Marksistlerin en çok önem verdikleri konuların başında hiç şüphesiz enternasyonal konusu yer alıyor. Marksistler kadar pablocular [1] da her fırsatta Dördüncü Enternasyonalci olduklarını belirtiyorlar. Fakat nasıl bir enternasyonal diye de sormak gerekiyor.
Biz Marksistlerin enternasyonal anlayışı Pablocularınkinden son derece farklı. Onlar enternasyonali, “farklı ülkelerden devrimci partilerin oluşturduğu birlik” olarak ele alıyor. Yani onlara göre her ülkede kendince bağımsız bir devrimci parti kurulabilir, fakat bu partiler daha sonra bir araya gelip bir birlik oluşturmalıdırlar. Biz enternasyonali bu şekilde ele almıyoruz. Enternasyonal, bir dünya partisidir. Farklı ülkelerdeki ona bağlı bulunan partiler ise sadece şubesidir. Yani bir enternasyonal merkezi olmalıdır, bir merkezden yönetilmelidir. Farklı coğrafyalardaki işçileri birleştirmenin yolu, ilk önce farklı coğrafyalardaki devrimcileri birleştirmekten geçer.
Bu enternasyonale bağlı partiler elbette bulundukları bölgeye göre bazı faaliyetlerinde farklı olabilirler. Fakat inisiyatif kullanmanın sınırı bir yere kadardır. Burada önemli olan, partinin, enternasyonalin geri kalanı ile eylem birliği içinde olmasıdır. Enternasyonal, farklı partilerin birbirleriyle dayanışma platformu değildir. O bir dünya partisidir.
Pablocu enternasyonal anlayışı ise tamamen bundan farklıdır. Onların kurdukları enternasyonallere baktığımız zaman şunu görürüz: Pek çoğunda merkezi bir yönetim organı yok, üye olan partiler kendi sınırlarına o kadar gömülmüşler ki enternasyonalin geri kalanından haberleri yok. Bazı kararların alındığı toplantılar kırk yılda bir düzenleniyor ve toplantılarda pek de bağlayıcı kararlar alındığı söylenemez. Sadece bir geçmiş durum değerlendirilmesi yapılır, teorik yönelimde birkaç ufak değişiklik yapılır ve herkes kendi yoluna gider.
1943’te emperyalistlerle yapılan anlaşmalar çerçevesinde Stalin’in Komintern’in (Komünist Enternasyonal) kapısına kilit vuruşundan sonra Stalinistlerin sadece küçük bir kısmı yaşasın halkların dayanışması gibi sözde “enternasyonalist” sloganlara devam edebildi. Komintern’in kapatılması, Sovyet bürokrasisinin ulusalcı çıkarlarının kesin zaferini tamamladı. Stalinistler, enternasyonali modası geçmiş gereksiz bir şey olarak görüyorlar. Sonuna kadar milliyetçiliğe batmış “devrimcilerden” de baka türlüsü beklenemezdi. Bugün Stalinistler ile Pablocuların enternasyonalizmi arasındaki fark, Stalinistler enternasyonali açık açık gereksiz bulurken Pablocular göstermelik enternasyonal inşa ederek ulusalcılıklarını gizliyorlar.
Bu tip bir enternasyonalin üyesi olan partiler bir eylem birliği oluşturmaz, sadece dayanışırlar. Örneğin; bir ülkedeki otomotiv işçilerinin bir greve çıktığını düşünelim. Enternasyonalin görevi gücünün yettiği ölçüde diğer ülkelerdeki otomotiv işçilerini de örgütlemek. Aynı sektörde çalışan bu işçilerin ulusal sınırlara rağmen ortak örgütlenmesini sağlamaktır. Fakat bu Pablocu enternasyonallerde diğer ülkelerdeki seksiyonlar en fazla bir dayanışma mesajı yayınlamakla yetinirler.(çoğu zaman bunu da yapmazlar) Hatta grevin gerçekleştiği ülkedeki seksiyonun ise en fazla gidip oradaki işçilerle dayanışır.
Burada ilginç bir örnek verilebilir: Panait İstrati’nin Uşak adlı romanında şöyle bir olay geçer: Romanya’da bir sahil kentinde liman işçileri greve çıkmışlardır ve büyük bir direniş göstermektedirler. Fakat güçleri, patronun taşeronlarını kullanmasını engellemeye yetmez ve patronların satacağı mallar gemilere bindirilip satılmak üzere dünyanın öbür ucuna yollanır. İşçiler yenildikleri düşündüğü için üzülmektedirler, fakat enternasyonal bu grevden haberdardır. Ve gemilerin gideceği limandaki işçileri örgütler. Oradaki işçiler direnişe geçerler ve bu küçük sahil kentindeki işçilere enternasyonal tarafından ulaştırılacak bir mektup yazarlar ve biz burada direnişteyiz, o gemileri bu limana sokmayacağız ve sizin başarılı olmanız için her şeyi yapacağız, direnmeye devam mesajı verirler. Her iki liman kentindeki işçiler de greve devam ederler ve böylece grev zafere ulaşır. Sadece Romanya’daki liman işçileri değil, her iki taraftaki işçiler kazanmıştır. Her şeyden önemlisi grev, ulusal sınırlara hapsolmadığı için başarıya ulaşmıştır.
İşte bizim kurulmasını hedeflediğimiz enternasyonal buna benzer, hatta daha da iyi bir şekilde örgütlenecek, ulusal sınırlara hapsolmayacak ve işçileri birleştirecektir. Fakat Pablocuların bunu yaptığını hiç görmedik ve gidişata bakılırsa asla da görmeyeceğiz. Pablocu enternasyonallerin seksiyonları olan bu partiler sadece ulusal emek cepheleri örgütlediler, diğer ülkelerdeki yoldaşlarıyla ortak bir eyleme geçmediler. Zaten diğer ülkelerdeki yoldaşları ne yapıyorlardır ondan da haberleri yok. Buradaki otomotiv işçileri greve mi çıktı, diğer ülkelerdeki işçilerin de buna katılması için hiçbir şey yapmaz. Her partinin görev bölgesi bellidir ve dünyanın geri kalanı onu ilgilendirmez. Bu sadece ulusal solculuğa enternasyonalizm kılıfının giydirilmesidir.
Şunu da eklemek gerekir ki Pablocuların enternasyonalinde aslında partiler pek de önemli değildir. Herhangi bir ülkede bir yayın grubu, bir arkadaş topluluğu, “sol” bir partinin içindeki bir hizip veya ortalıkta öylece duran tek tek bireyler bulunuyorsa o ülkede seksiyonumuz vardır diyebilmektedirler. Halbuki bunun Leninist örgütlenme ile bir ilgisi yoktur. Bu tip bir örgütlenme, profesyonel devrimci kadrolara sahip değildir. Zaten bir örgüt de değildir. Pablocu enternasyonallerin, şu kadar ülkede seksiyonumuz var diye kendilerini şişirdiklerine defalarca şahit olduk. Bu seksiyonların içinde bir parti niteliği taşıyan bir ya da iki taneydi. Kalanlar, herhangi bir yayın grubu, arkadaş grubu, herhangi bir cephe veya başka bir şeydi.
Bu bir iki parti ise Leninist Parti karakteri taşımıyordu. Profesyonel devrimci kadrolardan oluşmayan, çok yönlü bilgi akışının olmadığı ve demokratik merkeziyetçi olmayan partilerdir bunlar. Leninist bir parti, işçi sınıfının, ideolojik, politik/örgütsel alanlardaki tarihsel birikimini içselleştirdiği ve bunları, demokratik merkeziyetçi işleyişi içinde günün koşullarına uyarlayabildiği için, kabaran dalgaların etkisiyle sağa sola yalpalasa da yönünü yitirmez; kendisini korur ve geliştirir. Böyle bir partinin olmadığı koşullarda burjuvazinin çok yönlü saldırılarıyla karşılaşan komünistler ise kollektif ideolojik ve politik üretim / denetim mekanizmalarından yoksun kaldıkları için her anlamda savunmasızdırlar.[2]
Bugün dünya kapitalist sisteminin yıkılışı Sosyalist Devrimin Dünya Partisini örgütlemekten geçiyor. Merkezden yönetilen, demokratik merkeziyetçi, Marksist devrimci kadrolardan oluşan, ulusal sınırlara aldırmadan bir eylem birliği oluşturabilen Marksist bir dünya partisinden bahsediyoruz. Dünya çapında örgütlü burjuvaziye karşı verilecek sınıf mücadelesinde işçi sınıfının zaferinin tek yolu buradan geçiyor, diğer yolların ise sömürü, yoksulluk ve savaşlar olduğunu hep beraber görüyoruz.
[1] Pabloculuk: İsmini Dördüncü Enternasyonal’in önemli isimlerinden birisi olan Michael Pablo’dan alan bu akım stalinist örgütlerin içinde devrimci unsurların olabileceği düşüncesiyle devrimcileri bu örgütlere katılmaya ve bu örgütlerin devrimci bir dönüşüm yaşamasını ya da işçi sınıfının bu örgütlerin içinde bulunan “en ileri kesiminin” örgütten koparılmasını savunuyordu. Ve bu taktik tam anlamıyla enternasyonalin tasfiyesi anlamına geliyordu. Daha sonra pablocular bu stratejiyi gerillalar, sendikalar, popülist liderler, gençlik hareketleri, ulusal kurtuluş hareketleri ve hatta sol liberal hareketlerin peşine takılmak veya onlara katılmak biçiminde genişlettiler.
[2] Tasfiyeciliğin Yeni Adı “Kitlesel İşçi Partisi” PGBS’den Ayrılan KİPçi Arkadaşlara Yanıt- Halil Çelik SSS-Sosyalizm Sayı–1 S.36 Ayrıca, http://www.sss-sosyalizm.org/polemikler/kipcilereyanit.asp
Serdar Ö.
—Adana’dan bir işsiz-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder