5 Ağustos 2009 Çarşamba

Amerikan Rüyası

Dünya gündemini bir yıla yakın süredir meşgul eden ve sonucu merakla beklenen, ABD’deki başkanlık seçimleri nihayet neticelendi. Cumhuriyetçi Parti adayı John McCain ile Demokrat Parti adayı Barack Obama arasında geçen seçim mücadelesinde ipi, “siyahî” aday, “değişimin sesi”, “demokrasinin ve dünya barışının nefesi” olarak servis edilen Obama göğüsledi.


Bir sevinç dalgasıdır ki yayıldı ABD’den, tüm yeryüzüne. Obama’lı günlere, umutla uyananları mı ararsınız; değişimi daha şimdiden hissedenleri mi? Gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda bir bayram havası… İnsanlık, kurtarıcısını buldu ve çılgınca kutluyor bu haklı zaferi! Yeryüzünün artık daha yaşanır bir yer olacağını düşünmemek için hiçbir neden yok…

Kim, Neyi Seçti?

“ABD demokrasisi”nin vazgeçilmezi olan Demokrat ve Cumhuriyetçi adaylar, başkanlık seçimlerinde yine baş başa kaldılar. Bu köklü demokraside nedense, “halk iradesi” denen şey, yalnızca bu ikisi arasında tercih yapma hakkına sahip! Bilindiği gibi ABD başkanları, vatandaşların doğrudan kendilerine verdikleri oylarla değil, “seçici kurul” tarafından belirleniyor. Yani halk, aslında başkanı seçmekle görevlendirecekleri seçici kurul üyelerine oy veriyor. Son derece karmaşık bir yapısı varmış gibi görünen Amerikan seçim sisteminin, özünde yalın ve anti-demokratik karakterine bu yazımızda ne yazık ki uzun uzun değinemeyeceğiz. Asıl olarak, seçim sonuçlarının dünya çapında yarattığı iyimser havaya değinmek istiyoruz kısaca.

Obama’nın Farkı

Her iki başkan adayı da, milyonlarca dolar harcanarak yürütülen seçim kampanyaları süresince, asla yerine getirmeyecekleri vââdleri sanki ilk kez dillendirilen şeylermiş gibi sundular dünya halklarına, yine, alışılmış bir üslupla. Sık sık ekranlarda boy gösterdiler, birbirleri ile tartıştılar, birbirlerini suçladılar, yenilikten, değişimden, istikrardan ve ABD’nin kendi dönemlerinde nasıl daha da güçleneceğinden bahsettiler; coştukça coştular... Ve kimi zaman şahin, kimi zaman güvercin oldular.

Seçim sonuçlarının belli olmasıyla birlikte, hatta aslında daha önce -seçim sürecinin sonuna yaklaşılırken-, Demokrat aday Obama’nın, klâsik, Amerikan tipi başkanlardan “farklı” olduğu masalı anlatılmaya başladı. Saygıdeğer burjuva medyası da Obama’nın sahip olduğu üstün meziyetleri fark etmiş olacak ki, bu masala tüm imkânları ile ses vermeyi görev bildi. Cumhuriyetçi McCain gözden düşmüştü ve George Bush’un sekiz yıllık kanlı iktidarının ardından, siyah bir güneş doğuyordu insanlığın üzerine.

Obama’nın aslında ne zor şartlar altında büyüdüğü, bugün bulunduğu konuma tek başına mücadele ederek, en dipten ve her türlü imkânsızlığı aşarak geldiği anlatıldı önce. Kapitalizmin ağır sömürü koşulları altında yaşamaya çalışan işçi ve emekçilere, “O, aslında sizden biriydi!” mesajı veriliyordu böylece. Yalnızca ten renginden dolayı, Afrikalıların ve hatta ezilen bütün halkların temsilcisi olduğu ve onların haklarını sonuna kadar savunacağı ifade edildi sonra. O’nun aslında Müslüman olduğu bile iddia edildi… Bush döneminde ABD ile ciddi sorunlar yaşayan ülkelerle, ama özellikle, artık savaşın kaçınılmaz hâle geldiği düşünülen İran’la mümkün olduğunca, “dostça” ilişkiler kurulabileceğini bizzat Obama açıkladı. Ortadoğu’da saplanıp kalan ve bölgeyi kan gölüne çeviren ABD’nin, askerlerini kademeli olarak azaltacağı ya da bölgedeki etkinliğini “makul seviye”ye çekeceği de yine verilen sözler arasındaydı. Tabii hepsinden önemlisi, Demokrat başkan adayı, büyük sermaye grupları ile anlaşmayı, bürokrasi ile görüşmeyi ihmal etmemişti. Başkanlığa soyunacak her adayın hakkıdır, iş ortakları ile fikir alışverişinde bulunmak. Temsilcisi olduğu burjuvazinin ve onun farklı bileşenlerinin “maddi-manevi” desteği olmaksızın, bir başkan adayının seçim kazanması ihtimalini tartışmaya dahi gerek yok!

Değişim Derken?

Şunu görmek ve hiç kuşku duymaksızın ifade etmek gerekir ki, uluslararası burjuvazinin-büyük sermayenin, farklı koşullar için hazırladığı, farklı yol haritaları her zaman mevcuttur. ABD başkanı her kim olursa olsun, haritada belirtilen güzergâhın dışına çıkmamalıdır. O’nun inisiyatif kullandığını ve “yoldan çıktığını” düşünelim; o zaman, devletin asıl yöneticileri devreye girecek ve ellerinde tuttukları ipi çekeceklerdir işte (biri Kennedy cinayeti mi dedi?). Ucunda kimin olacağı ise mâlûmdur.

Bu kadar açık ve net bir tablo ile karşı karşıya olmamıza rağmen bazıları, inanılmaz ve aslında komik bir biçimde, artık “sistemin” değişeceğinden-değiştiğinden bahsedebiliyor, ne yazık. Türkiye’deki bazı yayın organlarında çıkan haberler, insanı “gülsem mi yoksa ağlasam mı” ikilemi ile karşı karşıya bırakıyor.

ABD başkanının kişiliği ve niyetinden bağımsız olarak, küresel kapitalizmin kendine has dinamikleri, nasıl ki Bush döneminde işliyorduysa, Obama döneminde de işlemeye devam edecektir. Hele ki, içinden geçtiğimiz ağır ekonomik kriz koşulları hesaba katıldığında, Obama’nın, Bush’tan daha saldırgan bir tavır takınabileceğini düşünmememiz için hiçbir neden kalmıyor.

İyice kırılgan hâle gelen dengeler, her an patlamaya hazır bombaları sarsıyor günümüzde. Mali kriz, bütün ağırlığıyla üretim alanına da yansımaya başladı. Henüz yeni yeni kendisini hissettiren bu gelişme, ilerleyen günlerde sınıflar arası çatışmaları daha da şiddetlendirecek potansiyele sahip. Gelişmiş kapitalist ülkelerin, enerji kaynakları açısından ciddi ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların karşılanması doğrultusunda sahip oldukları barışçıl ya da barışçıl olmayan plânları var. Kapitalizm, bir yandan, insanlığı savaşla ve yıkımla tehdit ediyor. Bununla birlikte, Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve Güney Amerika’da emperyalistlerin hegemonya mücadelesi sertleşiyor, vahşileşiyor. Mevcut koşullar altında, Obama isterse kanatlarını düşürmüş bir melek olsun, çok fazla alternatifi bulunmuyor. Kapitalizm bir anlamda kendi kurallarını koyuyor ve dayatıyor.

Kurtarıcı Beklemek

Bir başka noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor bu noktada; Obama’nın bir kurtarıcı olarak görülmesinin en temel nedeni, kapitalizmin insanlığı sürüklediği çaresizlik ve ümitsizliktir hiç kuşkusuz. Sistemden herhangi bir beklentisi kalmayan kitleler, kendilerine yeni gibi görünen ya da gösterilen ne varsa desteklemeye hazır haldeler. Yeni başkan Obama, sekiz yıldır ABD başkanlığını yürüten ve sermayenin uşaklığını yapmaktan öte bir işlevi olmayan, çirkin bir karikatürle yani George Bush’la kıyaslanıyor. Bu kıyaslama çok sağlıklı değil ve tutarlı sonuçlar vermekten uzaktır. Çünkü Obama, henüz Amerika’nın küresel siyasetinde yönetici pozisyonda bulunmuyor. Önümüzdeki Ocak ayında görevi devralacak…

İşçi sınıfının, ücretli kölelik düzenini ve onun toplumsal hayatın her alanına yansıyan yan etkilerini ortadan kaldırmakta kullanacağı, sınıfsal anlamda kendisine yabancı olan bütün ideolojilerden bağımsız ve devrimci bir uluslararası örgütlenmesi hâli hazırda maalesef bulunmuyor. Geniş kitlelerin her türlü manipülasyona açık konumu, elbette burjuvazi ve onun ideologlarının ekmeğine yağ sürüyor. Obama’nın ABD başkanı olması, ABD emperyalizmin imaj tazelemesine fırsat verdiği gibi işçi ve emekçi kitlelerin bilinçlerine hücum etmekte kullanılan bir araç vazifesi de görüyor. Kapitalizmin uysallaşacağı, sosyal refâh düzeyinin artacağı ve dünya barışının artık mümkün olduğu yanılsaması yaratılmak isteniyor. Kapitalizmin, insanlığa, içinden geçtiğimiz koşullardan daha iyisini, daha güzelini vaat etmediği açık bir gerçeklikken hem de!

Burjuvazinin sözcülüğüne soyunanların, sınıf mücadelesinden ümidini kesen “solcu”ların ve iyimser liberallerin “Kahraman Obama”sının, belki de çok uzak olmayan bir gelecekte nasıl, kendinden öncekilere benzeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu ifadeler elbette bir kehânet ya da bir temenni değil. Bu tespitleri yaparken tarihten öğrendiklerimizden ve somut koşulların tahlilinden yola çıkıyoruz. Biz, işçi sınıfın bir kurtarıcıya ihtiyacı olmadığını, onun kurtuluşunun kendi elinde olduğunu biliyoruz. Dünyayı değiştirecek olan, yalnız ve yalnız, işçi sınıfının, uluslararası-örgütlü mücadelesinden doğan gücüdür, zihinlerde yaratılan süper kahramanlar değil…

dünyadan bir Rıza

—İstanbul’dan bir işçi-

Hiç yorum yok: