17 Haziran 2009 Çarşamba

Wilhelm Reich 1897 yılında Galiçya'da, bir Yahudi ailesinden dünyaya geldi. Tıp öğrenimini Viyana'da tamamladı. Kendini önce cinselbilime, daha sonraysa ruh çözümlemesine adadı. 1919'da Freud'u keşfetti. Onun hayranı, en yakın dostu ve yardımcısı oldu. 1927'de aralarında kuramsal ve siyasal yönde bir ayrılık baş gösterdi. 1928'de Avusturya Komünist Partisi'ne girdi, aynı yıl Viyana'nın emekçi mahallelerinde işçiler için ruh çözümleyici sağlıkevleri açtı. 1929'da Sovyet Rusya'ya bir seyahat yaparak buradaki psikanaliz alanındaki gelişmeleri yerinde inceledi. 1930'da, Berlin'de cinsel siyaset hareketini başlattı. Cinsel sorunu siyasallaştırmak istiyordu. Kurduğu derneğe bir yılda yirmi bin üye yazıldı.

Nazi tehlikesinin hızla Almanya'yı sarması üzerine Reich, önce İskandinav ülkelerine, ardından Birleşik Amerika'ya gitti. Daha öncesinde cinselbilim konusundaki görüşleri nedeniyle dernekten ve partiden atılmıştı. Yazdığı kitapların çoğu bir süre yasaklandı. Nazi Almanya'sında ve Amerika'da kitapları yakıldı. 1957 yılında, ABD'de bilimsel çalışmaları nedeniyle atıldığı bir cezaevinde öldü.
Türkçede yayınlanan eserleri: Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, Dinle Küçük Adam, Kanser, Gençlik Tutkusu, Reich Freud'u Anlatıyor, Psikanaliz ve Diyalektik Materyalizm, Dirimin Öldürülüşü, Cinsel Ahlakın Boygöstermesi, Başı Dertte İnsanlar, Kişilik Çözümlemesi, Bedensel Boşalmanın İşlevi, İnsanın Doğadaki Yeri, Cinsel Devrim.

“.. asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülenin grev yaptığı değil; neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir” W. Reich

['Cinsel Devrim' (1935) kitabından, s.113-122, Payel yay.)

Eğitim Aygıtı Olarak Buyurgan Aile

Tutuculuğun kuramsal havasını yaratan başlıca yer, buyurgan (otoriter) ailedir. En yaygın örneği üç kişilidir: baba, anne, çocuk. Tutucu kuramlar aileyi insan toplumunun temeli, “çekirdeği” sayarken, tarih boyunca uğradığı değişikliklerin ve sürekli toplumsal işlevlerinin incelenmesi onun belirli iktisadi kümelenmelerin sonucu olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla biz aileyi toplumun orta direği ve temeli değil, iktisadi yapısının ürünü sayıyoruz (anaerkil aile, ataerkil aile, Zadruga (1), çokeşli babalık, tekeşli babalık vb.). Tutucu cinselbilim, ahlak ve hukuk aileyi “Devlet”in temeli saymaya devam ederken bir bakıma haklıdırlar, çünkü otoriter aile gerçekten de otoriter Devlet ile otoriter toplumun ayrılmaz parçasıdır. Bu aile şu toplumsal anlamları taşır:
1. İktisadi açıdan, sermayeciliğin (kapitalizmin) doğuşunda, bugün köylüler ve küçük tüccarlar arasında görüldüğü üzere, iktisadi üretim birimiydi.
2. Toplumsal açıdan, otoriter toplumdaki görevi, iktisadi ve cinsel haklardan yoksun kadınla, çocukları korumaktır.
3. Siyasal açıdan: kapitalizm öncesi evrede, yani ev üretiminin egemen olduğu dönemde ve kapitalizmin başlarında, (bugünkü küçük toprak işletmelerinde olduğu gibi) ailenin iktisadi görevi önde geliyordu; üretim güçlerinin gelişmesi ve üretimin toplumsallaşmasıyla birlikte ailenin işlevi de değişti. Kadın üretim sürecine katıldıkça ailenin iktisadi birliği önemini yitirdi. Buna bağlı olarak siyasal işlevi ortaya çıktı; tutucu bilimle hukuk işte bu temel işlevi sürdürüp savunmaktadır: bu, ailenin otoriter kuramlar (ideolojiler) ve tutucu zihinsel yapılar üretme görevidir. O, içinde yaşadığımız toplumun her bireyinin soluk almaya başladığı andan bu yana geçmek zorunda olduğu eğitim aygıtıdır. Yalnız kendisinde kurumlaşmış yetkeyle değil, aynı zamanda özel yapısıyla çocuğu gerici öğretiye göre yetiştirmektedir; tutucu toplumun iktisadi yapısıyla düşünsel üstyapı arasında iletim kayışı görevi yapmaktadır; gerici havası ister istemez ve sökülüp atılmamacasına bütün üyelerini etkilemektedir. Kendine özgü biçimi ve dolaysız etkisiyle, tutucu fikirleri ve yürürlükteki toplumsal düzen karşısında takınılacak tutumları atadan oğula aktarır; ama ayrıca, varlığını borçlu bulunduğu ve sürüp gitmesine yardım ettiği biçimiyle, çocuğun cinsel yaşamına dolaysız bir tutucu etki yapar. Gencin yürürlükteki toplumsal düzene karşı ya da ondan yana oluşunun aileye karşı ya da yandaş oluşuyla atbaşı gitmesi rastlantı değildir. Tutucu ve gerici gençlik, genellikle aileye sıkı sıkıya bağlıyken, devrimci gençliğin ilke olarak ondan kopuk ve karşıt oluşu da rastlantı değildir.

Bütün bunlar hem ailenin cinselliğe karşıt hava ve yapısına, hem de aile üyelerinin en gizli saklı şeylerdeki ilişkilerine bağlıdır.
Bundan ötürü, ailenin eğitici görevini incelerken, ayrı ayrı iki dizi olguyu ele almamız gerekir: somut kuramların (ideolojilerin) aile aracılığıyla gençlik üzerindeki etkisi, bir de “üçlü yapı”nın kendisinin dolaysız etkisi.

1.Toplumsal Öğretinin Etkisi

Türlü toplumsal sınıflar arasındaki ayrımlar ne olursa olsun, cinsel açıdan aynı ahlakçı havanın etkisinde olmak gibi önemli bir özellikleri ortaktır; bu etki, söz konusu cinsel ahlakçılıkla barış içinde birarada yaşayan ya da işbirliği eden sınıf ahlakıyla çelişmez.
En yaygın aile türü, orta sınıfların alt katmanlarının ailesi bu sınıfın çok çok ötelerine uzanır; başka bir deyişle, “küçük burjuva” aile yalnız küçük burjuva sınıf için değil, aynı zamanda üst sınıflar, hatta işçi sınıfı için geçerlidir.
Orta sınıfların kurduğu ailenin temeli, babayla karısı ve çocukları arasındaki ataerkil ilişkidir. Baba, bir bakıma, Devlet yetkesinin aile içindeki simgesi ve tercümanıdır. Üretimdeki astlık göreviyle aile içerisindeki efendiliği arasındaki çelişki ona başkan yardımcılarına özgü belirgin niteliği kazandırır: üstlerine karşı köpeklik; egemen öğretiden etkilenir (öykünme eğilimini açıklayan da işte bu etkilenmedir), ve astlarına efendilik eder; siyasal ve toplumsal görüşlerini onlara aktarır, bu görüşlerin güçlenmelerine yardım eder.
Cinsel ideoloji konusunda, küçük burjuva ailenin evlilik kuramıyla genel aile düşüncesi, yani ömür boyu tekeşli birlik kuramı bir noktada birleşir. Eşlerin durumuyla ailenin kümelenmesi ne denli içler acısı ve umutsuz, acılı ve dayanılmaz olursa olsun, bireyler gerek aile içinde, gerek dışarıya karşı, bunları doğrulamak zorundadırlar. Bu tutumun toplumsal gerekliliği yoksulluğu gizlemeye, aileyle evliliği ülküleştirmeye götürür insanları; aynı zamanda, ailenin çocuklara sağladığı varsayılan “aile mutluluğu”, “koruyucu yuva”, “dinginlik ve mutluluk ocağı” gibi beylik laflarıyla aile duyguculuğunun yayılmasına yol açar. Bizim toplumda, evliliğin ve ailenin dışında durumun daha da acıklı oluşu, cinsel yaşamın her türlü ahlaki, maddi ya da yasal olanaktan yoksun kalışı, haksız yere, aile kurumunun doğaya, yaşama uygun sayılmasına yol açmıştır. Gerek bu işlerin gerçek durumunun küçümsenmesi, gerekse şimdiki ideolojik havayı yaratmaya yarayan duygulu sloganlar duygusal açıdan son derece gereklidirler, çünkü insanın dayanılmaz aile durumuna yaslanmasına izin vermektedirler. İşte bu yüzden, sinir hastalıklarının giderilmesi, bütün yanılsamaları silip süpürdüğü ve türlü durumların ardındaki doğruyu ortaya çıkardığı için eşler ve aile bireyleri arasındaki bağı koparabilir.
Eğitimin amacı, ta başından, çocukları evliliğe ve aileye hazırlamaktır. Uğraş kazandırıcı eğitim çok sonra başlar. Cinselliği yadsıyan ve elinin tersiyle iten eğitim dizgesi yalnızca toplumsal havadan gelmez; aynı zamanda, yetişkinlerin cinsel arzularını bilinçaltına itmelerinin sonucudur. Çünkü son kertesine varmış bir cinsel boyun eğme olmadıkça, zorlayıcı aile çevresinde yaşamak olanaksızdır.
...



2.Üçlü Yapı

Aile, çocuk üzerinde, toplumsal öğretiye yönelik bir etki yapar. Ama diğer yandan, ailenin kümelenişi de, üçlü yapısıyla, yine toplumun tutucu eğilimleri yönünde özel bir etki yaratır.
Freud, bu üçlü yapıyla karşılaştığımız her yerde, çocuğun ana-babasına karşı hem sevecen, hem tensel, belirli cinsel bağlar geliştirdiğini bulmuştur; bu buluş, bireyin cinsel gelişmesinin anlaşılmasında son derece önemlidir. “Oidipus karmaşası”, art arda doğurdukları sıkıntılarla, güçleri aile ve çevre tarafından belirlenen bu ilişkilerin tümünü anlatır.
...
Çocuğun son derece önemli olan dörtle altı yaş arasında cinselliğini aile çevresinde geliştirmesi, onu bu soruna aile eğitimine uygun bir çözüm bulmaya götürür. Başka çocuklarla birarada, ana-babaya saplanıp kalmadan büyüyen çocuk cinselliğini çok daha başka türlü geliştirecektir. Çocuk günün bir kaç saatini yuvada geçirse bile, aile eğitiminin toplu eğitime aykırı düştüğünü, onu engellediğini unutmamak gerekir. Gerçekte, aile eğitimi çocuk bahçesini bu sonuncunun kendisini etkilediğinden daha fazla etkiler.
Çocuk ana-babanın otoritesinden ve cinsel çekiminden kolay kolay kurtulamaz. Gerçekten de, ne denli ılımlı olursa olsun, sırf bedeninin küçüklüğünden ötürü, ana-baba otoritesi altında ezilir. Otoritenin çekiciliği, çok küçük yaşta, cinsel çekiciliği iter, bilinçaltında yaşamaya zorlar; daha sonraları cinsel ilgiler aile dışındaki dünyaya yönelmeye başladığı zaman, ana-baba yetkesine saplanıp kalma cinsel ilgiyle gerçek dünya arasına umacı gibi dikilecek, cinsel arzuyu bilinçaltına itmekte güçlü bir etken olacaktır. Ana-baba yetkesine bağlanıp kalma büyük ölçüde bilinçdışı olduğundan, bilinçli çözümlere açık değildir. Bu bilinçdışı bağlanmanın çoğu kez tersiyle, yani hastalıklı başkaldırıyla dile gelmesinin hiç önemi yoktur. Söz konusu başkaldırı, cinsellikle suçluluk duygusu arasında gerçekleştirilen hastalıklı bir uzlaştırma olan saldırgan cinsel eylemlerin dışında çözüm getirmez cinsel gerilimlere. Demek ki, doğal kurallara uygun bir cinsel yaşamın ilk koşulu ana-baba yetkesine bağlanıp kalmanın çözümüdür. Bugünkü durum ve koşullarda, pek az kişi bunu başarabilmektedir.
Ana-baba otoritesine bağlanıp kalma, gerek cinsel yönüyle, gerekse babanın yetkesine boyuneğme görüşüyle, erginlik çağında cinsel ve toplumsal gerçekliğe yaklaşmayı güçleştirir, hatta olanaksızlaştırır. Akıllı uslu oğlanla iyi ev kızının tutucu ülküsü, özgür ve bağımsız gençlik düşüncesine taban tabana terstir; böyleleri, büyüdükten sonra da, onulmaz şekilde, çocuksuluğun kurbanıdırlar.
Aile eğitimin en belirgin özelliklerinden biri de, anayla babanın, hele dışarıda çalışmıyorsa ananın, çocuklarını -onların zararına- yaşamlarının en büyük zevki saymasıdır. Herkesin bildiği gibi, çocuklar istendiği zaman sevilecek, istendiği zaman dövülecek sevimli ev hayvanı yerine geçerler: ana-babanın duygulanma yetkisi onların iyi birer eğitici olmalarını engeller.
...
Zorlayıcı aile, iktisadi ve ideolojik açıdan otoriter toplumun ayrılmaz parçası olduğundan, doğurduğu kötülükleri bu toplum çerçevesinde söküp atmayı ummak çocukluktur. Üstelik, bu kötülükler ailesel durumun kendisinde vardır ve güdüsel olarak yapının bilinçdışı işleyişlerinden ötürü her bireye çıkmamacasına demir atmışlardır.
Böylece doğrudan doğruya ana-babaya bağlanıp kalmanın yarattığı cinsel arzunun bilinçaltına itilişine, aile yaşamı boyunca biriktirilen kinin büyüklüğünden gelen suçluluk duyguları eklenir.
Bu kin bilinçli kalırsa, bireysel alanda devrimci bir etken olabilir: kişiyi aile bağlarını koparmaya iter, bu kini doğuran koşullara karşı eyleme girişmesine yarayabilir.
Yoo, tam tersine bu kin biliçaltına itilirse, körü körüne bağlılık ve çocukça söz dinleme gibi karşıt tutumlara yol açar. Ve tabii bu tutumlar özgürlükçü bir harekette savaşmak isteyen kişi için çok elverişsiz durumlar yaratır; böyle biri hem eksiksiz özgürlükten yana olabilir, hem de çocuklarını pazarları kilise okuluna gönderebilir, ya da “yaşlı ana babasını üzmemek için” kiliseye gitmeye devam edebilir; aileye bağlanıp kalmanın uzantıları olan kararsızlık ve bağımlılık belirtilere gösterir; özgürlük uğrunda gerçekten savaşamaz.
Ama aynı ailesel durum, küçük burjuva aydınlarda pek sık rastlanan “hastalıklı devrimci” kişiyi de üretebilir. Devrimci duygulara bağlanan suçluluk duyguları onu devrimci harekette pek güvenilemeyecek bir savaşçı halinde getiir.
Ailenin verdiği cinsel eğitim bireyin cinsel yaşamını ister istemez bozar. Eğer şu ya da bu birey her şeye karşın sağlıklı bir cinsel yaşam kurabilirse, bunu aile bağlarını harcayarak yapar.
Cinsel ihtiyaçların bastırılması, zihinsel uyuşukluğa ve genel coşkusal durgunluğa, özellikle de bağımsızlıktan, iradeden, eleştiri anlayışından yoksunluğa yol açar. Otoriter toplum “ahlakın kendisi”ne değil, ruhsal varlığın bozukluklarına bağlıdır; bu bozuklukların amacı, cinsel ahlakı bireylerin beynine çakmaktır, ve bütün buyurgan toplumların toplu ruhsal temelini oluşturan zihinsel yapıyı yaratırlar. Köleliğe yatkın zihinsel yapı, cinsel güçsüzlük, hüzün, destek ve Führer özlemi, otorite korkusu, yaşam ve gizemcilik korkusu karışımıdır. Başkaldırıyla karışmış olan sofuca bağlılık bunun en belirgin niteliğidir. Cinsel yaşamdan korkmak ve cinsel ikiyüzlülük “burjuva”yı ve çevresini belirler. Böyle bir zihinsel yapıya sahip kişiler demokratik yaşama uyamazlar, gerçekten demokratik ilkelere göre yönetilen kurumlar yaratıp yaşatma çabalarını sıfıra indirirler. Halk tarafından seçilmiş yöneticilerin buyurganlık ya da memur egemenliği kurma eğilimlerinin kolayca yerleşip gelişeceği ruhsal toprağı bunlar oluştururlar.
Sözün kısası, ailenin siyasal işlevi iki yönlüdür:
1. Bireyleri cinsel açıdan sakatlayarak kendi kendini üretir. Ataerkil aile, kendini sürdürmekle, cinsel baskıyı ve onun doğurduğu her şeyi sürdürür: cinsel bozukluklar, sinir hastalıkları, çıldırmalar ve cinsel suçlar.
2. Kişiyi yaşamdan korkan, otoriteden çekinen biri yapar, dolayısıyla halk yığınlarını bir avuç yöneticinin sert baskısı altına sokma olanağını durmadan tazeler.
İşte bu yüzden, tutucu için aile, inandığı toplumsal düzenin yıkılmaz kalesidir. Bu açıdan bakıldığında, tutucu cinselbilimin aile kurumunu neden öyle canla başla savunduğu da anlaşılıyor. Aile, bu kavramların tutucu, gerici anlamında “Devlet'in ve Toplum'un kalıcılığını güvenlik altına alır”. Öyleyse aileye verilen değer, her toplum düzeninin genel değerlendirilmesinde anahtar olmalıdır.

(1) Zadruga: Özellikle Orta Çağ'da Güney Slavlarında görülen ve bugün de yaşayan ataerkil aile: topraklar bölünmez ve ortaklaşa işlenir.

Hiç yorum yok: