri çağrılabilecekti. Seçilen devlet görevlilerinin maaşı ortalama bir işçi ücretinden fazla olmayacaktı. Seçme, geri çağırma ve verilen ücretle bürokrasinin önüne geçilmişti. Büyük bir serveti elinde tutan Kilisenin malları devletleştirildi. Din ile devlet işleri ayrılıyor, öğretim laikleştiriliyor, zorunlu ve parasız hale getiriliyordu. Fırın işçilerinin gece çalışması yasaklandı, kaçan burjuvaların bıraktığı fabrika ve atölyeler işçilerin denetimine verildi.
"Artık adam öldürme, hırsızlık, saldırı gibi şeylerden söz edildiğini duymuyoruz" diyordu bir Komün üyesi, "sanki polis tüm tutucu müşterilerinin topunu, kendisi ile birlikte Versailles'a sürüklemiş!". Komün, polis ve düzenli orduyu ortadan kaldırdı bunun yerine tüm halkın silahlandırılması, halk milisleri geçti.

“Komün, diye haykırıyorlar, tüm uygarlığın temeli olan mülkiyeti kaldırmak istiyor. Evet baylar, Komün, büyük bir yığının emeğini birkaç kişinin zenginliği durumuna getiren bu sınıf mülkiyetini kaldırmak istiyordu. Mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesini amaçlıyordu. Üretim araçlarını, bugün özsel olarak emeğin köleleştirme ve sömürü araçları olan toprağı ve sermayeyi, özgür ve ortaklaşa bir çalışmanın aletleri durumuna dönüştürerek, bireysel mülkiyeti bir gerçeklik yapmak istiyordu.
Komün, Fransız toplumunun tüm sağlıklı öğelerinin gerçek temsilcisi, ve dolayısıyla gerçek ulusal hükümet olduğu kadar, aynı zamanda bir işçi hükümeti, ve böylece, kurtuluşunun gözüpek bir savunucusu niteliği ile, sözcüğün gerçek anlamında uluslararası bir hükümetti de.”(1)

Burjuva devlet makinesini kıran Komün, onun yerine kitlelerin yönetime katıldığı doğrudan demokrasi organlarını geçiriyordu. Komün parlamenter bir sistem değil, hem yürütmeci hem de yasamacı bir öz-yönetim organıydı. Kısacası Komün, bürokrasisi, ordusu ve polisi olmayan, tüm görevlilerinin seçimle gelip, derhal geri çağrılabildiği bir devlet olmayan devletti. Komün'ün en büyük hatası, Fransa merkez bankası Paris'te olmasına rağmen ona dokunmamasıydı. Bankayı devletleştirmek burjuva hükümete ağır bir darbe vuracaktı, ancak yapmadılar. Bu bankadan Versailles burjuva hükümeti büyük miktarlarda para almıştı. Bu paraları asker toplamak için kullanan hükümet, gerekli orduyu toplayınca Paris’in üzerine yürüdü.
Paris iki taraftan çevrilmişti. Bir tarafta Prusya, diğer tarafta ise Versailles'e kaçan burjuva hükümet. Paris'teki işçi devriminin ardından, artık Fransa-Almanya arasındaki savaş bitmiş, Fransız ve Alman burjuvazisi geçmiş husumeti unutup işçi Paris'e karşı birleşmişlerdi. Öyle ki, işçi devriminin Fransa'ya oradan Avrupa'ya yayılması, kapitalizmin sonunu getirebilirdi. Versailles’teki burjuva hükümet 10 Mayısta Almanya ile barış anlaşması imzaladı ve esir düşen Bonaparte’ın orduları serbest bırakıldı. Fransız burjuvazisi artık Paris'e saldırabilirdi. 1870 Fransa-Prusya savaşı, ardından bu iki ülkenin egemen sınıfının Paris Komünü'ne saldırması, tüm savaşların bir sınıf savaşı olduğunu ve işçi sınıfına karşı burjuvazinin her zaman birleşeceğini, “yurt savunması”, “ulusal savaş” söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını göstermişti.
21 Mayıs günü Paris, 130 bin asker tarafından kuşatıldı. Buna karşın Komünün sadece 40 bin savaşçısı vardı. Başlayan savaş ayın 28’ine kadar sürdü. Komünarlar inatla ve inanılmaz bir cesaretle direniyorlardı. Parisli kadın, erkek ve çocuklar barikat barikat savaşıyorlardı. Sekizinci günün sonunda Komünarlar yenildiler. Bir çok ulustan komüncü barikatlarda can verdi. Katliam korkunçtu. Barikatlarda binlerce direnişçi can vermişken, ele geçirilen 17 bin direnişçi günlerce süren kurşuna dizmeyle katledildiler. Cesetlerden boşalan kanla Seine nehri kızıla boyandı. Mitralyözlerle taranan direnişçilerin bedenleri –henüz ölmemiş olanlar da dahil– açılan toplu çukurlara atılarak ortadan kaldırıldı. Tam sayı bilinemese de 30 binin üzerinde komüncünün öldürüldüğü tahmin edilmektedir.
Komünün en önemli özelliği onun evrensel karakteriydi. O, uluslararası işçi sınıfının kızıl bayrağını taşıyordu. Komün bünyesinde bir Alman işçiyi çalışma bakanı olarak, ayrıca Rus, İtalyan ve Polonyalı pek çok işçiyi barındırıyordu. Komün sırasında bir çok ülkede, özellikle Almanya'da işçiler Komünle dayanışma ve destek gösterileri yaptılar. Komün yenilip, İmparator Wilhelm ve ordusu Berlin'e zafer edasıyla girdiğinde işçiler tarafından “Yaşasın Komün” çığlığıyla karşılandılar.
Karl Marx komüncüler için, “göğün fethine çıktılar” demişti. Yenildiler, ancak Komün bir son değil yalnızca bir başlangıçtı, yepyeni bir dünyanın habercisi, açlığın, yoksulluğun, savaşların olmadığı, sınıfların ve sömürünün son bulduğu özgürlük dolu bir dünyanın başlangıcıydı.

(1)Karl Marx, Fransa'da İç Savaş

Promethus

Hiç yorum yok: