25 Ağustos 2009 Salı

Yerel Seçimler, Marksistler ve bir kitap

Bu yazının amacı, Türkiye’de bugün kendisini Marksist olarak tanımlayan bazı çevrelerin yaklaşan seçimler öncesinde sendikacılığa ve ulusalcı akımlara ilişkin tavrını kısaca ele almak. Bunu yaparken, Prinkipo Yayıncılık’tan Ağustos ayının sonunda çıkan Uluslararası İşçiler Birliği (Birinci Enternasyonal) adlı kitaptan yararlanacak ve küreselleşme sürecinin “sol” üzerindeki etkisine değineceğim.

Adı geçen kitabın yazarı, kendi değerlendirmesinin bulunduğu ilk bölüme, 19. yüzyılın ilk yarısı ve sonraki 15 yılın genel (sosyal, ekonomik ve örgütsel) bir özetini sunarak başlıyor. Bence bu yaklaşım, yalnızca Uluslararası İşçiler Birliği’nin ortaya çıkış koşullarının kavranmasını oldukça kolaylaştırtığı için değil; aynı zamanda, belirli örgütsel modellerin zaman ve mekândan; yani belirli sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız ele alınamayacağını anımsattığı için önemli. Bunu vurgulamamın nedeni 1864 yılında asıl olarak İngiliz sendikacıları tarafından kurulmuş olan UİB hakkında yaratılan efsaneler.
Bu efsanelerden, “sol”da yaygın kabul gören birine göre, UİB bizzat Marx tarafından kurulmuştur ve dolayısıyla ilk Marksist enternasyonaldir. Oysa Marx UİB’nin kuruluş toplantısını yalnızca bir davetli olarak katılmıştı. Oysa İngiliz sendikacıları tarafından kurulan UİB’ye Marx’ın katılma kararı almasında belirleyici olan, 1848 devrimlerinin yenilgisinin ardından geriye çekilen işçi sınıfı hareketinin 1860’larla beraber yeniden bir canlanma içine girdiğini düşünmesiydi. Marx ve Engels, Proudhoncular’la, -kısmen- sendikacılarla ve asıl olarak anarşistlerle yaşanan yoğun ideolojik ve örgütsel mücadelenin ardından UİB’te zafer kazanmış; ancak Paris Komünü deneyimi, UİB için ölüm çanlarını çalmıştı.
1919’da başını Lenin ve Troçki’nin çektiği Marksistler tarafından demokratik merkeziyetçilik temelinde kurulan Komünist Enternasyonal, gerçekte, Komünistler Birliği’nin ardından kurulan ve “Dünya Komünist Partisi” olarak ifade edilebilecek ikinci partiydi. Komünist Enternasyonal’in 1920’lerin ortalarında başlayan ulusalcı bürokratik (Stalinist) yozlaşmasının faşizmin zaferiyle ve dünya burjuvazisiyle ittifak politikasıyla –ve II. Dünya Savaşı’yla- sonuçlandığını biliyoruz. Bu enternasyonal de, aynı Sosyalist Enternasyonal gibi sosyalizm ya da yıkım (dünya savaşı) ikileminin gündeme geldiği bir dönemde iflas etti ama Marksist dünya partisi (enternasyonalizm) geleneği ortadan kalkmadı. Marksizmin sosyalist devrim programı IV. Enternasyonal’de cisimleşiyor.

Küreselleşme, “sol” ulusalcılık ve enternasyonalizm

İşçi hareketinin örgütlenmesinin, kapitalist üretim sürecinde yaşanan gelişmelerle doğrudan bağıntılı olması, aralarında Marksist olduklarını iddia edenlerin de yeraldığı kimi “sol” çevrelerin, tam da bu dönemde, sendikalara devrimci roller atfetmesi ve UİB’yi yeniden dillendiriliyor olmasını açıklayan temel etken. Bu ulusalcı eğilimin ardında, üretimin küreselleşmesi yatmaktadır.
Dünya ekonomisinin 1960’ların sonlarından başlayarak içine girdiği küreselleşme süreci, sendikaların üzerinde yükseldiği ulusal pazarları hızla ortadan kaldırmış; onları, tarihte hiç olmadığı kadar dünya pazarının organik parçası haline getirmiştir. Ulusal ekonomi ve ulus-devlet temelinde kurulu sendikacılık akımı ve onun siyasi temsilcileri, kapitalist üretimin uluslararasılaşması sürecinde “pazarlık” gücünü yitirirken, üretim ve dağıtım süreçlerinde yeniden söz sahibi olma arayışı içinde, diğer ülkelerdeki sendikal örgütlenmelerle uluslararası “dayanışma”ya ihtiyaç duyarlar. Ancak, bu “dayanışma”, kapitalizmin ilk ciddi kriziyle birlikte, Rosa Luxemburg’un sözleriyle, “birbirini boğazlama”ya dönüşür. Öte yandan, uluslararası işbirliği içinde emek piyasalarının, ücretlerin vb. –“ulusal çıkarlar”a uygun biçimde- düzenlenmesi için çaba harcayan sendikacılık ve onun partileri içinde, bu çabalar başarısız kaldığı ölçüde, gümrük duvarlarıyla korunan ulusal pazara dönme eğilimi artar. Sonuçta, bir zamanların “enternasyonalist”leri en keskin ulusalcılar haline gelirler. Bir zamanların Marksist ustası Karl Kautsky’nin I. Dünya Savaşı sırasında söylediği gibi, “barış zamanlarında oldukça yararlı olan enternasyonal, savaş zamanında, maalesef, hiç bir işe yaramaz”! Daha doğrusu, emekçileri birbirlerini boğazlamak üzere savaşa sürmeye yarar.


Ulusalcı “Marksist”ler

İşçi aristokrasisinin ve sendikacılığın ulusalcılığında anlaşılmayacak bir şey yok. Ancak, kapitalist küreselleşme sürecine, yeniden ulusal hapishanelere kapanma tepkisi verenlere, kendilerini Marksist olarak tanımlayan kişi ve çevrelerin katılmış olması ilginç. Bugün, giderek artan sayıda “solcu” birey ve çevre, varlığını ücretli emeğin sömürüsüne ve ulus devlete borçlu olan sendikacılıkla işbirliğini savunuyor ve onu göklere çıkartıyor; ulusalcı ve / veya gerillacı önderlikler karşısında yerlere kapanıyor.
Onlar şimdi, yaklaşan yerel seçimlerden, küresel kapitalizme karşı –kendisi de “küresel” bir sistemi ifade eden- sosyalist bir perspektif geliştirmek için yararlanmak yerine, “Doğu’da Kürt, Batı’da İşçi Adaylar” başlığı altında bir kampanya sürdürüyorlar. Bu ulusalcı – sendikalist yaklaşımın Marksizm ile ilişkisi olduğu söylenebilir mi? “Marksist”ler, seçimlerde çıkardıkları adayların komünist olup olmamalarıyla ilgilenmiyor; “Doğu’da Kürt adaylar” diyerek işçi sınıfını bölüyor, “Doğu”yu ve Kürt emekçilerini sosyalizmle ilişkisi olmayan AB’ci - ulusalcı Kürt burjuvalarına bırakıyorlar! Bu tavır, açık ki, yalnızca DTP’ye şirin gözükmek için –bir kez daha!- atılmış ilkesiz bir adımdan ibaret. “Batı” ise sendikacılara emanet!
İnsan, “İyi de, Marksizme taban tabana aykırı ulusalcı bir yönelişi bu kadar pervasızca benimseyenler neden hala ‘Marksizm’ maskesine gereksinim duyuyorlar?” sorusunu sormadan edemiyor. Aslında, bu sorunun yanıtı da küreselleşen kapitalizmin yaşadığı derin krizde yatıyor. Kapitalizmin doğasında varolan çelişkiler iyice keskinleşmiş; üretimin –artık- dünya ölçeğinde toplumsallaşması ile üretim araçlarının giderek azalan sayıda insanın elinde toplanması arasındaki çelişki artık patlama noktasına gelmiş durumda. Üretimin dünya çapında gerçekleşmesini mümkün kılan bir gelişmişlik düzeyine ulaşan üretici güçler artık ulusal sınırlar içine hapsedilemiyor.
Marksizm, bu durumda, gerici “ulusal koruma” duvarlarını yükseltmeyi değil; üretim araçlarının dünya çapında toplumsallaştırılması gerektiğini savunur -ki bu, ulus devletlerin de ortadan kalkması demektir. İşçi sınıfının bunu başaramaması durumunda, burjuva mülkiyet ilişkilerinin korunması adına, üretici güçlerde (doğada, üretim araçlarında, bilimde, kültürde vb.) devasa bir yıkımın yaşanacağını söyler. Marksistlere göre, üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, üretimin dünya çapında ve insanların gereksinimleri doğrultusunda planlı biçimde gerçekleşmesini ifade eden sosyalizm için, uzunca süredir fazlasıyla uygundur; eksik olan, dünya çapında böylesi bir dönüşümü gerçekleştirebilecek olan işçi sınıfının bu perspektife sahip olması ve bu doğrultuda Marksist dünya partisinde örgütlenmesidir. Özetle Marksistler, üretimin küreselleşmesine ve üretici güçlerin bunu mümkün kılan gelişmesine değil; üretim araçlarının özel mülkiyetine ve onun uzantısı olan ulus devletlerin, ulusal sınırların varlığına karşı çıkarlar.
Sosyalizmin bir dünya sistemi olduğunu; dolayısıyla onu savunan partinin de dünya çapında örgütlenmesi gerektiğini savunan Marksistler, enternasyonalizmlerini bu eksen üzerine oturturlar. Bu enternasyonalizm kavrayışı, yıllardır “devrimci parti” kurma tartışmaları yapan bütün siyasi çevreler için turnusol kâğıdı işlevi görmeye devam ediyor ve edecek de.



Güneş Yılmaz: İşsiz

(bu yazı 08.12. 2008'de Radikal gazetesi web sitesi “tartışı-yorum” kısmında da yayınlandı)

Hiç yorum yok: