15 Ağustos 2009 Cumartesi

Manisa’da Öğrenci Olmak

Manisa öyle bir şehir ki, isteyerek gelip de istemeden kalınan bir yer. Nasıl oluyor derseniz, bal gibi de oluyor. İlk bakışta ben de nasıl oluyor diyordum, ama ne yazık ki gerçekten öyle. Büyük umutlarla, hayallerle Celal Bayar Üniversitesi'ni kazanan arkadaşlar, kayıt sırasında kampüsün yerleşim yerinden uzak olması ve üç binadan ibaret olması dolayısıyla "şoka" uğruyorlar. Ben de kayıt sırasında şok oldum desem yalan olmaz. Okul kaydı bitiyor, sıra yurt kaydına geliyor. Öğrenci ve aileler yorulmasın diye, sağolsun yurt sorumluları kampüse geliyor. Bu zamanda öğrenci gibi nerde müşteri bulacaklar. Onlar için en iyi fırsat.
Ve bunu da istedikleri gibi rahatlıkla değerlendiriyorlar. Bulunma nedenlerine bakarsak: Cemaat yurtları ideolojik sömürü amaçlı, özel yurtlar ekonomik sömürü amaçlı. Paralı aileler çocuklarını nitelikli, kaliteli, rahat özel yurtlara kayıt yaptırıyor. Hesap-kitap yapmakta olan işçi-emekçi aileleri yurt tercihi konusunda ikilemle karşı karşıya kalıyor. Ya devlet yurdu, ya cemaat yurtları. Aileler cemaat yurtlarına yanaşır yanaşmaz kayıtlar yapılıyor. Aileler cemaat yurt sorumluların ağzından "gerekirse para bile almayız, hatta burs bile veririz ama yeter ki kaydını bize yaptırın" demesi ile olay oldu-bittiye geliyor. Cemaat yurtlarına kulak asmayıp da devlet yurduna kayıt yaptırmayı düşünen aileler oluyor. Devlet yurduna gidiyorlar, girmeleri ile çıkmaları bir oluyor. 50 yılı aşkın binanın temelleri atılmış, odalar 8 kişilik, oda ve banyo temizliği kötü, odaları gezmek yasak, bir de üzerine 500–600 lira kayıt parası istiyorlar. Başka seçenekleri olmayınca, mecburen kayıt yaptırıyorlar. Zorlu, yoğun, yorucu bir gün geçiyor, okulların açılması bekleniyor.
Okulllar açılıyor, öğrenciler okula gitme telaşında. Okula ulaşımı belediye otobüsü ile gitmeyi beklerken, karşılarında küçük, eski ulaşım araçları beliriyor. Neyse, ulaşım aracına biniliyor, ücretler isteniyor. Bir de ne duysunlar, şoför bağırıyor, ücretler 2 lira diye. Hem de 10 km’lik yola karşın böyle bir ücret isteniyor. Öğrenciler buna razı geliyor, yapacak bir şey olmadığını düşünüyorlar. Okula bir-iki ay böyle gidiliyor. Bakıyorlar ki okulda ne politik atmosfer ne de sosyal, kültürel, sanat namına hiçbir şey yok. Bu söylediklerim devlet yurdu için geçerli değil. Milliyetçi-faşist öğrenciler odaları dolaşıyor, propaganda yapıyorlar. Kürtçe konuşan, Kürtçe müzik dinleyenler faşistler tarafından fişleniyor. Kimisi sabaha karşı yatağından "Kalk birader, seninle konuşacaklarımız var" diyerek odaya çekiliyor, sözlü saldırıda bulunuluyor, kimisine "Kürtçe konuşmuşun doğru mu ulan" diyerek tekme- tokat girişiliyor. Kürt öğrenciler, yurt güvenliğinden sorumlu güvenlikçiler ile yurt idaresi faşistleri soruşturacak diye beklerken, bir de bakıyorlar ki kendileri soruşturuluyor, bu olaylar karşısında suçlu olduklarını öğreniyorlar ve yurttan atılma uyarıları alıyorlar...
Şunu söyleyemeden geçemeyeceğim. İnanılacak gibi değil ama gerçek. Manisa şehrinde yalnızca bir tane itabevi var. Her kitabı bulmak mümkün olmuyor ve bu tek itabevi, dolayısıyla kitap ücretleri yüksek oluyor. Manisa, “yok yok” bir şehir. Şehir merkezini dolaşmaya çıkıyoruz, her yerde AKP’li Manisa belediye başkanı Bülent Kar’ın afişli resimlerine rastlıyoruz. Yaptıklarıyla övünen, sırıtan bir yüz ifadesi var. Artık onu görmek mide bulantısı veriyor. Bu adam o kadar hizmetkârsa, belki ucuz film ve tiyatro izlenecek ya da resim, fotoğraf sergilerini dolaşacak bir yer vardır diye düşünüyoruz. Bir tek yer yapmış, o da belediyenin kültür-sanat merkezi. Orası da parti faaliyetleri için kullanılıyor. Neredeyse her ay AKP kadın kolları toplantısını görmek mümkün. Milliyetçi ve İslamcı yazarlar çağrılıyor, konferanslar veriliyor. Belediye, halkı gericileştirmeye yönelik hizmet vermekte sınırsız. Manisa’nın sosyal yaşam tarzının gericileştirilmesi ve kültürel-sanatsal aktivitelerin pasif olması, öğrencileri aktifleştirecek olanaklar yok diye, öğrenciler bir şeyler yapabilme çabasına girmiyor. İzmir’in yakın olması avantajı var. Kitabından tiyatrosuna kadar olanaklar var. İyi güzel de, bunun ulaşım ücreti var, gidiş-geliş 10 lira. Ayrıca para da harcanacak. Bu da yüklü geliyor. Ya harçlıklarımızı kısacağız, ayda bir-iki defa gideceğiz, ya da her şeyi göz önüne alıp otostop çekerek İzmir’e gideceğiz. Otostop çeken öğrenci sayısı azımsanmayacak kadar çok. Açıkçası ben de otostopu tercih ediyorum, ufak-tefek sorunlar olsa dahi işimi halledebiliyorum.

Manisa’ da ufkumuzu genişletecek, bilincimizi yükseltecek, fikir ve düşüncelerimizi geliştirecek sosyal, kültürel, sanatsal aktıviteler yok demiştim. Bu yokların yanında koskoca bir organize sanayisi var. Uluslararası sermayenin yoğunlaştığı bir bölge. Eca, Bosch, Vestel, Yonca Gıda gibi küçüklü-büyüklü fabrikalar var. Ben diyeyim 10 bin işçi, siz deyin 15 bin işçi çalışıyor. Belki mühendislik okuyan öğrencilere part-time iş bulunur diyeceğim geliyor, ama nerede? Patronlar işçi mişçi dinlemeden 12 saat çalıştırarak azgınca sömürüyor. Sendika desen yok, sigorta desen yok, ücretler desen iki-üç ayda bir veriliyor, tazminat hakkını elde etmeden yığınla işçi çıkarımı desen var. Eee hal böyle olunca part-time çalışacak öğrenci almalarına gerek kalmıyor. İşçilerden yeterince artı-değer elde ediyorlar. Alsalar da ya ücretsiz çalıştırıyorlar, ya da iki-üç kuruş veriyorlar.
Manisa’nın şöyle bir güzel yanı var, söylemesem haksızlık ederim. İnsanı ferahlatabilecek, temiz hava alınabilecek, Manisa’ya yukarıdan bakan muhteşem bir manzarası, göz kamaştıran yeşilliği ve görkemli duruşuyla Spil dağı. İlan-ı aşık edilebilecek bire bir yer! Spil’in bu romantikliği öylesine hoş ki, insanı ister istemez sarhoş ediyor. Ama ne yazık ki artık yavaş yavaş Spil’in doğa güzelliği yok oluyor. Niye mi? Çöpleri dağın eteklerinde imha ederek, taş ocakları açarak siyasi ve ekonomik ranta dönüştürerek.
Biliyorum ki anlattıklarım Manisa’ ya özgü değil, Türkiye’nin birçok şehrinde, hatta dünyanın birçok ülkesinde ekonomik ve ideolojik sömürü uygulanmakta, çıkar amaçlı doğa güzellikleri yok olmakta. Egemen sınıflar okulları, yurtları, sosyal yaşam tarzını çıkarları doğrultusunda kullanarak insanları yozlaştırmakta, para babaları işçi ve emekçileri sosyal ve ekonomik baskı altına alarak yaşanmaz duruma getirmekte, doğa alanları sermaye sınıfına peşkeş çekilmekte. Toplumsal ve ekonomik sorunlar öğrenciler ile işçi ve emekçileri ortak paydada topluyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Her alanda yürütülecek mücadelenin işçi-öğrenci ekseninde yürümesi gerekliliği.



Meso

Hiç yorum yok: